Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ankara’nın “Eski” Eğlence Merkezi: Ssk İşhanı

Ankara’nın “Eski” Eğlence Merkezi: Ssk İşhanı

Ankara’ya üniversite için geldim. (Daha önceki kısa süreli gelişlerimi saymazsak) ilk ayak bastığım tarihi hiç unutmuyorum: 12 Eylül 1988. Ertesi gün kaydımı yaptırmak üzere, o zaman Beşevler’deki Milli Eğitim kampüsü içinde bulunan öğretmenevine yerleştik. İlk yemeğimizi Kızılay’da yedik. Dolanırken gözüme ilk çarpan, Ziya Gökalp Bulvarı üzerinde, Karanfil Sokak çıkışının karşısında yer alan Ada Müzik oldu. Lisede tesadüfen dinlediğim ve çok sevdiğim Çağdaş Türkü’yü yayınlayan firmaydı Ada ve “dükkânının” Ankara’da olması beni çok sevindirmişti. Kaydımı yaptırdım, geri döndük, okul açıldı, temelli geldim ve ilk Ada’ya uğradım. Orada başka bir şey öğrendim: Ada’nın merkezi de Ankara’daydı: “Az ileride SSK İşhanı vardır, orada görürsün” demişti dükkândaki abi… Gittim, gördüm, delirdim. SSK İşhanı’na ilk girişim budur.

Tuhaf bir yerdi: Alt katında kasaplar ve peynirciler, bir mescit, üst katlarda olta ve av malzemeleri satan dükkânlar, müzik malzemeleri satanlar, bir pastane, bir “hastane” ve kocaman bir Ada vardı. Daha da yukarıda Çankaya Belediye Başkanlığı’nın ve bir kısım büroların olduğunu da o gün öğrendim. Şaşarak gezdim bu tuhaf “pasaj”ı, yıllar sonra ilk paramı kazanacağım yer olduğunu bilmeden… Ada’yı sık sık ziyaret ettim. Oradan hatırı sayılır miktarda plak ve kaset aldığımı hatırlıyorum. Birkaç yıl sonra Ada kapandı, merkezini İstanbul’a taşıdı ve benim için SSK bitti; av malzemeleriyle ve kasaplarla ilgilenmiyordum. Yıllar sonra, memleketin ilk “solcu” radyosu olarak tarihe geçen Radyo Arkadaş’ı kurduk. Yayına başladığımız günlerde “SSK’ya gidelim” dediler, gittik. Tanıdığımız bir “abi”, üst katta bir bar açmıştı: Kavel. O “işhanı”nın ilk barlarından biriydi. Sonra Mavi ve Gölge’yi keşfettik. Ardından Pusula ve Baraka açıldı, oradaki pastane alkol ruhsatı aldı ve bir kısım “janjanlı” pavyonlar yerleşti oraya. Mavi’de Kibele çalardı, Rezan ve arkadaşları (tepsiye dökülen pirinç gibi) tuhaf enstrümanlar eşliğinde söyledikleri Türkçe – Kürtçe türkülerle o ufacık mekâna gelenleri eğlendirirdi. Baraka, Pilli Bebek’in çıktığı yerdi. Onları SSK’da ilk Gölge’de dinlemiş, hayran olmuştuk; onlarla birlikte Gölge’den Baraka’ya taşındık. Kavel, türkü çalardı. Arada Ankara’nın genç türkücüsü Yavuz Bingöl sahne alırdı. Sonra rock çalmaya başladı: Cem Karaca, Yaşar Kurt, İstasyon gibi isimleri orada dinledik. Pusula bir rock bardı, sonra bir arkadaşımız aldı, adı Fikrim oldu.

Bugün hayatımı kazandığım “eski45likler” Gölge’de başladı, Fikrim’de düzenli hale geldi. 17 Nisan 2000 tarihinde başlayan macera hâlâ sürüyor. Fikrim, SSK’dan ayrıldıktan sonra iki yer değiştirdi. Gölge -ki başka bir yazının konusu olacak kadar uzundur hikâyesi- önce hepimizin bildiği girişteki mekânı kapattı, üst kata çıktı ve Gölge Pub adını aldı, sonra Tunalı’ya taşındı ve kısa süre sonra o da kapandı. Bunun ardından SSK’nın çehresi değişti. Kapıya pembe gömlekli “güvenlik görevlileri” konuldu, duvarlarda led ışıklı palmiyeler yanıp sönmeye başladı ve SSK “bitti”. Bunu görünce, Gölge’nin bir sübap olduğunun farkına vardık: Rock barlar ve pavyonlar arasındaki dengeyi sağlıyordu; kapanınca rock barlar orada tutunamadı ve birbiri ardına ”pasaj”ı terk etti. Sonra sahiden bitti SSK: Boşaltıldı. Yıkılmak istendi, yıkılamadı. Şimdi, Kızılay’ın göbeğinde boş bir devasa bina olarak varlığını sürdürüyor.

Bir arkadaşımla orayı uzay gemisine benzetirdik. Ortası açıktı ve yıldızlar görünürdü. Şehrin ortasındaydı ama içine girdiğinizde kimi barların ufak pencereleri dışında şehri göremezdiniz. Boşlukta sürüklenen bir gemi gibi gelirdi bize. Toyluk zamanımda, alkol duvarını da aşmışken bunu hoşlandığım bir kıza söylemiştim: “Manyaksın sen” cevabını takiben benimle “ilişki”sini kesmişti. SSK “işhanı”, ayrılmaların ve buluşmaların da merkeziydi. Aşklar ve nice ilişkiler orada başladı, yaşandı, bitti. Ankaralıların sosyalleşme mekânıydı. Ankara’ydı.

Yazının sonunda sözü Ankaralı Emrah Serbes’e bırakalım. “Son Hafriyat” adını taşıyan ikinci Behzat Ç. macerasının 153. sayfasında şunu yazıyor: “SSK İşhanı, kentin küçük bir kopyası gibi, her şeyin iç içe geçtiği kaotik bir harmandı. İçinde cami, otopark, umumi tuvalet, sakatatçı, baharatçı, ciğerci, manav, rock bar, türkü bar, pavyon, nüfus müdürlüğü ve çeşitli bakanlıkların saymanlıklarının yan yana durduğu, kapısında porselenciyle dönercinin komşu olduğu bir yer tasavvur edin.” SSK, tam da böyle bir şeydi işte. Yeni kuşaklar bunu göremeyecek ama bu iyi bir şey mi yoksa kötü mü, emin değilim. Eski halini merak eden, Abdi İpekçi suikastını anlatan “Uzlaşma”ya bakabilir: İpekçi’nin haber topladığı, döner merdivenlerinden çıktığı mekân, SSK İşhanı’dır. Oradan yükselen “müziği” o filmde duyamazsınız ama onu da Emrah Serbes tasvir etsin: “Çeşitli barlardan kesik kesik yükselen şarkılar, kafayı bulmuş bir DJ’in yaptığı remiksi andırıyordu.

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış