Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

ANKARA’DA AZALDIKLARIMIZ – 2 İstanbul'da Bir Ankaralı: Paskal Törenli

Ben Ermeni dili ve edebiyatından anlamam; internette hızlı bir tarama yaparak bunları öğrendim.

ANKARA’DA AZALDIKLARIMIZ – 2 İstanbul'da Bir Ankaralı: Paskal Törenli

Paskal Törenli, İstanbul Ermeni Cemaatinde tanınan, bilinen bir eğitimci. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Pedagoji Enstitüsü kayıtlarından, 1964'de Eğitim Bilimleri alanında, Refia Şemin ile “Mekân idraki: Euclide Teoremi” başlıklı bir mezuniyet tezi yazdığını öğreniyoruz. Yayına hazırladığı Hanrabedagan kraganutyan arti kroğner [Çağdaş Cumhuriyet Dönemi Yazarları] 1 kitabı 2008’de basılmış. 2013 yılında basılan Hay Madenakrutyan - Hamarod Badmutyun [Ermeni Bibliyografyası - Özet Tarihi]
başlıklı bir kitabın da yazarı. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyet tarihinin ilk Ermeni Derneği olan Pangaltı Lisesinden Yetişenler Derneği’nin ilk Kültür Komisyonu üyelerinden;2 geleneksel öğretmenler günü ve Tarkmançats [Çevirmenler Bayramı] etkinliklerinde aktif rol oynuyor;3 Geleneksel Dernekler arası Şiir Yarışmasında jüri üyesi olarak görev yapmış... Rupen Maşoyan’ın “değerli ve saygın Ermenice öğretmeni” olarak tanıttığı Törenli, gerek yetiştirdiği öğrenciler aracılığı ile, gerek katıldığı çeşitli derneklerde aktif rol oynayarak, gerekse yazılarıyla (genç yaşta yaşamını yitiren Garbis Cancikyan gibi) şair ve yazarların yeni kuşağa tanıtılması ve Ermeni edebiyatında yerini koruması için çaba harcayan bir aydın.4 Ben Ermeni dili ve edebiyatından anlamam; internette hızlı bir tarama yaparak bunları öğrendim.

20 Ocak 2014 günü, Törenli ailesinin Harbiye, Nişantaşı’ndaki evinde, Paskal Törenli’nin çalışma odasında, Paskal bey ve eşiyle bir buçuk saat kadar konuşmuştuk.5 Solfasol’un 35. sayısında yer alan “Ankara’da Azaldıklarımız” 6 başlıklı yazımda kısmen değindiğim bu söyleşiye, daha ayrıntılı odaklanmak üzere dönüyorum.7

“Ankara'da doğdum. Ankara'dan 1951-52 civarında geldim. İlkokul beşinci sınıftaydım - Pangaltı Lisesi'ne- geldiğimde. Hazırlık sınıfı filan yoktu. Mecburen, o şartlarda Ermenice öğrendim ama nasıl öğrendim... Türkçe kültür dersleri dışındaki tüm dersler Ermenice görülürdü... Tabii, zorlandım. Dil bilmiyorum. Ermenice bilmeyene çok zor. Matematik dersi oluyor, fen dersi oluyor, filan. Ne oluyor, ne bitiyor anlayamıyorum. Bekliyorum ki tarih, coğrafya yurttaşlık bilgisi filan olsun da biraz nefes alayım. Ermeniceden zorlandım ama mecburen öğrendik tabii.”

Ankara’dan İstanbul’a

“Ben iki yaş civarında iken, annemi kaybetmişim. Annemi hatırlamıyorum. Babam gene askermiş. Zannederim ... dört sene filan askerlik yapmışlar. Askerdeyken kömür almaya gitmesi gerekiyor. ... Kömür karneyle. Ama tabii para ödeyecek. Parası da yok. Bilezik satmak istiyor. Ankara’da bizim oturduğumuz semt, Anafartalar’a, Samanpazarı’na yakın. Kuyumcular daha çok ordadır ama ordaki kuyumcular -kısm-ı âzâmı- Ermenidir. Çekiniyor. Yabancı birisine satayım diyor. Yani, muhtaç olduğu belli olmasın gibi birşey. Doğumuna bir iki gün varmış; kardeşime hamileymiş. ... Belediye otobüsü çarpmış ölmüş. ...
Bir iki sene büyükannem büyüttü. Büyükannem --anneannem- -babama evlenmesini telkin etmiş. ‘Ben,’ demiş ‘ölürsem, ne olacak?’Teyzelerim filan var, onlar da yardımcı oluyor ama... Evlenmiş. Herhalde birinci sebep, üvey anne etkisi...

“Yazın teyzemlerde kalıyordum. Küçük çocukları vardır büyük teyzemin. Küçük teyzemin çocuğu yoktu. Dayımın da çocukları yoktu. Aktepe’ye giderlerdi onlar Ankara’da. ... Aktepe Keçiören’in şose tarafı. Keçiören’e giderken ikiye ayrılır yol. Bir, şose derler, sağ tarafa. Sola giden, asfalt yol. Orda Dutluk durağı vardır. Ordan indikten sonra yürüyerek gidilirdi Aktepe'ye. Günde bir kere mi

iki kere mi otobüs gelirdi oraya da ama ekseri, Dutluk’tan çok otobüs olduğu için, Dutluk’tan gidip gelirdik. Yazın orda bağlarda, kiralanırdı, yazlık gibi işte. Bağ bahçesi var. Evler. Elektrik yok tabii. Gaz lambası filan. Teyzem Yozgatlı benim; anne tarafım Yozgatlı. Onlar Yozgat'tan gelmişler, bu olaylar -1915- sebebiyle galiba, ama babam Ankara'lı. Yani büyükbabam filan da Ankaralı imiş. Agop Dilaçar -Martayan- bazı hafta sonları gelirmiş. Gelirdi yani, hatırlıyorum. Eşiyle. Bağda bahçede işte. Teyzem de çok becerikli. ... Su böreği, Yozgat su böreği yapar, mantı filan, böyle şeyler. Sohbet edilir, hava alınır. Nasıl olmuşsa... tesadüfen, beni çok beğenmiş. Demiş

ki bu çocuğa yazık, İstanbul'a gönderin. Ermenice de öğrenir, hem de daha iyi okuyabilir... Sözünü dinlediler herhalde, babama ilettiler.

“Bu Pangaltı Lisesine geldim. Yatılıydı. Öyle kaldım. Sonra orda, üniversiteye giderken de okuldaydım. Hem öğretmenlik yapıyordum -o zaman lise mezunları öğretmen de olabiliyordu- -hem de yatılı kısma bakıyordum. Üniversiteye de gidiyordum... Az ders veriyordum; Cumartesi verebiliyordum. Diğer günler üniversiteye gidiyordum, ama saat 3’ten, 4’ten sonra bütün yatılı kısmına -48-50 kişilik bir kontenjan vardı, onlara- -ben bakıyordum; işte, etütlerine, yemekhane, yatakhane. Herşeyinden ben sorumluydum. Öyle kaldım.”

Ailesini Ankara’da bırakarak İstanbul’a gelen Törenli, babasını, babasının ikinci karısı olan annesini, diyaliz hastası olan kız kardeşini kaybeder. Şimdi yalnızca erkek kardeşi ile çocukları Ankara’da oturmaktadır. Ve kuzenleri, kuzenlerinin çocukları. Şimdi Keçiören'de oturuyorlar.

“Gidip geliyorum. Meselâ Şubat 8’de mi? Bir düğün var. Bir akrabamız --amcamın oğlunun torunu-- evlenecek; gideceğim.... Var daha böyle akrabalar, kuzenler.”

1940’lar —50’lerin başı Ankarasında bir Ermeni çocuğu

“Eskiden biz... Tabakhane Mahallesi tabir edilir Ankara’da. Anafartalar’a yakın; Bentderesi’nin üst kısmı. Aşağıdan Hisar görünür. Ve orada oturanların hepsi, yukarda Necatibey İlkokulu vardı, herkes oraya giderdi. Ben de oraya gitmiştim 4 sene. Kardeşlerim de oraya gitti. Komşular da filan, herkes oraya giderdi.

Ankara'da zaten Ermenice konuşmadığımız için, öyle bir göze batan gâvurluk olmuyordu herhalde.

“Anafartalar’a yakın bir mahalle. Daha çok Ermeni Katolikler orda yaşarmış. Babam --Ankaralıların büyük kısmı zaten- -Katoliktir. Annem Gregoryendır. Yozgat’tan gelmiştir -Merkez’den. Çapanoğlu, Yozgat diyorlar o zaman merkeze-- Asıl annem yani. Dolayısıyla, orda oturmak alışkanlak halinde hepsinde. Ordaydılar. Sonra işte o Keçiören'e geçtik. Fakat ben İstanbul'daydım o zaman. Gene de o ev duruyordu. Fakat sonra istimlâk oldu. Sonra tarihi kalıntılar çıkmış, Roma Devrinden... Alttan bir yol varmış, Kaleye gidermiş. Dehliz filan. ... Bulunmuş yani onlar, çıkmış ortaya.

“Ankaradaki hayatımızdan enteresan bir şey yok.
Okul yarım gündü. ... Sabahçı, öğlenci vardı. Kalabalık sınıflar. Dört sınıf sabahçıydı, dört sınıf öğleden sonra, aynı sınıfta, şubeler. Yani her sınıf sekiz şubeydi. Büyük bir okuldu. Ben iyi bir talebeydim orda. ...
Ders sorunu olmazdı. Hatta annemi hatırlıyorum. Bu kendimi övecek bir şey herhalde. Öğretmene şikayete gitmiş, ‘bu hiç ders filan çalışmıyor evde,’ demiş. Öğretmen de demiş ki, ‘zararı yok, o çalışmasın. O sınıfın en iyisi zaten.’ Tabii mahalle, kültürü olduğu için mahallede oynardık biz. Akşam babam gelmeden eve girilirdi, tabii. Ama o saate kadar mahallede oynardık. Yarım gün okul olunca, dersler de çok kısa, ödevler filan çar çabuk biterdi.

“... Yazın, ya teyzemlerde olurdum, veya dayımda. Bağlardaydılar onlar ... İstanbul’a geldikten sonra gene teyzeme, dayıma misafir giderdim. Yaz tatillerinde, biraz büyüyünce, ilkokul bitmesine yakın filan, e çalışırdık. İşe koyarlardı. O şekilde ben, bir sene kuyumcu bir akrabanın dükkânında, bir sene Samanpazarı’nda bir ecza deposunda çalıştım. Sonra,kuzenimin ecza deposunda iki sene çalıştım. ... Eniştem ... terzi malzemesi satardı ... Anafartalar’da, Devrim Okulu’nun karşısında. Yani Adliye’den
sonra, Cebeci'ye doğru giderken. Yaz tatillerinde de böyle bir çalışma işimiz vardı. Ama lisedeyken artık çalışmadım.”

Çocuklar acımasız olabilir. Ayırımcılık alttan alta hissettirilebilir. Üsteliyorum: “Özel bir Ermeni okulu olmadığına göre Ankara’da, sizin okulda Ermeniliğiniz veya Hristiyanlığınız bir şekilde konu olur muydu? Ya da arkadaşlarınızla, mahallede?”

“Pek olmazdı ... Mahallede olmazdı... Büyükler muhakkak ki biliyordu. Çocuklar arasında hiç önemi olmazdı. Ne ismimiz gizlenirdi, ne dinimiz gizlenirdi. Öyle bir şey yoktu. Hatta bayramlaşmaya gidilir gelinir filan karşılıklı. ... Düşünüyorum da, pek ayrımcılık olmadı. Okulda da meselâ din dersi vardı. Zannediyorum seçmeliydi o zaman ama herkes o dersi takip ederdi. ... Girerdim ama ben, öğretmen daha çok, biraz da sınıf mümessili, iyi talebeyim filan diye herhalde, liste yazdırırdı, müdüre gidecek bir şey varsa gönderirdi, yani beni meşgul ederdi, pek üstüme düşmezdi. Herhalde idare ederdik.

“Bizim sınıfta önce iki tane daha Ermeni vardı. Altmış üç kişi miydik, altmış kişi miydik? Birisi sınıfta kaldı, diğeri birkaç sene bizimle okudu galiba. Başka sınıflarda da muhakkak ki vardı. Çünkü Ermenilerin ve Katoliklerin oturduğu semte yakın bir okuldu.

Etnik çeşitlilik: Müslümanlar, Gregoryenler, Katolikler “Mahallede genellikle Ermeni Katolikler, ama bir sürü Müslüman komşumuz da vardı. Çok iyiydi rabıtalar. Misafirliğe gidilirdi, gelinirdi. Herhangi bir ayırım söz konusu değildi. Bir problem de olmazdı. Biz de bilmezdik yani. Bir tek farklılığımız, üçüncü sınıfta ve dördüncü sınıfta, haftada bir kez, ... Hisar’ın altında, Hisar’a yakın, Fransız Katolik Kilisesi vardı, oraya din dersine giderdik. Yani biraz din öğretirlerdi, biraz oyun oynatırlardı. İşte, projeksiyon veya

film gösterirlerdi, 8 milimetrelik. İşte Şarlo filan, komik şeyler. Onlar da tabii bağlasınlar diye, ders sıkıcı olmasın diye herhalde. O zaman, Müslüman arkadaşlardan farklılığımız oraya gitmekti.

“Cemiyet içinde --veya cemaat diyelim --biz iki kere azınlığız Katolik olarak. ... Yetmiş bin civarında Ermeni olduğu söyleniyor --kesin bir sayı yok tabii-- ama,
iki bin, iki bin beş yüz Katolik var. Dolayısıyla Ermeni cemaati içinde de azınlıktayız. Ama bizim öyle aşırı bir din şeyimiz yok. Vecibelerini gerektiği kadar yerine getiriyoruz. Bayramdan bayrama gibi. Nispeten Ermeniliğimizi de belli ölçüde saklıyoruz tabii ki. ... Yani koruyoruz. Saklıyoruz derken, gizleme anlamında değil.

“Gregoryen ayrımı bizde yoktur. Babamda da yoktu... Ama Ankara’da Katoliklerle Gregoryenler –işitirdik-- pek iyi geçinmezlermiş. Katolikler biraz daha züppe. Kendilerini Avrupalı, Fransız filan zannediyorlar. ... “Ermeni” diyorlar Gregoryenler’e, kendileri sanki Ermeni değil. ... Ama, babam hiç önemsemezdi.

Biz de öyle büyümedik. Hatta çok enteresan, benim okuduğum okul Ermeni Katolik rahiplerin, Mikhitarist rahiplerindir. O rahipler, daha enteresanı, okulda beş- altı yüz talebenin -belki biraz daha fazlaydı o zaman sayıları- -içinde, bütün okulda, belki 10 tane, 8 tane filan Katolik vardı. Hemen hemen hepsi Gregoryendi. Hiç onlar da ne Gregoryenlik, ne Katoliklik, bahsetmezlerdi... Yani... Öyle bir ayrım yapmazlardı rahipler. Bunu Gregoryenler de bilir, Katolikler de bilir. Hiç öyle bir lâf olmazdı.

“Ankara’dayken yaşamadık ama ... biraz hissedilirdi. Mesela, bizim ailemizde, babam Katolik; Annem, teyzelerim, dayım filan hepsi Gregoryen. Eşleri de öyle. Ailede olmazdı, fakat, konu komşu konuşurken, Katolikse ‘Ermeniler’ diye bahsederdi. Ermenilerin, ‘Katolik onlar’ filan gibi imâları olurdu. Vardı yani öyle bir şey. Ama mühim değildi. Okulda zaten öyle bir şey olmazdı. ... Ama, kiliseleri filan ayrıdır yani. Enteresan bir şey.

“Benim yaşadığım dönemde pek yoktu ama anlatılırdı eskiler için, gülünürdü. Mesela, Katolik bir kadın dermiş ki, ‘Ermeni Kilisesi’nin önünden geçerken ayağıma diken batsa eğilip çıkarmam.’ ... Eğildiği zaman Gregoryen Kilisesi’ne saygı için eğilmiş olacak ya. ... Bu kadar fanatik. ... Hisar’daki o Fransız Katolik Kilisesinde bir aile vardı. Zangoç derler. Çan çalar filan. Hanımıyla yaşardı. O kadın için derlerdi ki: Nüfus sayımında gelmiş memurlar, işte milliyet filan soruyorlar. ‘Katolik milletiz,’ diyormuş. ‘Yahu, kardeşim, anladık, Katolik ama,’ diyormuş memur, ‘ne Katoliği?’‘Sen,’ diyormuş ‘yaz. Katolik milletinden Çöteoğlu.’ Çöteyan mı, Çöteoğlu mu... Verjin. İsmi hatırlıyorum. Yani, bir türlü Ermeni olduğunu söylemiyor. Böyle şeyler varmış eskiden. Bizim çocukluğumuzda pek yoktu.

“Ankara için anladığım şu: Meselâ, yüzde yetmişi zaten Katoliğim diyor. Belki daha fazlası. Ankara’ya 1915'ten sonra gelmişler; kitaptan öğreniyorum.8 Istanoz’lular var. Türkçe adı Zir. O köydekiler de büyük ölçüde Gregoryen. Galiba onların içinde Protestan da varmış, onu da kitaptan öğreniyorum. E, onlar tabii köylü. Bir de Ankara’ya göçüyor. Zor şartlarda herhalde geliyor. Belki daha fakir kalıyorlar. Bilemiyorum. Öyle düşünüyorum.”

“İstanoz’dan gelenler tabii zor şartlarda gelmiş. ... Veya benim ailem, anne tarafım, Yozgat’tan. Yozgat'ta durumları oldukça iyiymiş. Atelyeleri varmış dedemin. Fabrika diyorlar. Yüz on kişi çalışıyormuş. O zaman için büyük şeymiş; ayakkabı imal ediliyor. Ankara’ya gelince tabii, malını mülkünü bırakıp da geliyorsun.
... Tabii ki fakir oluyor. ... Ama Ankara’da birkaç zengin varmış hatırladığım. ... Yozgat’ta, Gregoryenler’de de varmış; anlatırlardı. İki-üç isim verirlerdi. Bir tanesi hatırımda, Ohan Çorbacı. Çok zenginmiş. Her dakika evinde sofra açıkmış. Her milletten gelirlermiş, yerler içerler, açsa, hiç çekinmeden... Öyle bir adammış. Ona benzeyen iki kişi daha vardı; yani üç kişi çok zengin. Demek ki bu Katoliklikle pek ilgili değil. Çünkü, Avrupalı gelip oraya iş açacak değil ki yani, Katolik daha zengin olsun. Öyle bir şey yok. Daha çok, meselâ benim babam, tiftik işçisiymiş. Sonra kendi işini kurmuş. Ufak bir esnaftı yani. Hali vakti iyiydi. Fena değildi. Ev almıştı. Bir kiracımız bile vardı. Ama öyle aşırı zengin ... çok azdı.”

Ankara’da Ermeni olmak, İstanbul’da Ermeni olmak

“Babam üç sene gitmiş ... Ermeni okuluna, Ankara’da. Karaoğlan Çarşısı yangını vardır. Şimdiki ... halin bulunduğu kısma Karaoğlan diyorlar. Orası yanmış. Hacı Doğan var aşağıda... Oralarda okullar varmış. Okulları yanmış. Galiba iki kere yanmış. Kiliseler, okullar yanmış... Dolayısıyla, Ankara’da bilhassa Katolikler, ki çoğunluğu Katolik, Türkçe konuşuyorlar. Daha çok Türkçe konuşan kişiler. Ermeni okulunda belki Ermenice öğreniyorlar ama Türkçe hakim. Aile içinde, birbirleriyle, arkadaşlıklarda filan Türkçe konuşuyorlar. Ama zannediyorum, Eski Türkçe yazmak çok daha zor geliyor, Ermenice harflerle yazmayı biliyorlar. Türkçeyi, Ermenice harflerle yazıyorlar. Bu şekilde yazılmış çok kitaplar var, romanlar var, din kitapları var.

“Geçenlerde ben Ermenice gazetede okudum. Ermenistan’da bir profesörün ... Ermeni harfleriyle Türkçe yazılmış kitaplar üzerine uzun bir çalışması var. 30-40 sene uğraşmış kadın. ... Demek epey bir eser var. Ama ben hatırlıyorum, halam ... Paris’e gitmiş, daha doğrusu önce Marsilya’ya gitmişler. Toulouse veya Toulon, sonra Paris’e geçmişler. Halama mektup yazmak gerekirdi. Ben öğrenmiştim artık okulda...
O zaman babam söylerdi, ben Ermenice harflerle yazardım. Halam da cevap verirdi, okurdum. Ama lisan Türkçe.”

“Tabii çocukken pek şeyi anlamıyorsunuz. Ankara’dayken, hayat böyle diye biliyorsunuz. ... Okula gelince yabancı bir çevre tamamen. Ama bugün için düşünebiliyorum ki, fark var. Çünkü burda İstanbul’da ... Ermenice konuşan epey insan var. Gerçi beklenilen kadar Ermenice konuşan da yok. Türkçe daha yaygın. Ermenice bilenler gitgide azalıyor.
Veya bilse bile Türkçe konuşuyorlar. Ama Ermenice gazeteler var, işte ne bileyim, kiliseler var; dernekler var; bazı kültürel faaliyetlerde bulunuyorlar... Burda biraz daha böyle bir, Ermeni cemaatinin kendine has bir yaşam tarzı var.”

“Üniversitede de ... bir gün bir arkadaş geldi bana, İstanbul Üniversitesi;nde okurken. ‘Yahu,’ dedi ‘senin esas ismin nedir?’ ... ‘Paskal,’ dedim. ‘Yahu, bırak,’ dedi, ‘o takma adındır.’ ... ‘Esas ismim bu, yahu valla,’ dedim. ‘Alah allah,’ dedi. ... Her yerde olabilir. Çünkü az; değil mi?”

Şimdi Ankara’da Ermeniler?

“Orta halliler. Öyle bir aman aman değil ama çok
çok fakir olan da yoktur herhalde. Çalışırlar çünkü. Zanaatkârdır çoğu veya esnaftır. Büyük ticaret erbabı değilse de bir dükkanı vardır, kuyumcudur. Amaçok fiyakalı, büyük kuyumcular değildir. Çocuklar kuyumculuğa başlıyorlar. Nasıl eskiler tiftik...

“Kardeşim Kuğulu Pasajı alt katta kuyumcudur.
... Alt katta. Karşısında da, işte şimdi düğününe gideceğimiz kuzenimizin dükkânı var. Onun oğlu evlenecek.... Orda çok vardır, Ermeni veya Katolik. Epey var Kuğulu’da.”

“Şimdi, doğrusunu isterseniz, Ankara’yı doğru dürüst bilmez olduk. Çünkü, gidince mecburen ... başka bir şey görmeden, yeni Ankara’yı tanımadan, akraba ziyaretleriyle veya buluşmalarla geçiyor. ... Daha çok Keçiören içinde. ... Dayım tam Demirel'le karşılıklıydı Güniz Sokak’ta. Keçirören’den oraya gitmişti.

O da vefat etti, yengem de... Ama genel olarak Keçiören’deler. Şimdi bir de şehrin dışına villalar yapılmış. ... Çayyolu’nda galiba. Oraları görmedik ama göreceğiz bu sefer herhalde, bir tanesini en azından. ... Ankara’yı bilmiyoruz...

>> Asimile, tamamen değil ama, Ankara’daki Ermeniler... çoğu, Ermeniliğinin farkında değil. Biliyor, ‘Hristiyanım ben,’ diyor. ‘İsmim de Ermeni,’ diyor ... ama aidiyet, gönülden bağ yok. Çünkü kültür yok. Dolayısıyla pek haberdar değiller. Tabii zamanla, sayının az oluşu, ve daha dışa dönük bir hayat yaşanmış olması.

“Evlilikler de, yabancı evlilikler de çoğaldı; çoğalıyor. ... İşte benim gideceğim düğünde de, gelin kız Müslümanmış. Benim kızımın kocası da Müslüman. ... Tabii ki cemaatler istemez gönülden böyle şeyleri ama zaman onu getiriyor. Aynı şey Fransa’da, İngiltere’de, Amerika’da, şurda burada yaşayan Ermeniler için de varit oluyor. Nerede yaşıyorsan orda evlilikler, oranın kültürüne adaptasyon... haliyle oluyor. ... İnsan gayri ihtiyari ortama uyar. ... Şimdi benim adım Paskal olmasaydı belki daha iyi. Çünkü, Paskal deyince herkes ‘Ne?’ filan diyor. ‘C ile mi yazılıyor, K ile mi yazılıyor?’

“Kardeşimin çocuklarına da ben sağdıç oldum. Bizde sağdıçlık geleneği var biliyorsunuz. Bir tane kıza “Zulal” ismini koydum. Azeri Tükçesinde de vardır Zulal, Ermenicede de... O da şimdi Orta Doğu’da doktora talebesi, psikolojide. Oğluna da “Artun”. “Uyanık” demektir aslında Ermenice.”

Ve kaçınılmaz konu, 1915: Aksor. Aksorel, vıdârel — ‘sürgün’, ‘sürmek’, ‘göndermek’

Aksor, aksorel, ardaksel, vırındel, vıdârel, hep aynı anlamdadır; kovamak, göndermek, sürgün gibi. Çart derler daha çok. Çart, kesim anlamında. ... ‘Kıyım,’ daha çok. Çünkü, kesim anlamında godorats’tır godrel: ‘kırmak;’ godorel: mecazi anlamda, ‘kesime göndermek.’ ... Ama ... o Yozgat’tan gelenlerde ‘seferberlik’ lâfı vardı. Bir şey oldu mu, ‘seferberlikten önce’, ‘seferberlikten sonra’... Seferberlikte geldiğimizde, annem için 6 aylık mıymış neymiş, onu söylerlerdi.”

>> Paskal beyin eşi anlatıyor: “Sanıyorum Yunanistan’a doğru gitmişler. Benim de bir teyzem varmış, 17 yaşındaymış. Yolda giderken emoraji olmuş, kanaması var. Devamlı, ‘anne bir doktor, anne bir doktor,’ diye diye yollarda vefat etmiş. Gencecik, 17 yaşında. Orda nerde doktor bulacaksın?”

“Yaşlılar, kadınlar, kendi aralarında konuşurken, biz oynarken filan içeri girsek o mevzu kapatılırdı. Yani hissederdik, bir şey var, bizden gizleniyor, ama biz de o kadar merak etmezdik ... biz de zorlayıp sormadık: ‘Ne var? Ne oldu? Dedemiz neydi? Nerdedir? Nasıl oldu?’ ... Haberimiz yok yani. Garip bir şey.”

1 Bkz. Türkiye Bibliyografyası 78 (2011/8): 58; 323 “Yurttaşlık hakları ve siyasal haklar” başlığı altında (2011 AD 19925, 323.1191992), Milli Kütüphane Yayınları, Ankara.

2 http://www.agos.com.tr/tr/yazi/7276/zamanin-donusturen- ruzgrlari-plydnin-kapisina-dayandi

3 http://www.paros.com.tr/?p=2107, Paros , Ocak 6, 2014

4 Rupen Maşoyan’ın, Garbis Cancikyani Hedkerov [Garbis Cancikyan’dan İzler] kitabının sunuş yazısından (İstanbul, 1990). Bkz. Garbis Cancikyan, Şu Ömrümün Şubat’ı. Genç bir şairden şiirler, düzyazılar, izler. Şiir. 1920-1946. Ermenice’den çeviren Ohannes Şaşkal. İstanbul: Aras Yayıncılık, 2016.

5 Ses kayıtlarının deşifre edilerek kağıda dökülmesindeki yardımları için Melike Gül Demir’e; Ermenice sözcükleri danıştığım Mıgırdiç Margosyan’a minnettarım.

6 https://medium.com/gazete-solfasol/ankara- da-azald%C4%B1klar%C4%B1m%C4%B1z- 5f55e3847318#.66363y48t

7 Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Solfasol, 2014’ün Şubat
ve Mart aylarında yayımlanan 34. ve 35. sayılarında “Azalttıklarımız” dosyasına yer verdi. Ben, bu azalmadan hepimizin eksildiğini vurgulamak için, yazıma “Ankara’da Azaldıklarımız” başlığını vermiştim. İsteyen dilbilimsel olarak hatalı bulsun bu başlığı; ısrarla sürdürüyorum.

8.8 Sözünü ettiği kitap: Balancar, Ferda (Der.) Sessizliğin Sesi III. Ankaralı Ermeniler Konuşuyor. İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2013.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış