Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ankara'da Eski Bir Dosta Rastlamak: Yağmur Öncesi

“... sensiz çok günler geçti, gözlerim hep yaş tuttu, nergisler bize küstü. haber ilet dağlara köylere yaylalara kat beni halaylara...” ‘Yağmur Öncesi’ grubunun “Hasret” şarkısından bu sözler,biz onları özleyenlere gelsin. Hani eskilerden, çok eskilerden bir dostunuza rastlarsınız, tam da çıkaramazsınız ama derinden bir heyecan, sevinç kaplar içinizi. İşte ‘Yağmur Öncesi’ insanda böyle bir his yaratan, 90’ların naif hatıralarından biri. Bilen bilir, ODTÜ-THBT’den (Türk Halk Bilimi Topluluğu) çıkmış, kısa sürede çokça tanınmış, sevilmiş, dönemin Türk Halk Müziği icrası anlayışında kendince devrim yapmış bir müzik grubudur ‘Yağmur Öncesi’.

Ankara'da Eski Bir Dosta Rastlamak: Yağmur Öncesi

“1996 yılının yaz aylarında tutkuları ve hayalleri ortak bir grup sevdalı genç tarafından, aşka, hüzne ve umuda dair sözlerini paylaşarak çoğaltma adına ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu içinde kurulmuştur...” diye anlatıyorlar kendilerini. Hem geleneksel Anadolu ezgilerini kendi tarzlarında yorumlamış, hem de TRT repertuarına kabul edilmiş bestelerini icra etmişlerdir.

Grubun kökeni 1995 yılında ODTÜ-THBT içinde kurulmuş Deneysel Müzik Grubuna dayanıyor. Halk müziği ezgilerini caz formlarıyla sentezleyerek icra etmeyi denemişler. Başarılı da olmuşlar ki dönemin bazı caz festivallerinde yer almışlar ve sonrasında da ‘Yağmur Öncesi’ grubunu kurmuşlar. 1998 yılında “Duman Almış Yaylayı”, 2002 senesinde de “Nisan” adlı iki albüm yapmışlar.

Küçük değişiklikler olmakla birlikte Yağmur Öncesi, bas gitar ve vokalde Abdurrahman Tarikçi; vokalde Özcan Aslan; divan sazı ve perdesiz bağlamada Cenk Güray; klasik, akustik, elektrik gitar ve vokalde Kutad Alptürkan; davulda Fırat Özdemir; bağlamada ve vokalde Barış Atakan; ney ve klarnette Tolga Ünaldı olmak üzere yedi kişilik bir grup. Zamanında Recep Parlar ve Metin Yücel’in de emekleri geçmiş gruba.

Son konserini yaklaşık 10 yıl önce vermiş olan Yağmur Öncesi, kuruluşunun 20. yılı vesilesiyle yıllar sonra ilk kez bir araya gelecek ve 5 Mart’ta bir konser verecekler. Konserin teması ise barış... Bizi, özlediğimiz kocaman barış halaylarına katmaya çağırıyorlar sanki.

Grup elemanlarının her biri ayrı şehirlerde yaşadığından, Ankara’da olan Abdurrahman, nam-ı diğer Apo, Cenk ve grubun menajeri Soydan Renkmen’le, Apo’nun stüdyosunda buluşup sohbet ettik. Özcan ve Tolga da mail yoluyla katkıda bulundular. Yağmur Öncesi’nin hikayesi, müziği, şimdiki zamanın müziği, ve 5 Mart’taki konser üzerine çok keyifli bir sohbet oldu, buyrun:

Seyirci, sahnenin tanrısıdır. İyi seyirler.

Emel: Yağmur Öncesi nasıl ortaya çıktı, nasıl bir araya geldiniz? ODTÜ-THBT’nin sizin için anlamı nedir?

Apo: Aslında THBT bizim hep gidip geldiğimiz bir yerdi ODTÜ içerisinde. Özellikle geleneksel müzikle ilgilenenlerin sık gidip geldiği bir yer. Halk danslarıyla, müzikle ilgili olanlar, ya da geleneksel halk müziğinin teorisiyle, yazılması çizilmesiyle ilgilenenlerin gidip geldiği bir yerdi. Biz de müzikle ilgili öğrendiğimiz şeyleri hem kendimiz çalmak, hem başkalarına duyurmak istiyorduk. Hepsi bir araya gelince,
Yağmur Öncesi fikri ortaya çıktı. Özcan’ın bestelerinin seslendirilmesi üzerine çalışmalar yapmaya başladık. Özcan, ben, Cenk, Kutad, ODTÜ’denTolga ve Fırat Hacettepe’den, Barış ise Ankara Üniversitesi’ndendi. Okullu tek müzisyenimiz Tolga idi. Diğerleri genelde mühendislik, istatistik gibi bölümlerdendi fakat hepimiz müzikle çok ilgiliydik. ‘Yağmur Öncesi’ vasıtasıyla beraber müzik yapmaya başladık. Hepimizin farklı müzik tarzları vardı aslında. Beraber yaptığımız müzikte geleneksel Anadolu müziği ile bu farklı tarzları buluşturduk. Grup içinde beste yapmaya ilgi vardı, bu yüzden kendi bestelerimizi de yaptık. Şimdi yıllar sonra tekrar bir araya geleceğiz, çok heyecanlıyız. İyi ki oldu böyle bir organizasyon, ki bu sağ olsun Soydan’ın başarısıdır. Normalde hepimiz birlikte bir akşam yemeği yiyelim desek bir araya gelemeyiz, Soydan konser için bizi bir araya getirdi. Afişe baktıkça heyecanlanıyorum, mutlu oluyorum.

Özcan: Bir araya geldiğimiz ilk günden beri birbirimize müzikle ilgili birikimlerimizi aktarmaya ve birbirimizi geliştirmeye çalıştık. Örneğin Cenk bize Caz müziği ile ilgili birikimlerini aktardı ve ardından yine aynı grup üyeleriyle “ODTÜ-THBT Deneysel Müzik Grubu” adı altında çalışmalarda da bulunduk. Hatta bu çalışmalar o kadar ileri boyuta taşındı ki, 7. Ve 8. Akbank Caz Festivali ile 2008 yılı Ankara Müzik Festivali’nde sahne aldık. Bu belki de birçok müzisyenin hayalini kurduğu, bizim için inanılmaz bir deneyim ve kariyerimize işlenmiş bir gurur kaynağı oldu. Grup olarak daha iyi performans ortaya koymak adına, çok çalışıyorduk. Toplulukta geç saatlere kadar çalıştığımız, hatta zaman zaman sabahladığımız oluyordu. Disiplinli bir şekilde hareket ediyorduk. Bu anlamda topluluğa gelen ve müzikle ilgilenen birçok genç arkadaşımıza da örnek olduk. Bizim yaptığımız çalışmaların yansıması toplulukta bizim gibi grupların da kurulmasına vesile oldu. Aynı zamanda kendi aramızda son derece paylaşımcı bir birlikteliğimiz vardı. Barlarda müzik yaparak kazandığımız parayı enstrüman ve teknik ekipman alımı için kullanıyorduk. Bu anlamda birbirimize çok destek olduk. Barlar demişken, 90’lı yılların başıyla birlikte, türkü barların sayısı hızla artmaya başlamıştı. Biz de bu rüzgarın etkisi ile Sakarya Caddesi’nde yer alan türkü barlarda sahne almaya başladık. Bu durum bizim sahne tecrübemizi arttırıyordu ancak zaman zaman bıkkınlık ve tükenmişlik hissi oluşturduğu da gözleniyordu. Eğitim ve kültür seviyesi yüksek bir dinleyici kitlemiz vardı. Güzel günlerdi ve birçok anımız, dostluğumuz oluştu o günlerden bu güne taşınan. 1999-2000 yılları arası yine TRT’de yayınlanan “Bir Nefes Anadolu” programında düzenli olarak ODTÜ THBT korosu ile yer aldık ve farklı bir deneyim de yaşadık. Bu program bizim daha fazla tanınmamıza da yol açtı. Ancak birlikteliğimizi devam ettirebilmek için maddi kazancımızın da yerinde olması gerekiyordu. Hepimiz üniversiteden mezun olmuştuk ve artık yaşam şartları gereği gelecek kaygısı gütmeye başlamıştık. O günlerin şartları mı diyelim, bizim Ankara’da kapalı kalmamız mı diyelim yoksa bir takım başka nedenlerden dolayı mı diyelim, geleceğimizle ilgili kaygıların da etkisi ile gurup yavaş yavaş dağılma riskiyle karşı karşıya kaldı ve bölünmeler başladı. Son nokta ise 2004 yılında konmuş oldu.

Bu konserin teması Barış. Aslında biz bu konseri daha önce yapacaktık, fikrin ilk konuşulduğu zaman acı bir tesadüfle 10 Ekim faciası oldu ve erteledik. Sonra 5 Mart tarihinde anlaştık, bu sefer de Ankara’daki en son patlama oldu. Biz artık bu acı olayların sonlanmasını, ülkemizin barış ve huzur içinde günler yaşamasını istiyoruz. İnsanların birbirlerini anlayabilmesi ve ortak bir
yaşam kültürü oluşturabilmesi adına müziğin önemli bir işlev üstlenebileceğine inanıyoruz, zira Anadolu müziği kültürler arası diyalog üzerine gelişmiş bir müzik kültürü zaten."

Tolga: Yağmur Öncesi THBT’nin çatısı altında toplanan büyük bir aile gibiydi. Biz o grupta dostluğu, arkadaşlığı, küslüğü, barışı ve her şeye rağmen kardeşliği öğrendik. Her aile gibi her birimiz bir tarafa dağıldık fakat simdi aile bir masanın etrafında yeniden toplanıyor. Bunun fikir babası da Soydan Renkmen’dir. Yoksa biz anca işlerde güçlerde karşılaşıp Face’den selam söylerdik birbirimize.

Mert: Konser fikri nereden çıktı?

Soydan: Aslında yıllardır var bu fikir fakat kalabalık bir grup ve herkes ayrı şehirlerde yaşıyor. Bu yüzden tüm ekibi toplamak, herkese uygun tarih ayarlamak, uygun bir mekan bulmak çok zor oldu. Yağmur Öncesi’nin kuruluşunun 20. yılı olması sebebiyle, bu yıl daha çok uğraştık ve bu organizasyonu yapmayı başardık.

Apo: Kalabalık bir ekip olduğumuz için daha fazla zorlandık bir araya gelmekte. Fırat ve Barış dışında herkes müzikle aktif olarak ilgilenmeye devam ediyor. 3 kişi albüm yaptı. Bölünerek çoğalıyoruz galiba. Birlikte müzik yaptığımız dönemden hepimiz etkilendik, bir şekilde beslendik ve sonra herkes kendi şahsi müzik hayatına devam etti.

Emel: O halde Yağmur Öncesi sizin için bir anlamda okul oldu denilebilir mi?

Apo: Elbette. Benim müzikal hayatımda Yağmur Öncesi’nin çok önemli bir yeri var. Birkaç kırılma noktasından biridir. Hepimiz için de öyle
oldu diyebilirim. Farklı tarzlarda, farklı müzik altyapılarından beslenerek müzik yapıyorduk, bu tarzları buluşturarak değişik bir müzik yapıyorduk aslında. Dolayısıyla bu deneyim hepimizin müziğini etkilemiştir. Şu an buluşuyor olmamızdan dolayı heyecanlıyım, eski bir dostumla karşılaşmış gibi ayrıca mutluyum. Hepimizin başka başka müzikal bakış açıları var. Ama bir şekilde birbirimizden etkilenerek ve birbirimizi takip ederek bir yol çizebildik. Birbirine benzemeyen 7 kişinin evliliği gibi bir şey. Ya da 2 sevgilinin çok başka karakterde olduğunu ve birlikte ortak bir şeyler yapmaya çalıştığını düşünün. Yağmur Öncesi’ndekilerin müziği de pek kesişmiyordu çok zaman. Bir araya gelince orijinal bir şey oldu ve bu orijinallik o zamanlar için biraz fazla orijinal oldu. Çoğu zaman anlaşılması güç olabiliyordu.

Emel: Yaptığınız müziğinizin devrimci bir yanı vardı yani?

Apo: Evet böyle diyebiliriz çünkü daha önce pek denenmemiş bir tarzda müzik yaptık. Geleneksel Anadolu müziğini farklı enstrümanlarla ve farklı tarzlarda işledik. O dönem için alışılmışın biraz dışında bir şey çıktı ortaya.

" ... İşin içinde hem hüzün var, hem umut var. Yağmurdan önce bulutun toplanması ne kadar hüzünlüyse, yağmurun ardından yeniden güneşin açması da bir o kadar umut."

Emel: O dönem müzik yapmak ile şimdinin bir farkı var mı?

Apo: Müzik, müzisyenin hayatında bir çeşit o anın –kayıtlı müzik özellikle- resmi gibi. Biz nasıl değişiyorsak, zaman geçtikçe insan nasıl değişiyorsa insanla birlikte müziği de değişiyor. O zamanki halimizle şimdiki halimiz arasında da fark var. Bu fark hem dinleyicilerde, hem ülkemizde, hem dünyada var. Şöyle ki, örneğin biz aynı müziği şu anda yapıyor olsaydık daha rahat iletişim kurabilirdik. Anlaşılma güçlüğümüzü daha rahat aşardık. Doğrudan ulaşabileceğimiz kimseler var, sosyal medya var vs. Bence bir sanatçının, müzik insanının bunu iyi kullanabilmesi lazım.

Emel: Peki şimdiki dinleyici kitlesini nasıl buluyorsunuz, nasıl değişti?

Apo: Dinleyici açısından baktığımızda da bu teknolojik gelişmenin kolaylaştırdığı müziği kolay elde etme imkanı var. Hepimizin evinde mp3ler çok fazla, bu da değerini azaltabiliyor. Belki ağır olacak ama biraz ahlaksız buluyorum ben bu arşiv işini. Ben askerdeyken, 2010 yılında –biraz geç gittim askere- bir arşivim vardı, çalındı sonra. İyi de oldu. Eskiden bir şarkı tekrar tekrar dinlenirdi, müziğin içindeki ayrıntılar fark edilirdi. Çünkü nasıl ki bir resme ilk baktığınızda tüm detaylarını göremezsiniz bir şarkıyı da bir kez dinlediğinizde içindeki enstrümanları, dokunuşları, ayrıntıları duyamazsınız. Hele ki bizimki gibi daha öncekilere benzemeyen şeyler yapıyorsanız... Bu yüzden tekrar tekrar dinlediğinizde daha güzel gelmeye başlar. Fakat şimdi çok hızlı ulaşılan ve çok hızlı tüketilen bir müzik anlayışı var. Oysaki burada çok ciddi bir emek var. 45 dakikalık bir albüm en iyi ihtimalle 100 saatte kaydediliyor, 10 dakika içinde de dinlenip tüketiliyor. Bu da bir süre sonra müzisyeni de etkiliyor, bu yüzden müzik kalitesi düşüyor. Biz bu anlamda muhafazakârız diyebilirim. Kendi yaptığımız müziği, bu çabuk tüketilen müzik yapma anlayışından muhafaza etmeye çalışıyoruz. Tabii ki yenilikçi şeyler deniyoruz, bu anlamda devrimciliğimizi koruyoruz, fakat gelenekselden de uzaklaşmamaya çalışıyoruz.

Mert: Neden ‘Yağmur Öncesi’, isminiz nerden geliyor?

 Cenk: Grubun isminin oluşumunda Mancevski Usta’nın unutulmaz filmi “Yağmurdan Önce”de yarattığı renkler dünyasını sesler dünyasına taşıma tutkusunun katkısı ve etkisi var... İşin içinde hem hüzün var, hem umut var. Yağmurdan önce bulutun toplanması ne kadar hüzünlüyse, yağmurun ardından yeniden güneşin açması da bir o kadar umut.

Apo: Edirne’den doğuya geçtiğiniz zaman bu topraklarda müziklerin çoğu hüzünlü, çünkü başka bir ihtimal yok. Dünyanın çok dertli bir yerindeyiz ve burada müzik hüzünlü olacak. Bir şarkı/türkü insanı hüzünlendiriyorsa iyidir, çok hüzünlendiriyorsa çok iyidir, ağlatıyorsa ondan iyisi yoktur. Bu kültürel geçmişten ötürü hep dertliyiz, onun için de ne kadar hüzünlü müzik, o kadar güzel müzik. Hep söylerim, halayımız bile hüzünlüdür.

Cenk: Edip Cansever’in şiiriydi galiba? “Gülemiyorsun ya, gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir”. Öyle bir durum var Anadolu’da. İnsan olmanın genel olarak hüzünlü bir yanı var zaten. Coğrafyaların yaşanmışlıkları da buna tabii ki ciddi katkı yapıyor. Bu coğrafyada yaşadığımız şeylerin maalesef pek azı keyifli şeyler oluyor. Gerçekten oyun havamız bile hüzünlü.

Emel: Konser afişindeki güvercin figürü neden?

Cenk: Bu konserin teması Barış. Aslında biz bu konseri daha önce yapacaktık, fikrin ilk konuşulduğu zaman acı bir tesadüfle 10 Ekim faciası oldu ve erteledik. Sonra 5 Mart tarihinde anlaştık, bu sefer de Ankara’daki en son patlama oldu. Biz artık bu acı olayların sonlanmasını, ülkemizin barış ve huzur içinde günler yaşamasını istiyoruz. İnsanların birbirlerini anlayabilmesi ve ortak bir yaşam kültürü oluşturabilmesi adına müziğin önemli bir işlev üstlenebileceğine inanıyoruz, zira Anadolu müziği kültürler arası diyalog üzerine gelişmiş bir müzik kültürü zaten. Önemli olan merkeze insanı koyabilmek, sonrasında her şey kendiliğinden gelecektir...

Emel: Gelecekte yine konser vermeyi düşünür müsünüz, ODTÜ’de mesela?

Cenk: Tabii olabilir, çok isteriz, ayarlamaya çalışacağız büyük ihtimalle, bakalım...

Apo: İlk konserimiz en acemi konserimizdi. Şimdi yıllar sonra yine bir “ilk konser” daha vereceğiz. İkinci bir konserimiz olursa ona da gelin. Teşekkür ederiz.

Emel ve Mert: Çok teşekkürler bu güzel sohbet için. Soydan abiye de çok teşekkürler yardımları için.

Apo, Cenk, Soydan: Biz teşekkür ederiz

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış