Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

12 Eylül Davası'nın Müdahil Avukatlarından Arif Ali Cangı'yla Görüştük: 12 Eylül Henüz Bitmedi, Daha Verilecek Çok Mücadele, Yürünecek Çok Yol Var...

Konuğumuz, Av. Arif Ali Cangı, 12 Eylülcülerin yargılanması için 2000’lerden bu yana davalar açmış, hemen tüm davalarda mutlaka takipçi olmuş bir avukat. 18 Haziranda sonuçlanan bu 12 Eylül Davasının da müdahillerindendi. Davayı hem hukuken ve hem de siyaseten en iyi anlatacaklardan biri olduğunu bildiğimizden peşine düştük. Bizi kırmadı, zaman ayırdı. Yaptığımız güzel sohbetten kimi parçaları paylaşıyoruz.

12 Eylül Davası'nın Müdahil Avukatlarından Arif Ali Cangı'yla Görüştük: 12 Eylül Henüz Bitmedi, Daha Verilecek Çok Mücadele, Yürünecek Çok Yol Var...

İlk sorumuz davanın sonucundan memnun kalmasını beklediğimiz birçok insanın davanın sonucundan memnun kalmamasına ilişkin… “12 Eylül Davası iki generalin hüküm giymesiyle sonuçlandı ama; yıllardır 12 Eylül’den mağdur olduğunu söyleyen bir yığın insan, bu sonuçtan, pek de memnun olmadı, sanki?” “12 Eylül’ün yargılanması meselesi, sadece bugünün meselesi değil, biliyorsunuz.

12 Eylül’den bu yana pek çok kesim, 12 Eylül’den şikayetçidir. Ama gerçek anlamda 12 Eylül’ün mağdur ettiği, eziyet ettiği bir kesim vardır, Türkiye’de. Darbeden sonra meclisin oluşması ile birlikte; yani göreceli bir rahatlama ortamıyla birlikte, belki de taa 30 yıldan beri, 12 Eylül’ün yargılanmasına dair istekler dile getirilmeye başlanmıştır. Bu 30 yıllık süreçte, her fırsatta, 12 Eylülcülerin yargılanması istendi. Her 12 Eylül’ün yıldönümünde, özellikle 12 Eylül’den en ağır darbeyi almış kesimlerin dile getirdiği ilk talep: hep 12 Eylülcülerin yargılamalarının önünde engel olarak duran 12 Eylül anayasasının geçici 15. Maddesinin kaldırılması ve 12 Eylül’ün yargılanmasıydı. Bugün mahkumiyetle sonuçlanan bu davayı önemsemediğini söyleyenlerin de ağırlıklı talepleri hep aynı olmuştu. Bunu bir karşıtlık yaratmak için söylemiyorum. Bir olgunun altını çiziyorum.

“ “Doğru söylüyorsunuz, bu gün 12 Eylül davasının sonucunu önemsemeyen kesimlerin arasında 12 Eylül’den belki de en çok zarar görmüş, en radikal kesimdekilerin de devamı niteliğindeki sol siyasi görüşlerin temsilcileri bulunmakta.”

“Evet, o zamanlarda da farklı görüşler vardı. Ama yine de hemen her kesim, kendi görüşleri doğrultusunda 12 Eylül’le nasıl hesaplaşılması gerektiğine dair taleplerini dillendirmekten geri durmadılar. 2010 Anayasa Referandumuna kadar taleplerden de öte, hemen tüm kesimler girişimlerde de bulundular. Hatırlayalım, Savcı Sacit Kayasu’nun 1999’da 12 Eylülcüleri yargılama girişimi, heyecanla karşılandı. Hazırlanan iddianame önemli bir girişimdi, ama zamanın zinde güçlerince bu girişim, engellendi. Savcının hazırladığı iddianame önce suç duyurusu olarak değerlendirildi, sonra takipsizlik verildi ve iddianameyi hazırlayan Kayasu da savcılıktan atıldı.” Avukat Cangı, bu girişimin sonrasında 11. Eylül 2000’de kendisinin de aralarında bulunduğu bir grup avukatla birlikte, İzmir’de 12 Eylül’ün yargılanması için suç duyurusunda bulunduklarını anlatıyor.

O dönem en önemli korkularının zaman aşımına takılmak olduğunu anlatıyor. Hazırladıkları dosya, 12 Eylül’e giden taşların nasıl dizildiği, 12 Eylül rejiminin felaketler getiren hukuksal ve siyasi sonuçları, mağdur ettiklerini detayları ile anlatan bir çalışma olmuş. Hazırladıkları dilekçenin aslında, 18 Haziran’da Evren ve Şahinkaya’nın hüküm alması ile sonuçlanan iddianamesinden daha özenli ve detaylı olduğunu görülüyor. Başvuru dilekçesi dönemin Başsavcısı Vural Savaş tarafından geçici 15. Madde gerekçe gösterilerek, gereğinin ifası için TBMM’ye gönderilmiş. Dilekçe tabi ki, komisyonlar arasında dolaştırıla dolaştırıla, üzerinde hiç konuşulmadan kaybolmuş. Dava bir türlü açılamamış. Cangı, dikkatimizi çekiyor “12 Eylül’ü aşmanın ne kadar zor olduğunu”na dikkat çekiyor, “12 Eylül’ün ilk kapattığı yer, meclis ve o meclis bile 12 eylülcülerin yargılanmasını önemsemiyor” diye bir kez daha şaşkınlığını dile getiriyor. Sonra sıra geliyor: 2010 Anayasa Oylamasına: “diğer tartışmaları geçelim” diyor. 12 Eylülcülerin yargılanmasını engelleyen Geçici 15. Maddenin kaldırılmasının, bu dava için önemine dikkat çekiyor.

 O sırada yaşanan “evet” ve “hayır” arasındaki siyasi çekişmenin, sağlıksız tartışma ortamının, hukuksal olarak nasıl da anlamsızlaştığını anlatıyor. “İşte” diyor, “bu olayı değersizleştiren, önemsizleştiren de bu sağlıksız tartışma zemini”ydi diyor. Cepheleşmenin anlamsızlığına dikkat çekerken, söylemeden geçemiyor: “beklerdim ki, 12 Eylül’ün yargılanmasını gerçekten isteyen tüm kesimler, oylamada siyaseten ‘evet’ ya da ‘hayır’ oyu verseler bile, oylamadan hemen sonra koşa koşa 12 Eylül için suç duyurusu bulunmaya adliyeleri doldurmalıydılar” diyor. Ve o sırada, 12 Eylülün yargılanma yolunun açıldığına inanan EDP’liler olarak, 13 Eylül sabahı İzmir’de, İstanbul’da, Ankara’da ülkenin her yerinde suç duyurusunda bulunduklarını söylüyor. Dava için suç duyurusunda bulunmayan bazı kesimlerin bakış açılarındaki tutarsızlıklara da gönderme yapmadan duramıyor, Sayın Cangı: “Bir kesim, suç duyurusunda bulunmadığı gibi, davanın açtırılmayacağını ya da açtırılsa bile zaman aşımından düşeceğini söylediler” diyor; “hüküm verilmeyeceğini söyleyenler, kurucu iktidara suç duyurusu yapılamaz diyenler, o kadar çoktu ki”, diyor, canı sıkılarak...

 Bir de sanık tarafındaki avukatların da “aynı şeyleri söyleyerek savunma yapmalarının” çok can yakıcı olduğunu söylüyor. “Ancak” diyor, “12 Eylül rejiminden gerçekten mağdur olmuş kesimlerin, Berfo Anaların, çocukları kaybedilmiş, idam edilmiş anaların, babaların, babalarını kaybetmiş çocukların, işkenceden sağ çıkabilenlerin, 1402 sayılı yasa mağdurlarının dava açıldıktan sonra, kendiliğinden davaya dahil olmaları, takipçisi olmaları; en sevindiricisi, bu oldu” diyor.

 12 Eylülün insanlarda neden olduğu travmalara işaret ediyor. Her gece 12 Eylül işkencehanelerinde geçirdiği işkencelerin kabusları ile uyanan bir şair arkadaşından duyduğu ifadeyi bizle paylaşıyor: “ ‘bu karar belki, uyuyamadığım gecelerimin sona ermesine neden olur?’ Belki de” diyor, “12 Eylül’le yüzleşmenin yolu açılacak bu davanın sonucuyla” diyor... “Ama” diyerek ekliyor “mutlaka diyor bundan sonraki diğer faillerin cezalandırılması için, açılmış ve açılacak tüm davaların çok sıkı takipcisi olmalıyız... “bu davanın bir nevi ana dava niteliği taşıdığını, MİT’den, Genelkurmaydan, birçok ulaşılamaz delilin, ulaşılamaz belgenin, bilginin toplanmasına olanak verdiğini de söylüyor. Bayrak planına, Yutkor belgelerine ulaşıldığının” altını çiziyor. “Bu belgelerle Devrimci 78’liler Federasyonu 3 kalın kitap çıkardı diyor.

Yani” diyorum, “bu dava sadece yaşı geçmiş iki generalin hüküm giymesinden ibaret değil”. “Şüphesiz ki” diyor, Avukat Cangı. “Bu belgelerin hepsinin sonra açılacak davalarda kanıt olarak, dayanak olarak kullanılacağını” söylüyor. Aslında daha en başta, hazır bir avukat bulup da konuşmaya başlarken, Balyoz davası ile 12 Eylül davasının aynı zamanlarda sonuçlanmasına dikkat çekerek başlamıştık sorularımıza.. Cangı, Balyoz’da verilen kararın geçici bir karar olduğuna ve davanın yeniden görüleceğine dikkat çekmişti. Ve bir darbe planı olduğuna ilişkin deliller olmasına karşın, yargılamada bir çok usulsüzlükler ve hak ihlalleri olduğunun da altını çizmişti. Ve farklı kesimlerin hak ihlallerinin, diğer kesimler tarafından da hak ihlali olarak değerlendirilmemesini, yüksek sesle seslendirilmemesinden duyulması gereken rahatsızlığını da dile getirmişti.

Sonra 12 eylül davasına dönüyoruz; Açılan davanın nasıl yürütüldüğü ile ilgili önemli bir vurgu yapıyor. “bu dava bir darbe davasıydı” diyor. “12 Eylül’deki mağduriyetleri başlatan ana eylem, soruşturma konusuydu” diyor. “Dosyanın içine herşey karıştırılmadı bu davanın, Balyoz ya da Ergenekon davalarında olduğu gibi” diyor. “Tersine diğer dosyalar, davanın içinden ayıklandı”. “Davanın kilitlenmemesi için müdahil sayısı sınırlı tutuldu, biz de bu konuda ısrarcı olmadık”, diyor. “Dava sembolik de olsa MGK’nin yaşayan üyelerine açıldı”. Böylece davanın daha hızlı ve daha kolay yol aldığını vurguluyor.

 

Tekrarlama pahasına, “bu davanın 12 Eylül rejiminin bir darbe, bir suç olduğunu tescillediğini” söylüyor ve bunun son derece değerli olduğunun altını birkez daha çiziyor: “çünkü darbeler tarihine sahip Türkiye’de ilk kez bir darbe suç olarak tanımlandı, yani darbe mahkum oldu” diyor. “Böylece darbenin yarattığı hukukun, o hukukla yapılan yargılamaların, kurumların meşruiyetleri tartışılmaya başlanır, yani rejimin tümü tartışılmaya, dava konusu olmaya başlanır” diye devam ediyor. Bu davanın böyle sonuçlanması demokrasi güçlerinin önüne 12 Eylül’ün aşılması fırsatını yarattığını da anlatıyor. “Nitekim, sanık avukatının savunmasında da bu vurgu yapılmıştır: ‘12 Eylül yasalarının devam ettiği hatırlatılarak, bu mahkeme ve diğer kurumların bile meşruiyeti tartışılır” denilmiştir, diye hatırlatıyor.

Cangı’ya, “Hükümetin bu davaya, bu karara dönük yaklaşımı için bir değerlendirme yapmasını” istiyoruz. “Davanın başlangıcı ile sonuna doğru, hükümetin bu davaya yaklaşımında olumsuz anlamda ciddi bir değişiklik olduğunu anlatıyor. İktidar, bu davadan böyle bir sonuç beklemiyordu ve hatta 12 Eylül’ün cezalandırılmasına hazır da değildi” diyor. “Hatta” diyor, “son zamanlarda mahkemenin Başbakanlığa bağlı MİT ve Genelkurmaydan istediği birçok belge ve bilgi gönderilmez de olmuştu”. Bu hukuki sonucun siyasi bambaşka sonuçlara yolaçmasından siyasi iktidarın korktuğunu ifade ediyor. Sonra diyor, Balyoz davasındaki kararın bozulmasını olumlayan Başbakanın, 12 Eylül davası için aynı sevinci göstermediğinin de altını çiziyor. Hatta kendisi için planladığı daha otoriter bir sisteme dönük fırsatlarını da boşa çıkarmasından korktuğu için (12 Eylül’ün kimi yasalarına, kurumlarına ihtiyaç duyduğu için örneğin YÖK’ü kaldırmak istemediği için) zorluk bile çıkartmak isteyeceğini düşünüyor.

Yani 12 Eylül yasalarına, kurumlarına bu hükümetin sahip çıkacağını ifade ediyorsunuz öyle mi” diye soruyoruz? “Hadi” diyor, “o kadar iddialı vurgu yapmayalım ama 12 Eylül yasaları ve kurumlarını değiştirmek konusunda da istekli davranmayacağını kolaylıkla ifade edebiliriz... yani karşısındaki vesayet rejimini devirdiğini düşünen giderek otoriterleşen yeni rejimin artık 12 Eylül rejiminin kural ve kurumlarını değiştirmek gibi bir derdinin kalmadığını kolaylıkla söyleyebiliriz”, diyor.

Bir kere 12 Eylülü aşmak isteyen bir iktidar, bu davada çıkan karar üzerine 12 Eylül kalıntılarını temizlemek üzere hemen harekete geçer, böyle bir irade göremiyorum”, diyor. Ve “kararın hükümete rağmen, müdahillerin davalarına sahip çıkmasıyla mahkemenin iradesi ile çıkmış olduğunu ve bu şekilde kesinleşebileceğini” de vurguluyor. 12 Eylül davasının sonuçlanması yeni başka mağduriyetlerin soruşturulmasını, soruşturulmasa bile 12 Eylül yasalarına, kurumlarına dayanan mağduriyetler dolayısıyla sivil itaatsizlik eylemlerinin çoğalacağına da işaret ediyor, Avukat Cangı. Dava boyunca pekçok tartışmanın yapıldığını ve aşıldığını söylüyor, mesela önce ‘kurucu iktidarın’ yargılanamayacağı üzerine yürümüş, tartışmalar. Ancak demokratik olmayan, halkın iradesi ile oluşmayan iktidarın meşru olamayacağından yola çıkarak 12 Eylülcülerin bu ‘kurucu iktidar’ savunması çürütülmüş. Evren ve Şahinkaya’nın bireysel başvurusunun AYM tarafından reddedilmiş olmasının anlamı budur. AYM kararı üzerine artık kurucu iktidar savunması çökmüştür.

Dolayısıyla Yargıtay’dan da bu davanın aynı hükümle bağlanacağına inanıyor. Bu dava henüz daha bir başlangıç: “Bu dava iki ihtiyarın yargılandığı bir dava değil, sadece” diyor, Cangı. “Bu davaya bağlı olarak başka bir çok davanın (şu anda aralarında komutan, yüksek bürokrat, vali, emniyetçi vb. gibi) yaklaşık 300 şüpheliye karşı açılmış/açılacak davaların da dayanağı olacak. Bu davadaki toplanan belge ve bilgilerle sadece diğer darbe davalarında kullanılmasının yanında, birçok işkence ya da başka mağduriyetlerin kanıtlanabilmesi, azmettiricilerin ortaya çıkartılması falan da mümkün olacak,” diyor ve ekliyor “örneğin biliyorsunuz 12 Eylül sonrası Avrupa İnsan Hakları Komisyonu tarafından devlet başvurusu ile Türkiye’de sistematik işkence olduğuna dair Kabul edilebilirlik kararı verilmiş, varılan dostane çözüm çerçevesinde birçok gözlemci gelmiş ve raporlar düzenlemişti, bu hususlarda 12 Eylül’ün sistematik işkenceye dayanan bir rejim olduğu da gerekçede yer alacak”... “Böylece bir çok işkence mağduru bu gerekçeden faydalanabilecek”, diye açıklamasına devam ediyor... Mahkemenin bizzat kendisinin, Evren ve Şahinkaya hakkında sistematik işkence yaptırdığına dair yoğun şikayetler üzerine savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu da hatırlatıyor.

 Bu davanın bu yönüyle de önemli olduğuna, sistematik işkencenin bundan sonra tevessül edilmemesi gereken bir yol olduğuna da bir gösterge olacağını ifade etti... Cangı, bu davanın başka açılacak davalar için ne kadar önemli olduğunu konuşurken, oldukça önemli bir hatırlatması daha oluyor: başka davalar kanalıyla yapacağı etkinin büyütülmesi için bu davaların toplumsallaştırılması gerektiğine vurgu yapmayı da ihmal etmiyor. “Nasıl ki bu dava kendiliğinden açılmadıysa ve kendiliğinden sonuçlandırılmadıysa, bundan sonraki davalarda da tüm mağdurların 12 Eylül’le ilgili suçların ve suçluların peşine düşmesi gerektiği ve takipçisi olması gerektiğini de” önemle vurguluyor.

Tüm davaların sahiplenilmesi gerektiğini yeniden tekrarlayan Cangı, hiçbirimizin, “adam sendeciliğe kapılma lüksümüzün olmadığını hatırlatıyor” ve “bu tür davaların önemsizleştirilmesinin yol açacağı sonuçların hiç de hayırlı olmayacağını, 12 Eylülden hesap sormak için hepimizin yapacağı şeyler olduğunu tekrar tekrar vurguluyor. Ayrılırken son olarak ekliyor: 18 Haziran’da çıkan kararın kesinleşmesinin zaman alacağını ve karar kesinleşmeden hapis cezasının ve rütbelerin sökümünün uygulanamayacağını söylüyor. Bu süre içinde suçluların ölümü halinde kamu vicdanının zedelenmemesi için yasama organına görev düştüğünü, 12 Eylül darbesinin sağladığı tüm ünvan ve kazanımların geri alınması için yasa çıkartılabileceğini ifade ediyor ve meclisi göreve çağırıyor.

Arif Ali CANGI Kimdir?

1964, Mersin-Mut doğumlu. 1989’da, İ.Ü. Hukuk Fakültesinden mezun oldu. İzmir’e yerleştikten sonra 1995’den itibaren Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi Yöneticisi, 1998’den itibaren farklı dönemlerde İzmir Barosu’nda yönetici olarak çalıştı. Cangı, başta Bergama köylüleri ile çevredeki diğer köylülerin tarım arazilerinde “siyanürlü altın işletmelerine” dönük başlattıkları mücadelelerde köylülerle birlikte oldu, İzmir-Bergama, Eşme, Sivrihisar, Havran/Küçükdere/ Elele hareketi sözcülüğünü yaptı.Ege Bölgesinde çevre hareketinin gelişmesinde etkisi olan EGEÇEP’in kuruluşuna destek verdi ve sözcülüğünü üstlendi. Barajın suları altında bırakılmak istenen Allianoi antik yerleşiminin korunması için çaba harcadı. Küresel BAK (Barış ve Adalet Koalisyonu) ile savaş karşıtı eylemler yürüttü. ÖDP’den milletvekili adayı gösterildi, İzmir Şubesinde yöneticilik yaptı. 2009’da İzmir’den Bilikte Başaracağız Platformu’nun adayı olarak, Bağımsız Belediye Başkanlığı için yarıştı. EDP’nin ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partinin kurucularından ve yöneticilerinden oldu. Cangı, Birgün Gazetesi, Sesonline, izmirizmir.net, turnusol.net vb. gibi haber sitelerinde yazılar yazdı, görüşler sundu. Ali Arif Cangı, 2000’den bu yana 12 Eylül ile ilgili hemen tüm davaların müdahili ve takipçisi oldu, 12 Eylül rejiminin yargılanması ve ceza alması için çalıştı...

12 Eylül’de Neler Oldu?

12 Eylül’cülerin yargılanması için Avukat Cangı ve arkadaşları 11 Eylül 2000’de TCK’nin 147. maddesine muhalefet, işkence, adam  öldürme, adam kaldırma, hürriyeti tahdit, alıkoyma,  mesken masuniyetini ihlal suçlarına  azmettirme ile ilgili suçlara istinaden İzmir’den suç duyurusunda bulunmuşlardı. Suç duyurusu dilekçesindeki bilgiler, 12 Eylül rejiminin yüz karasını tüm açıklığıyla ortaya seriyordu: Aralarında şu anda yaşayan Kenan Evren, Tahsin Şahinkaya ve diğer komuta kademesindeki generallerden oluşan bir grup subay ve bürokratın, 12 Eylül 1980 tarihinde askeri bir darbe yaparak Bakanlar Kurulunu ve Devletin tüm anayasal kurumlarını ortadan kaldırmak üzere TCK.’nun 147. maddesine göre düzenlenmiş olan dosyaya göre suçlamalar başlatılmış ve 27 Ekim 1980 tarihli 2324 sayılı Anayasa Düzeni hakkında Kanun’u yayınlayarak varlıklarını meşrulaştırmaya çalışmalarından söz ediyordu. Kanun olarak belirtilmiş olan ancak halk iradesi ve yasama kurumundan geçmemiş bu yasa ile TBMM kapatıldı.

Mevcut anayasa ilga edildi. Mevcut siyasi partilerin hepsi, kapatıldı; mallarına el konuldu. Yöneticileri, hapsedildi, sürgünlere gönderildi. 650 bin’den çok insan gözaltına alındı; Bir milyon altı yüz seksen üç bin kişi fişlendi; 230 000’den çok insan için, bir çoğu özel mahkemelerde en az 210 000 dava açıldı. Açılan davaların birçoğu hukuk kurallarına aykırı olarak siyasi otoriteden gelen direktiflerle sonuçlandırıldı. 7 000’den fazla insan için idam cezası istendi; 517’si idamla cezalandırıldı. Yaşı tutmayanlar dahil 50 insan asıldı. 259 kişinin idam isteğiyle dosyası Meclis’e gönderildi. 71 000’den çok insan, TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.100 000’e yakını “örgüt üyesi olmak”la suçlandı; birçoğu ceza yedi. 400 000’e yakın insan pasaport alamadı. 30 000 kişi “sakıncalı” sayıldı, işini kaybetti, yurttaşlık haklarından bir çoğunu kullanamaz hale getirildi. 14 000 kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 000’den çok insan “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitmek zorunda kaldı.

300 kişi kuşkulu bir şekilde öldürüldü. Yüzbinlerle ifade edilen insan işkenceden geçirildi. Sonradan açılan davalarda 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi. 937 film “sakıncalı” bulundu ve yasaklandı. 24 000’e yakın yasal dernek, faaliyetten men edildi. 4 000’e yakın öğretmen, üniversitelerde ise 120 öğretim üyesi işten atıldı. 47 hakimin de işine son verildi; 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi, gazetecilere verilen hapis cezaları 3 315 yılı geçiyordu. 31 gazeteci yargılanarak cezaevine girdi, bir çoğu uzun gözaltılarla hapishaneleri yaşadı. 300 gazeteci saldırıya uğradı, 3 gazeteci silahla öldürüldü. 12 Eylül sonrası büyük gazeteler, 300 günden fazla yayın yasağı yaşadı, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi öldü. 144 kişinin ölümünde resmi görevlilerin parmağı olduğu kuşkusu vardı. 14 kişi açlık grevlerinde öldü, 16 kişinin “kaçarken” vurulduğu söylendi.

 Çeşitli biçimlerde “çatışmalarda” öldürülen 73 kişiye, “doğal ölüm raporu” verildi, 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi...... İnsan yaşamını doğrudan hedef alan bu suçların ötesinde, zorunlu din dersleri konuldu, Suudi Arabistan merkezli Rabıta-ül İslam Örgütü, din adamlarımızın maaşlarını ödedi, Türk İslam Sentezi’ni temel alan bir kültür millete dayatıldı. Laiklik yara aldı. Bütün iktidar, generallerden oluşan MGK’nin eline bırakıldı, MGK kararları daima kurucu ya da yasama meclisinin önüne geçti vs. vs. 2010’da yapılan Anayasa referandumu ile kaldırılan geçici 15. Madde sayesinde, dava nihayet 4 Nisan 2012’de açıldı. Dava 19 duruşma sürdü.

18 Haziran’da görülen son duruşmada, Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi, darbeci generaller Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya için 765 sayılı TCK’nın “Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler” başlıklı 146. Maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı. Dava boyunca süren iyi halleri göz önünde bulundurularak cezaları müebbet hapis cezasına çevrildi. Ayrıca rütbelerinin sökülmesine de karar verildi.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış