Sahne 1: Beckett’ın “Sözsüz Oyun 1” adlı eserini “Bir Beckett Oynamak”adı ile yorumlanmış Haluk Yüce. Tiyatro ve kukla eleştirmenleri zamanında yazmıştır
bu performansa dair. Ben bu sezonunson oyunu sonrasında gördüklerimi anlatmak istiyorum. Marina Yüce ve Haluk Yüce’nin sessiz uyumu, oyun bittikten sonra izleyici ile iletişimde de birbirini tamamlayıcı bir şekilde ilginç bir sohbet yaratıyor. Günümüzde kuklacıların artık kendilerini gizlemeyişi, kuklacı ve kukla arasındaki ilişkinin oyunun bir parçası olması ve bu arayüz ile oyunda yaratılan katmanlılık üstüne tartışılıyor. Umut, varoluş ve oyunun nasıl bittiğine dair konuşmalar oluyor. Genç bir kadın “ben 25 yaşındayım, beş yaşındayken siz benim kreşime gelmiştiniz, o zaman çok etkilenmiştim, şimdi de burada olmak çok etkileyici oldu” diyor Haluk Yüce’ye. Bir başkası “bu oyuna benim üçüncü gelişim, size de tavsiye ederim, her seferinde sonuca dair başka türlü hissedip düşündüm” diyor. Oradaki herkes dünyanın, ülkenin hallerinin de bilisi ile o anne kadar değerli bir şey yaşadığının farkında olarak gülümsüyor bence: vardır ya “oh şükür, şükür, hâlâ böyle insanlar var, böyle şeyler oluyor” der insan. Ve son zamanlarda Tiyatro Tempo’nun Küçük Prens oyununa da gidenlerin fark etmiş olduğu gibi kukla sadece çocuklar için değilmiş meğer, Marina Yüce’nin dediği gibi “kukla zaten diğerleri gibi bir aktör”...
Sahne 2:“Karagözüm çocuğu uyutup geliyorum”
diyor Hacivat, öte yandan geleneksel Karagöz- Hacivat rolleri ve iletişimipolitik doğruculuk olsun diye yabancılaştırıcı bir şekilde değiştirilmemiş, hep bildiğimiz lezzette konuşmalar. Başka bir oyunda, bu karakterler bir ceviz ağacını yaşatmaya çalışıyor. Haluk Yüce’nin farklı karakterleri oynatırkenki, sesi, şivesi, tüm ustalığı yetenek ve tecrübenin neler yarattığını gösteriyor.Boşuna ona Hayali Yüce Ali adını vermemiş ustası Hayali Torun Çelebi (Hayali Küçük Ali’nin torunu ve öğrencisi).
Sahne arkası:Marina Yüce, Karagöz-Hacivat’ın geleneksellik algısıyla, eski ve eskimiş şeyler köşesine itildiğini, kukla tekniği ve tarzı olarak ne kadar değerli olduğunun unutulduğunu söylüyor haklı olarak. Aslında bir yandan da çocukların teknolojiyle kuşatılmış dünyasında, reklam sektörünün, AVM’lerde Karagöz’e her ramazanda bu kadar çok “saldırıp”, kalitesizce kullanarak onu limelime ediyor olmasınınKaragöz’ün gücünün acı bir göstergesi olduğunu da hatırlatıyor.
1984’den beri tiyatro dili kuklalar ile kuruluyorTiyatro Tempo’da. Haluk Yüce’nin ifadesi ile “çünkü görsel sanatlara (resim, heykel, mimari, her tür tasarım), pantomimden dansa her tür sahne sanatlarını, ışık, gölge ve film tekniklerini içine alan çağdaş bir sahne dili” bu. Çocukları sahne sanatları ile tanıştırıp yetişkinler ve çocukları keyifle aynı sıralarda oturtabiliyor. Bense geç de olsa, ellimden sonra yanımda ya 3, 5, 6 yaşlarında çocuklarla ya Solfasol’den bir grup gençleya da tek başıma oraya gitmeye daha geçen yıl başladım.
Mekân bile büyülü, her gidişimde, “nasıl 80’lerde Ankara’da genç olup ben burayı bilmedim” diye üzülüp utanıyorum. Ankaray Maltepe istasyonunda, tam bulvar üstünde. Benim için araba ile oradan oraya götürülmeye alışmış çocuklarla metro yolculuğu yapmak için çok güzel bir fırsat. Çocuk oyunlarına her gittiğimde, merdivenlerden inince Tiyatro Tempo’nun tasarlayıp ürettiği Karagöz sandığı ve tasvirlerle oynayan çocukları, kimisinin uzaktan temkinle diğerlerini izleyişini de ben izliyorum. Kendime beş tane tasvir ve oynatma sopası bile aldım! Bilet alırken ve biletinizi göstererek salona girerken karşılaştığınız çalışanlar hep güler yüzlü. Bu işleri yapanlar bazen genç oyuncular, bazen ışık, tasarım sorumlusu ya da tiyatro iletişimcisi.
Aşağıya inip oyun başlayınca çocukların oyuna katılma hallerini, yüzlerindeki ifadeyi görünce, neyin gerçek neyin hayal olduğunu çok da iyi bilerek nasıl bütün içtenlikleri ile oyuna katıldıklarını, dürüstçe “miş gibi yapmayı” nasıl güzel becerdiklerini görüyorsunuz. O zaman“yaratıcılık, hayal gücü, düşünme, ifade, özgürlük”gibi kavramları hiç de kalıp olarak değil hayatın, oyunun içinden doğru düşünüyor insan. Neyse ki repertuarları çok geniş: çoğu 3 ile 16 yaş değişik yaş gruplarındaki çocuk ve gençlere yönelik kırka yakın kukla oyunu var, bunların beşi Karagöz oyunu. Ben henüz iki tanesini gördüm.
Eski Amerikan filmlerindeki tiyatroların fuayelerini andıran bu büyülü mekan, pek bu tip ifadeler kullanmayan benim bile son zamanlarda Ankara’nın gururu diyebileceğim bir yer. Kimisi kendilerince, kimisi Bulgaristan’da, kimisi Rusya’da tasarlanıp yapılan kuklaları olan, bazen yönetmenin Yüce, bazen Todorov soyadlı bir sanatçı olduğu, şehrimizin Uluslararası Kukla Festivali’ni gerçekleştiren Tiyatro Tempo şahane bir “hayal bahçesi”.
Bazen sitelerine giriyorum, bu pazar saat onda hangi çocuk oyunu var acaba diye bakıp çocuklu bir arkadaşa sesleniyorum: “Tiyatro Tempo’ya gitsenize...”. En son, şöyle bir mesaj aldım: “Biz bugün Tiyatro Tempo’ya geldik. Acayip zevk aldık. Çok güzel geçti. Çok teşekkür ederiz sana” Öpücüklü emoji! Sonuç olarak şu aralar yapabildiğim bu, her seferinde Tiyatro Tempo’nun özen, profesyonellik ve sanat ethosuna saygımı ve iyi hislerimi başkalarına iletmek ve “siz de gidin” demek.
Yorumlar (0)