Belirli coğrafyalarda, belirli bir kentte veya bölgede yaşayanları eski yıllarda olduğu gibi konuşmalarından ayırt edebilir misiniz? Konuşanın örneğin Kıbrıslı mı, Karadenizli mi, Karslı mı veya Balkan göçmeni mi olduğunu belki hâlâ bir ölçüde anlayabilirsiniz. Anadilin bu yerel farklılıklarını kapsadığı bölgenin ölçeğine göre dilbilimciler lehçe, diyalekt, şive, ağız gibi terimlerle adlandırıyorlar. “Ağız” konuşulan dilde en dar anlamdaki yerel özelliği yansıtıyor; Orta Anadolu ağzı, Ankara ağzı gibi. Herkesin Türkçeyi, Devlet Tiyatrolarında konuşulduğu gibi İstanbul Türkçesi ile konuşması beklenebilir mi? Modernleşme sürecinde insanlarımızın konuşmalarının da tek tipleştirilmesi mi amaçlanıyordu? Bunların tartışmasını erbabına bırakalım ama insanların konuştukları ‘ağız’a göre bir ‘kimlik’ taşıdıkları, farklı ‘ağız’larda konuşanların dışlanabildikleri, ötekileştirilebildikleri bir gerçek.
Öte yandan konuşulan dildeki yerel farklılıklar maddi olmayan türden bir kültürel miras ve günümüzde çok hızlı bir biçimde yok oluyor. Özellikle televizyonun yaygınlaşmasıyla yeni kuşakların dili genel söyleniş biçimleriyle tek tipleşiyor. ‘Ağız’ farklılıkları, ‘ağız’lar giderek ortadan kalkıyor ama özellikle eski kuşaklardan bu ‘ağız’ları duymanız, genç kuşaklarda da bazı izlerini bulmanız mümkün. ‘Ankara ağzı’ da gitti gidiyor. Vehbi Koç öldükten sonra Ankara’ya ‘Angara’ diyen kaç kişi kaldı? Dilbilimciler, folklorcular, meraklıları bu gittikçe izleri silinen kültür mirasını belgelemeye çalışıyorlar. Dr. Hakan Akca’nın 2009 yılında Gazi Üniversitesi’nde verdiği “Ankara İli Ağızları” başlıklı doktora tezi de bu alanda yapılan son çalışmalardan biri. Tez çalışması her gün farkında olmadan konuştuğumuz bir dilin nasıl ayrıntılı incelenebileceğini göstermesi açısından çok yararlı bir örnek. Sesli kayıtların yazıya geçirilmesinde kendine özgü fonetik yazımların da kullanıldığı çalışmada Ankara ve dolaylarındaki yerleşmelerde görüşülen kişilerden zengin bir derleme yapılmış. Tez çalışmasının bir bölümünü oluşturan bu derlemeler eğer biraz eski Ankaralıysanız ve Çankaya’nın, Kızılay’ın ötelerinde dolaştıysanız kulağınıza hiç yabancı gelmeyecek.
Derlemeler 2003 yılında Ankara Solfasol’dan Fatma Toparlak’ın söyledikleri ile başlıyor. Fatma Toparlak o sırada 79 yaşındaymış ve sözlerine Hacı Bayram Veli’ye ilişkin söylence ile giriyor: “Hacı Bayram Veli burıya Angarı’ya gelmiş. Angarı’ya gelince hep toplamış müridlerini. Benim müridlerim dimiş, gelsinner filan gün benim işde mesela Yıldızdepe’de imtanım var, gurban kesecem. Müridlerim gelsin, bana kim tabise onu ben gurban idecem dimiş. Oriye çadırları gurmuş, millet başına toplaşmış. Herkesden algı virgi alamıyo ya, orıya herkes toplaşmış, çadırları gurmuslar…. “Ondan sona çadırları yıgmışlar, gelmişler Solfasıl koyüne... Solfasıl koyünde işde dedemgilin zamanında, Solfasıl koyü altı haneymişdi. Sonradan şordan gelmiş, burdan gelmiş dirken çoluh çocuh olmus, evlenmiş, dirken çoaldı. sona da daaldı, şindi de gine daaldı. Solfasıl koyü galmadı. Solfasıl koyünde bi gaç kişi galdı, galmadı… Biz işde Solfasıl’ın yirlisiyiz.” Tez çalışmasının ekindeki bir başka derlemede Çankaya Yakupabdal’dan 1949 doğumlu Fatma Özdemir “unuduyoz gali, eski gibi galmayo meseller, unudulıyo” diyor, aklında kalan şu bilmeceleri ve yanıtlarını söylüyor: “Hat didim, hut didim, git gapının ardına yat didim – Süpürge “Dada takılar, suda çipiler – Çıba, giçi (keçi) “Sarı sarı sargar, düşcem di gorghar – Zerdali “Aldır ebesi, yişildir gübesi, bunu bilmiyen işşek sıpası – Fişne “Allahın işine bah, sırtında dişine bah – Mısır “Deve dabanı, zümbül sabanı, gezer evleri, bilmez yabanı – Terazi
Yukarıdaki alıntıları derlemelerdeki fonetik yazılımdan okuyabildiğim kadarıyla yazarak aktarmaya çalıştım. İlginizi çektiyse ve ‘Ankara Ağzı’ konusunda daha ayrıntılı bilgi edinmek istiyorsanız Hakan Akca’nın doktora tezine internette http://tez2.yok.gov.tr adresindeki YÖK Ulusal Tez Arşivinden ulaşabilirsiniz.
Yorumlar (0)