Meclisin siyasal, anayasanın yargısal denetimi olmaksızın çıkartılan KHK’lar aracılığıyla toplumsal muhalefete yönelik bu topyekûn saldırının önemli ayaklarından birisi de üniversitelerde yürütülüyor. AKP’nin itaatkâr, kindar ve dindar nesiller yetiştirme özlemi önünde engel olarak görünen öğretim üyeleri ihraç edilmeye, bağlı bulundukları fakülteler tasfiye edilmeye çalışılıyor. Bu büyük tasfiyenin en hoyrat biçimde yaşandığı yükseköğretim kurumlarının başında ise Ankara Üniversitesi geliyor.
Farklı tarihlerde yayınlanan KHK’larla bugüne dek Ankara Üniversitesi’nde toplam 92 akademisyen kamu görevinden ihraç edildi. Son olarak 7 Şubat gecesi 72 akademisyenin birden ihraç edilmesi hem Ankara Üniversitesi’nde hem de Türkiye kamuoyunda büyük bir yankı uyandırdı. Tamamına yakını Barış İçin Akademisyenler bildirisi imzacısı ve Eğitim Sen üyesi olan 72 akademisyenin ihracı sonrasında Ankara Üniversitesi’nin tarihi öneme sahip olan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, İletişim Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde lisans ve lisansüstü düzeydeki bazı bölüm ve programlar da fiilen kapatılmış oldu.
Sadece akademisyenleri değil, bağlı oldukları kurumları ve öğrencileri de hedef alan bu tasfiye operasyonuna yönelik tepkiler daha öncekilerden çok daha büyük ve etkili oldu. İlk gece sosyal medyada başlayan tepkiler, ertesi günden itibaren ihraç edilen akademisyenlerin kararlı direnişiyle bütünleşince, çok yaygın bir toplumsal tepkinin açığa çıkmasına zemin hazırladı.
Direnişin Merkez Üssü: Cebeci Her direniş bir mekâna ihtiyaç duyar... Mekânın kendine özgü dokusu, doğası, tarihi ve hatta topografyası direnişi şekillendiren unsurların başında gelir. Dolayısıyla 7 Şubat KHK’sı sonrasında akademide yükselen direniş eğilimini de ortaya çıktığı mekânla yani Cebeci ile birlikte düşünmekte fayda var. İçinde Siyasal Bilgiler Fakültesi, İletişim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi ve Hukuk Fakültesi’nin bulunduğu Cebeci Kampüsü, Türkiye’deki akademi geleneğinin kendine özgü kurallarının bir biçimde işlemeye devam ettiği, fakültelerin tarihsel önemleri nedeniyle de hem akademisyenlerin hem de öğrencilerin bilimsel özgürlüklere ve demokratik teamüllere büyük gayretle sahip çıktıkları bir yerdir. Bu özellikleriyle de Ankara Üniversitesi’nin diğer kampüslerinden, hatta Türkiye’nin pek çok üniversitesinden ayrılmaktadır. AKP Hükümeti’nin ve Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nün Cebeci Kampüsü’ne dönük saldırgan tutumunun altında yatan temel motivasyon da bu fakültelerdeki akademisyenlerin kamusal rollerinin bilinciyle memleket meseleleri konusunda özgürce tutum almaktan geri durmamalarıdır. Bunu kahramanlık dürtüsüyle değil, içinde yetiştikleri akademik kültürün kendilerine yüklediği kamusal sorumluluk bilinciyle yapmaktadırlar.
Cebeci’nin bu kendine özgü durumu, AKP iktidarının, tetikçi gazetelerinin ve nihayet Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nün hedefinde olmasına neden olmuştur. Bu süreçte öğretim üyeleri gazete manşetlerinde açıkça hedef gösterilmiş, öğrenciler sudan gerekçelerle okuldan uzaklaştırılmış, kadrolar verilmemiş, lisansüstü programlar kapatılmış, akademisyenler soruşturmalarla baskı altında tutulmaya çalışılmıştır.
Son 5-6 yıldır kampüste bulunan fakültelere, öğrencilere ve akademisyenlere yönelik AKP’nin sistematik saldırılarına karşı fakülte kurullarının ve akademisyenlerin bütünlüklü bir duruş geliştirmedikleri, hatta fakültelerin idarecilerinin topyekûn bir teslimiyet içinde olduklarını da görmemiz gerekir. Akademisyenlerin bu parçalı-ikircikli tutumlarının ve idarecilerin teslimiyetçi çizgilerinin son yaşanan kıyımda payının olduğu unutulmamalıdır. 1 Eylül 2016 ve 6 Ocak 2017’de aynı kampüsten 20 akademisyenin ihracına da yeterli ve güçlü bir karşı duruşun örgütlenemediği bir gerçektir.
7 Şubat’ta yaşanan ihraçlar sonrasında gelişen direniş de zaten akademisyenlerin kendilerine ilişkin bu gerçeğin farkına varmalarıyla açığa çıkabilmiştir. 8 Şubat sabahından itibaren Siyasal’ın arka bahçesinde birikmeye başlayan ihraçlar kalabalığı, kendilerinden önce ihraç edilen arkadaşlarıyla yüz yüze geldiklerinde aynı zamanda yeterince yerine getiremedikleri sorumluluklarıyla da yüz yüze gelmiştir. Bu sorumluluk bilinci daha 8 Şubat sabahından itibaren kampüste bulunan her hocaya egemen olmuştur. İhraçların sayısı akıl almaz boyutta olduğu için bu sorumluluk bilinci sadece atılan arkadaşlara ilişkin bir kaygı olmaktan çıkarak, her birinin kendine ait tarihi olan fakültelerinin ve öğrencilerinin geleceğine ilişkin kaygıyı da kapsamıştır. Aynı günün akşamında yapılan Eğitim Sen Üniversiteler Şube Meclisi toplantısına katılan 200’ün üzerinde akademisyen arkadaşlarına, fakültelerine ve öğrencilerine karşı duydukları sorumluluk duygusuyla, KHK’ları ve sonuçlarını bütünüyle reddeden ortak bir tavır ortaya koymuşlardır. “Hayır Gitmiyoruz” sloganıyla ifadesini bulan bu tavır, daha önceki ihraçlarda yaşanan hüzünlü vedalaşmaların yerine kararlı bir direniş olanağını da ortaya çıkarmıştır. Kampüste bulunmaya devam etmek, meseleyi gündemde tutmak için kampüs merkezli eylemler yapmak, odaları kendiliğinden boşaltmamak ve bulunulan her ortamda akademik üretkenliğe devam etmek şeklinde gelişen “Hayır Gitmiyoruz” tavrı, daha önce Türkiye’nin farklı üniversitelerindeki ihraçlarda sıklıkla karşılaştığımız haksızlığa uğramışlık duygusunu aşan, yaşanan mağduriyetin acısına teslim olmayan bir mücadele imkânı yaratmıştır. Kuşkusuz bunu kolaylaştıran en önemli şey Cebeci’nin akademi kültürü ve ihraç edilen akademisyen sayısının fazlalığıdır. İhraçların yaşandığı andan itibaren sosyal medyada yaygınlaşan ve akademisyenlerin kararlı tutumu görüldükçe giderek yükselen toplumsal destek, Cebeci’deki direnişin moral motivasyonunu da yükseltmiştir. Kampüste bulunan öğrencilerin hocalarını sahiplenmesi de mücadeleyi sürdürülebilir ve anlamlı kılmaktadır.
Cübbelerimizi Çiğneyebilirsiniz, Onurumuzu Asla
Cebeci’de başlayan direnişi ve direnişi bastırmaya yönelik polis şiddetini görünür kılan olay 10 Şubat tarihinde gerçekleştirilmek istenen “Büyük Buluşma” oldu. İhraç edilen akademisyenlerin mezun ettikleri öğrencileri ve diğer üniversitelerdeki akademisyen arkadaşlarıyla buluşmak için yaptıkları çağrı Rektörlük ve Emniyet tarafından engellenmek istendi. Yıllarını üniversiteye vermiş emekli hocalarımız, okulumuzun eski mezunları, hatta halen üniversitede görev yapan akademisyenler bile kendi üniversitelerinin kapısından içeri alınmadı, hırpalanarak uzaklaştırıldı. Kampüs kapılarını cezaevi kapısına çeviren polis, içeride bulunan akademisyen ve öğrencilere de plastik mermi ve biber gazı ile saldırdı. İletişim Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi koridorlarında akademisyen avına çıkan polis, fakültelerimizi gaza boğduktan sonra akademisyen arkadaşlarımızı yerlerde sürükleyerek gözaltına aldı. Akademisyenlerin kampüs girişine serdikleri cübbelerinin polis postalları altında çiğnenmesiyle sembolleşen Büyük Buluşma sırasında 4’ü akademisyen toplam 14 kişi gözaltına alınırken, İletişim Fakültesi öğretim elemanı Mehmet Yıldırım’ın bacağı kırıldı.
Polisin kampüste estirdiği şiddete rağmen, kampüste bulunan akademisyenler, içerideki öğrencilerle birlikte planlanan etkinlikleri gerçekleştirmeyi başardı. Polisin uyguladığı şiddet kamuoyunda büyük tepki yaratırken, akademisyenlerin kararlı duruşu direnişe verilen desteğin yaygınlaşmasına neden oldu. Daha sonraki günlerde kampüs içerisinde gerçekleştirilen etkinlikler çok daha kalabalık, çok daha coşkulu geçti.
Mücadele Sürüyor Cebeci Kampüsü’nde ihraç edilen akademisyenlerin henüz hiçbirisi odalarını terk etmedi. Her gün farklı fakültelerde gerçekleştirilen açık dersler, ortak dersler, forumlar ve toplantılar aracılığıyla akademik paylaşımlar başka biçimlerde devam ediyor. Kampüs içerisindeki bu etkinliklerin dışarısıyla buluşması ise Rektörlük ve Valilik tarafından şiddetle engelleniyor. Buna rağmen ihraç edilen akademisyenler Ankara’nın her yerinde katıldıkları etkinliklerle toplumun farklı kesimleriyle buluşma gayretlerini sürdürüyorlar.
Kimi zaman TBMM’de, kimi zaman sokak aralarında gerçekleştirilen akademik sunumlarda, kimi zaman basın açıklamalarında, kimi zaman medya sohbetlerinde yaşadıkları durumu doğrudan paylaşıyorlar.
Henüz herhangi bir şey başarmadık, henüz hiçbir arkadaşımızı işe geri döndüremedik, henüz üniversiteleri derin uykusundan uyandıramadık, henüz öğrencilerimizin kapatılan derslerini dolduramadık bile. Şimdiye kadar yapabildiğimiz tek şey, içine atıldığımız durumu kabullenmemekti ve gördük ki bu bize büyük bir enerji verdi. Bu kabullenmeme duygusunu yaygınlaştırmak ve kolektif biçimde farklı yollar açabilme yaratıcılığını geliştirmek gerekiyor. Şu ana kadar çıkarabildiğimiz en önemli ders budur.
* İhraç Edilen Ankara Üniversitesi Uzmanı.
Yorumlar (0)