Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

20. Yüzyılın İlk Yarısında Film Festivalleri: Venedik, Cannes ve Berlin

Son 25 yıldır film festivallerinin sayısında dünya genelinde büyük bir artış gözlemleniyor. Festivallerin sinema sektöründe yapım, dağıtım gibi ağlara ulaşımında önemi giderek artarken yaşadığımız bu distopyan dönemin festivallere etkilerinin izini dünyada ve Türkiye’de çeşitli boyutlarıyla sürmek önemli bir mesele. Son üç yıldır yaşanan sansür vakaları Türkiye’nin “en büyük” festivallerini bile ıskalamazken, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve yerel yönetimlerin festival programlarına ve ekiplerine yönelik “ıslah edici” müdahaleleri giderek görünür hale geldi.

20. Yüzyılın İlk Yarısında Film Festivalleri: Venedik, Cannes ve Berlin

Bu durum festivallerin içeriğinin devlet/hükümet politikalarından(?) ayrıştığını fark eden bürokrat, muhbir vatandaşlar ve oto-sansürcü festival ekiplerinin de kendilerine vazife bilmesiyle film üreten ekipler için filmlerini seyirciyle buluşturma ve festivaller aracılığıyla filmleri uluslararası alanda sergileme fırsatının kaybı anlamına geliyordu. Monopolleşen ticari sinema zincirlerinin, artık festivallerde ödül almış filmleri bile gösterime sokmakta hükümet politikalarının seyrini gözeterek vazgeçişi, medyadaki kadar büyük bir temsil kaybının göstergesi. Sanat alanını, ilişki ağlarını ve kültür endüstrisi içindeki yerini geniş perspektiften anlayabilmek için nasıl sanat eserlerinin ve sanatçıların müze ve galerilerle kurduğu ilişkiye dair araştırmalar yapılıyorsa, Adorno ve Horkheimer’ın kültür endüstrisinin ana sektörü olarak tanımladığı sinemayı ve kültür endüstrisini anlamak için de festivaller üzerine çalışılması kaçınılmazdır.

Alandaki yazılı üretimin sinema tarihçilerinin ve sinema eleştirmenlerinin ürettiği içerik ekseninde yoğunlaşması festivallerin ideolojik reflekslerini ve kültür endüstrisi içindeki yerini izlemeyi imkansızlaştırdı. Bu sayıda film festivallerinin tarihçesine değinerek dosyamıza devam edeceğiz. Film festivallerinin başlangıç tarihi ideolojik angajmanı itibariyle oldukça manidar olmasının yanısıra, II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Avrupa’dan doğru gelişir. Thomas Elsaesser’den aktararak, 40 ve 50’ler itibariyle festivaller kültürel alandaki önemlerine, ekonomik boyutuna ve politik olgunluklarına kavuşurlar (Elsaessler, 2005: 71). Dünya üzerinde gerçekleştirilen ilk film festivali 1932 yılında Venedik bienaline eklemlenen Venedik Uluslararası Film Festivali’dir. Festival, Mussolini tarafından faşist rejimin ivmesini arttırmak, İtalyan filmlerinin uluslararası alanda tanınırlığını/dağıtımını hızlandırmak ve milliyetçiliği teşvik etmek amacıyla organize edilir. Sinema, faşizmi pekiştirmek ve Mussolini’nin kendisini ve güçlü bir ulus olarak İtalya’yı tanıtmak amacıyla belki de Mussolini ve rejiminin kullandığı en etkili sanatsal araç olmuştur. 1934-1942 yılları arasında en iyi film ödülü de Mussolini Cup adı altında verilir. 1939 yılında Louis Lumiere başkanlığında Venedik Film Festivaline rakip olarak planlanan Cannes Film Festivali 1 Eylül’de Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesi üzerine iptal edilir ve ancak 2. Dünya Savaşı bittikten bir yıl sonra 1946 yılında yapılabilir.

II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa ilk festival patlamasını yaşar. Hollywood harici avangart, sürrealist ve belgesel filmlerin 1919’dan beri Avrupa’da üretiliyor olması; Paris, Londra, Berlin, Amsterdam ve diğer Avrupa şehirlerinde her tür “sanatsal” filmin ücretsiz gösterildiği film kulüpleri ve toplulukların avangart entelektüeller ve sanatçılar tarafından kurulması da Avrupa’da yaşanan “festival patlamasını” açıklayan bir diğer etkendir (de Valck, 2007: 25). Artık Hollywood filmleri ve kopyalarının dışında farklı film türleri ve filmciler de kendi ağlarını oluşturmak ve filmlerini başka ülkelerde de göstermek istemektedir.

Venedik ve Cannes’dan sonra diğer ülkeler de kendi festivallerini kurmak isterler. Cannes’ı 1946’ da Locarno, Karlo Vary, Edinburg film festivalleri izler. 1947’de Brüksel, 1951’de Berlin ve 1954’te Oberhausen’in eklemlenmesiyle ile 50’lerin ortasına gelinir (de Valck, 2007:49).

1951 yılında kurulan Berlinale başta Berlinliler olmak üzere Alman filmcilere, film endüstrilerini tekrar inşa etme fırsatı tanır. Buna rağmen uluslararası film festivalinin Berlin’de kurulmuş olması ekonomik değil jeo-politikti. Festival, Amerikalı “film subayı” Oscar Martay’ın öncülüğünde Soğuk Savaş döneminde Amerikan taktiğinin bir parçası olarak başlatılmıştı
(de Valck, 2007: 52). Martay 1950 yılında festival için fizibilite yapması ve Berlin’in batı bölümünde film etkinlikleri için hazırlıklar yapması için atanır. Festival, Bonn hükümeti, Amerikan görevlileri ve işgal altındaki Berlin’deki müttefiklerin işbirliğinde yapılmaktadır. Bonn, 1949-1990 yılları arasında Federal Almanya Cumhuriyeti’nin başkenti olarak işlev görür. Sovyet güdümündeki Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin (DDR) ortasında yeralan Batı Berlin’in konum olarak seçilişi stratejik bir hamledir. 6-12 Haziran 1951

yılında Hitchcock’un Rebecca’sı (1940) ile açılan ve ilki gerçekleştirilen festival, Soğuk Savaş döneminde Amerikan politikalarına çeşitli şekillerde alet olur. İlk olarak komünist ülkelerden gelen filmler festivale kabul edilmez. Martay başkanlığındaki 9 üyeden oluşan ön eleme komitesi oy çokluğuyla (7-2) Doğu Avrupa ülkelerinin davet ve temsil edilmemesine karar verir. Ayrıca her ülkenin en fazla 1 veya 2 filmle katılmasına izin verilirken Amerika Birleşik Devletleri ve Britanya bu kuraldan muaf tutulurlar. Festival kendisinin “Batının Doğudaki Kültürel Vitrini” olarak niteleyerek sınırda yeralan 21 tiyatroyu gösterim merkezi olarak kullanılır. Fiyatlar düşük tutulur ve sınır duvarları festival afişleriyle donatılır. Bütün bu stratejiler Batı dünyası ve değerlerini Doğuda tutundurmak ve yaymak için kullanılır. Mekanın yakın oluşunun yanı sıra ucuzluk ve reklamlar yoluyla Festival, Doğu Berlinliler için çekici kılınmaya çalışılır (de Valck, 2007: 52).

Venedik Film Festivali ise 1946 yılında tekrar kurulur. 1949 yılında tekrar verilmeye başlayan en iyi film ödülünün ismi Altın Aslan (Golden Lion of St Mark olarak değiştirilir. Cannes güneş ve denizin etkisiyle de festival ziyaretçilerin ilgisini giderek daha çok çekerken, Berlin yıkılmış ve ikiye bölünmüş bir ülkenin eski başkenti olarak 50’ler ve 60’larda güneydeki seleflerinden ayrışmaktadır.

Dünya üzerinde gerçekleştirilen ilk film festivali 1932 yılında Venedik bienaline eklemlenen Venedik Uluslararası Film Festivali’dir. Festival, Mussolini tarafından faşist rejimin ivmesini arttırmak, İtalyan filmlerinin uluslararası alanda tanınırlığını/ dağıtımını hızlandırmak ve milliyetçiliği teşvik etmek amacıyla organize edilir.

Savaş ertesi, Britanya Ordusu’na danışmanlık yapan sinema tarihçisi ve danışman Dr Alfred Bauer’in festival yönetmeni olarak atanması “Batı değerlerini kutlayan”, “Batı kültürünün vitrini” olarak Berlin Film Festivali’nin, politik ve ideolojik yönünü açık etmekten de kaçınılmadığının bir göstergesi olur. Batı Almanya, Alman Sineması’nın doğduğu yer ve merkezi olan şehrin ikiye bölünmesi ile bu mirası sahiplenmek, yeniden yaşatmak ve “kullanmak” için Berlin Film Festivali’ni yaratır. Böylece en az Doğu’da olduğu kadar Batı’da da filmin bir yaşam biçimi olduğu vurgulanır (Wong, 2011: 43). Festival sırasında belediye başkanı Ernst Reuter tarafından Batı Berlin, “sanatı propaganda aracı olarak kullanan bir baskı ve şiddet rejimi ile çevrili bir bağımsızlık ve özgürlük vahası” olarak tanıtılır.

Yılda bir veya iki yılda bir düzenli olarak gerçekleşen festivalleri sabırsızlıkla bekleyen seyircileri festivalleri daha dikkatli takip etme çabamızın bir ürünü olarak festivaller tarihine dair yazılarımız kaldığımız yerden devam edecek.

Kaynakça:

de Valck, Marijke (2007). Film Festivals: From European Geopolitics to Global Cinephilia. Amsterdam: Amsterdam University Press.

Elsaesser, Thomas (2005). Film Festival Networks: The New Topographies of Cinema in Europe.” European Cinema: Face to Face with Hollywood. Amsterdam: Amsterdam University Press.

Adorno, T. W. (2003). “Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken”. Cogito Dergisi, 36.sayı, yaz.

Wong, Cindy Hing-Yuk. (2011) Film Festivals: Culture, People, and Power on the Global Screen. New Brunswick, NJ: RutgersUniversity Press.

“A study of the Venice Film Festival as a Product of Mussolini’s Italy”, 2011. Bkz: http://venice11.umwblogs.org/ the-venice-film-festival-a-study-of-the-venice-film-festival-as- a-product-of-mussolinis-italy/

Haber Bilge Taş

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış