Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

109 Yıl Önce Ankara: Tehcir, Büyük Yangın, Toplumsal Yıkım

Ankara tarihinde bir milat olan bu yangın büyük maddi hasarlara yol açmakla kalmaz, Avrupalı gezginlerin bile hayret ve övgüyle anlattıkları o çok dinli, çok etnisiteli nüfus yapısını da yok eder. Yangında Hisarönü Ermeni Mahallesi gibi Rum Mahallesi de tamamen yok olur.

109 Yıl Önce Ankara: Tehcir, Büyük Yangın, Toplumsal Yıkım

Osmanlı’da daha zorunlu askerlik yokken Müslüman Yeniçeriler gidiyordu savaşlara. Orada yağmaladıkları Mücevher, cariye, at, esir, besili hayvan gibi ganimetleri getiriyorlardı. Esirleri esir pazarında satarlardı. Ancak zamanla her yerde yenilgi üstüne yenilgiler başlayınca bu devasa orduyu beslemek güçleşti. 1699’dan sonra ise savaş işleri sancak beyleriyle yerel emirlere devredildi. Bu küçük ordular, gerektiğinde bir bayrak altında toplanıyordu. 

1846’da Osmanlı da tıpkı Fransa gibi zorunlu askerlik uygulamasına geçti. Ancak İslam Hukukuna göre Müslüman olmayanlar silah taşıyamadıkları gibi ordu içinde emir de veremezlerdi. Bu yüzden askere alınmayan Ermeni, Rum ve Yahudilerden yüksek oranda askerlik vergisi alınmaya başlandı. Onlarda işte bu yüzden ticarete yöneldiler.

Gayrimüslimler, ticaret ile gelen zenginlikle Müslümanlara fark atarken, Müslüman ahali de yıllarca süren zorunlu askerlikle hızla yoksullaşmaya başladı. Devlet Müslümanlarda, ama zenginlik Gayrimüslimlerdeydi. Devamlı olarak o bitmeyen savaşlara giden Anadolu ve Balkan Müslümanlarının erkekleri ile köyde kalan aileleri perişan oluyor, tarlalarını süremiyor,  servet biriktirmek şöyle dursun giderek daha da yoksullaşıyorlardı.

1913’te ise büyük bir sarsıntı yaşandı. Balkan harbiyle Selanik, Manastır, Makedonya gibi Osmanlının en gözde beldeleri elden çıkıverdi. Müslüman topluluklar, evlerini,  köylerini bırakıp Anadolu’ya göçtüler. Anadolu’nun hemen her yerinde ise Ermeniler ile Rumlar yaşıyordu. İttihat ve Terakki yöneticilerine göre Balkanlar nasıl Müslümanlardan temizlendiyse Anadolu da Hıristiyanlardan temizlenmeliydi.

***

1914’te Ankara sancağında yaşayan 28 bin 858 Ermeni’nin yarısı Ankara merkezindeydi. Katolik zengin Ermeniler, 11 bin 206 kişiyle Hisarönü Mahallesi’nde yaşarken, daha yoksul Ermeniler, Hacıdoğan, Tahtakale ve Hacı Bayram mahallelerinde oturuyordu. Birinci Dünya Savaşı öncesi Ankara'da 16 bin 000 Ortodoks Rum, 11 bin 319 Katolik Ermeni, 100 Protestan Ermeni,18 bin 000 Müslüman ile 400 Yahudi yaşıyordu. Ankara Ermenilerinin geçimi tiftik ipliği üretimi, ticaret ve zanaatkârlıktı.

Zengin Katolik Ermeniler kentin en lüks ve değerli mahallesi olan Hisarönü’nde, üç-dört katlı, muazzam konaklarda oturuyor, nüfuslarıyla orantısız bir sermayeyi kontrol ediyorlardı. Türk devletine bağlıydılar. Milliyetçi fikirlere sempati beslemiyorlar, hatta Ermeni olarak adlandırılmayı bile reddederek kendilerine  "Katolik Milleti" diyorlardı. Türkçe konuşuyor, Türkçeyi Ermenice harflerle yazıyorlardı.

109 Yıl Önce Ankara: Tehcir, Büyük Yangın, Toplumsal Yıkım

1914’de Cihan Harbi öncesinde Valiliğin açtığı kampanyaya en çok yardımı yine Ankaralı Katolikler yapmış, Osmanlı ordusuna bolca para ve yük hayvanı bağışlamışlardı.

Şehrin daha yoksul Ermenileri ise Bentderesi’ndeki Tabakhane semti ile Hacıdoğan Mahallesi’nde otururlardı. Onlar Katolik değil gregoryendiler. Rumlar ise Çıkrıkçılar Yokuşu ile Işıklar diye adlandırılan bölgedeydi. Denizciler Caddesi çevresindeyse Yahudiler yaşıyordu.

1915 Temmuz ayında Ermenilerin sürgüne gönderilmesi kararına Vali Mazhar Bey karşı çıkınca onu hemen emekliye sevk edip yerine Mustafa Atıf’ı atadılar.  Fanatik bir milliyetçi ve Ermeni düşmanı olan Atıf, tehciri hemen başlattı. Temmuzun sonunda önde gelen Ermeniler tutuklandı, aralarında Osmanlı Bankası Müdürü’nün de olduğu 15 ile 70 yaş arası tüm Ermeniler, Beynam Boğazı’nda öldürüldü. Burası köylülerin bugün de “gâvur-ölenin-dere” diye adlandırdıkları kurumuş dere yatağıydı.

Ağustos başında kadınlar, çocuklar, tüm Ermeniler isimlerini karakola yazdırmaya zorlandılar ve Ağustos’un ikinci haftasında tehcir edilerek şehir çıkışında öldürüldüler. Ağustos ortasında Protestan ve Katoliklerin tehcirden muaf olduğu söylentisi yayıldı. Nitekim İstanos’dan zincirlenmiş olarak getirilenlerden Protestanlar serbest bırakıldı ama Gregoryenler tehcir edildi. Katoliklere ise İslam’ı kabul ederlerse kıyımdan kurtulacakları vaat edildi ama onlar bunu kabul etmedi.

Ağustos ayının son cuması Katolik erkekler tutuklanıp sürülürken, kadınlar tren garına getirilip oradaki depo ve samanlıklara hapsedilir. İslam’ı kabul edenler, geri getirilip şehrin önde gelenlerine verilir. Karşı çıkanlar Suriye ve Irak’a sürülür. Sokakları dolaşan tellallar, kocalarını görmek isteyen kadınların hemen hazırlanıp istasyona inmesi gerektiğini duyurur. Bazıları buna inanır. İnanmayanlar evlerinde değerli ne varsa yağmacıların eline geçmemesi için tahrip etmeye başlar. Kadın ve çocukların bir kısmı gözaltına alınır, diğerleri sürgüne gider.

30 Ağustos günü Ankara piskoposu, 18 rahip ve 853 önde gelen Katolik elleri bağlı, dua kitapları verilmeden Ankara’dan çıkarılır. Önce tehcir edilir sonra katledilirler. İkinci kafilede ise 9 bin 000 Katolik vardır. Geride bir kaç kadın ve asker karısı kalır. Ardından tüm kiliseler, Manastırlar, okullar, evler ve dükkânlar önce yağmalanır ardından yakılıp yıkılır. Arşivlere göre 17 Eylül 1915’e kadar Ankara vilayetinden sevk olunan Ermeni nüfus 21 bin 236’dır. Tehcirden sonra Ankara Ermenilerinden geriye önemli miktarda taşınır/taşınamaz servet kalır. Bu servet için 1916 baharında Ermeni mahallesine yüzlerce atlı araba gelir; altı aydan fazla süren bir “çalışma” ile yüzlerce dükkân, üç katedral, yedi-sekiz kilise ile okul ve evlerden toplanan yüzlerce vagon dolusu eşya trenle İstanbul’a taşınır.

***

Aradan beş-altı ay geçer. Yangın, 31 Ağustos’u 1 Eylül’e bağlayan gece, yağmalanan bu Katolik mahallesinde çıkar. Hisar Parkı’nda başlayan yangın çeşitli yönlere hızla yayılır. Yangın mahalli dışında, şimdiki Ulus/ Atatürk heykelinin solunda, şehir çarşının yerindeki meşhur Aziz Nikolaos Kilisesi’nin yanmasının ise büyük ihtimalle kundaklama olduğu ileri sürülür. 10 ve 11’inci yüzyıldan kalma değerli el yazmalarının saklandığı Ankara Rum Metropolithanesi’nin arşivi de yok olur bu yangında.

Yangında bin 30 hane, 935 dükkan, 6-7 kilise, 2 cami, 6 mescit, 3 hastane, 2 tevkifhane, 1 polis karakolu, reji ve kulüp binaları kül olur, 5 kişi ölür. Yangınzedelerin bin 550’si Hıristiyan, 150’si Müslümandır ve yanan hanelerin çoğu tehcirden sonra içi boşaltılmış evlerdir.

Yangında Ankara'da sürgünde olan Refik Halit Karay yangını şöyle anlatır:

"İki gece, iki gün süren bu yangının esrarengiz bir sirayeti vardı. Giyindim, seyrine koştum. Ben oraya varıncaya kadar sekiz, on ev çoktan kızıl birer kül yığını kesilmişti. Bir saate varmadan ateş dört, beş kola ayrılmış, hatta perendeler atarak damdan dama sıçramaya, mesafeler aşmaya, harikalar göstermeye başlamıştı. Hatta rüzgâr yoktu. Fakat bir damla su da yoktu. Ateş arttıkça havada mevzii bir rüzgâr hâsıl oldu; tahta parçaları yerlerinden koparak mancınıkla atılmış gibi vızlayarak gökte bir mitralyöz harbi yapıyordu. Sabah olurken yangın sade birçok kola değil, birçok mahalleye de ayrılmıştı. Eşya nakline darlıktan dolayı imkân yoktu. İnsanların güç geçtiği sokaklar, mesela bir piyano veya kanepe ile tıkanıveriyordu. Yangından kaçırılan yüz kadar piyanonun sıra sıra dizildiğini gördüm, üstlerine seçme, pahalı halılar serilmişti. Birden kocaman yanık bir kütük geldi, aralarına düştü, söndürmeye çalışacak adam yoktu. O kütük bir kundak gibi çeyrek saate kalmadı piyanoları tutuşturdu. Ankara’nın en kibar mahalleleri, en büyük çarşısı, serveti, refahı çoktan kül kesmişti. Yolda saçları dağınık, gözleri ürkmüş ve güzellikleri atmış genç kızlara rast geliyordum; ellerinde yangından kurtardıkları eşya vardı: Lavanta şişeleri, pudra kutuları, kurdele ve dantel parçaları, kadife muhafazalar. Çocuklarını kaybeden anaların ise haddi hesabı yoktu. Evet, kıyamet o gün Ankara’da kopmuştu ve mahşer yeri bugün orası idi. Neler görmedim. Saçlarından tutuşmuş kadınlar, yolda doğuran gebeler, cübbeleri alev almış hahamlar ve bütün bu kıyamet yerinde, izbe köşeler bulup sarmaş dolaş olan âşıklar. Ne garibeler vardı. Secdeye kapananlar olduğu gibi sevgililerinin dizlerine tırmananlar ve boynuna kollarını dolayanlar da mevcuttu. Eşya çapulculuğu kadar kadın çapulculuğu da revaçta idi. İlle kıpkızıl saçları ateşin akisleri altında alevden daha kızıl kesilen bir taze Yahudi kızına rasgeldim ki, genç ırkdaşları, üzerine pars gibi bir köşeden atıldılar ve tutunca gözlerimin önünde bir boş evin loşluğuna attılar. İşte bu minval üzere, ölenler, sevişenler, aç kalanlar ve susuzluktan bunalanlar ortasında Ankara yangını iki gün, iki gece devam etti. Nihayet önünde yakacak bir şey bulamayınca söndü. Sıra açlığa, susuzluğa, sefalete, perişanlığa gelmişti. Yangının ikinci sabahı Ankara’nın dörtte üçü ortadan silinmişti. Şehrin bütün su yolları bozulmuştu, Solfasol’dan su taşıyacak kimse bulunmuyordu. Yangın yerlerindeki patlak borulardan çocuklar kumlu, kireçli bir iğrenç sızıntı toplayıp testilerle satıyorlardı; bunları içiyorduk; böbreklerimizden yaralıydık. Derken hava bozuldu, yangın küllerini savuran sıkı rüzgârlar arkasından yağmurlar yağdı; etraf tepelere kar da düştüğü için soğuk kendisini gösterdi. Kumlu ve kireçli sular içmekten böbrek sancısına tutulmuştum, büklüm büklüm kıvranıyordum..."

 

109 Yıl Önce Ankara: Tehcir, Büyük Yangın, Toplumsal Yıkım

Ankara tarihinde bir milat olan bu yangın büyük maddi hasarlara yol açmakla kalmaz, Avrupalı gezginlerin bile hayret ve övgüyle anlattıkları o çok dinli, çok etnisiteli nüfus yapısını da yok eder. Yangında Hisarönü Ermeni Mahallesi gibi Rum Mahallesi de tamamen yok olur.

Anadolu’da 1915 ile 1922 arasında, bir kısmının kasıtlı çıkarıldığı söylenen böyle şüpheli 30’a yakın yangın vardır. Bunlar: Amasya,  Kastamonu, Tokat, Diyarbakır, Edirne, Bandırma, Bursa, Orhangazi, İzmit, Haçin (Saimbeyli), Tire, Bandırma, Ayvalık, Gelibolu, Erdek, Tirebolu, Sinop, İstanbul Fatih, Samsun, Bafra, Havza, İzmir yangınları ile arşivlerde belgesine rastlanamayan İzmit, Sivas, Trabzon, Tosya ile İstanbul yangınlarıdır. Bütün bu yangınlarda yok olan bölgeler, çarşılar, mahalleler gayrimüslimlerin yaşadığı, çalıştığı, oturduğu yerlerdir. Yangınlara dair kaynakların sınırlı olmasının sebebiyse o dönemki gazetelerin sansürlenip yangın haberlerinin yasaklanmış olmasındandır. Bu yazıya da kaynaklık eden Ankara Yangını ile ilgili en kapsamlı eser ise 2015 yılında yayınlanan Taylan Esin ile Zeliha Etöz’ün birlikte araştırıp yazdıkları, “1916 ANKARA YANGINI/ Felaketin Mantığı” adlı kitaptır.

 

 

 

Yazar İrfan Akalp

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış