Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ankara’nın Gezi Parkı: Ankara Kalesi

31 Mayıs 2013'te başlayıp tüm Türkiye’yi saran toplumsal bilinçlenme hareketi ve demokratik hak talepleriyle devam eden “Occupy Gezi» protestosu; içimizdeki uyuyan devi uyandıran, yaşadığımız şehre, parklarımıza, tarihimize, yaşam alanlarımıza ve özgürlüğümüze sahip çıkmamıza yardım eden yeni bir anlayış yarattı.

Ankara’nın Gezi Parkı: Ankara Kalesi

Doğduğum ve uzun yıllar yaşadığım şehir olan Ankara'da, çocukluğumdan beri demokratik hakkım olan birçok siyasi mitinge, eyleme ve protestolara katıldım. Yaşadığım şehri tanımaya, tarihine ve kültürüne kendimce sahip çıkmaya çalıştım. Hiç gidilmeyen, ötekileştirilen, unutulan semt ve mahalleleri defalarca gezdim. Kendi egomu törpüleyerek, içinde bulunduğum güvenli-kısıtlı çemberi kırmaya çalıştım. Geçmiş-gelecek, fakir-zengin, modernmuhafazakâr ayrışmalarını kabul etmeyerek oradaki insanların taleplerini, hayata bakışlarını ve hayatlarını öğrenmeye uğraştım. Belki de kendimi tanırken empati yaparak diğer “onlar”la, hep öteki olarak kalmış insanlarla aramdaki farkı anlamaya, bilinmezlikleri ortadan kaldırmaya çalıştım. Bunun yanında, Türkiye'yi ve insanlarını keşfetmek üzere doğu-batı-kuzey-güney fark etmeksizin birçok şehir ve bölge gezdim, birçok insanla tanışma fırsatı buldum. İstanbul'daki 1-2 yıllık maceramda da bu anlayışı devam ettirerek, hep eskiye, geçmişe, terk edilene ve ötekileştirilene olan yolculuğumu sürdürerek kendimi parklarda, tarihi mahallelerde, sahillerde, sokaklarda; Cumartesi Anneleri’nin yanında, 1 Mayıslar'da, Emek Sineması'nın yıkılmasında, Sulukule'de, Demirören AVM yapılması ve 2012'de de Taksim Yayalaştırma projesi protestosunda buldum.

İlla bir çıkarım ve sonuca varmaya gerek duymaksızın, insanlarımızın hep geçmişi-eskiyi, sadeyi ve doğayı terk ettiğini fark ettim. Bizim ülkemizde eskiyi- tarihi yenileyip güzelleştirmek yerine onu terk edip yeniye yönelmenin, fakir mahallelerinin gettolaştırılmasının ve insanlar arasında uçurumların yükseldiğini gözlemledim.

Özetle Ankara’da tarihi merkezin neden bu kadar kaderine mahkûm edildiğini, parklarının neden hep bu kadar boş olduğunu, eğitimli insanların şehirlerine dair neden hiçbir şey bilmediklerini, Ankara müzelerinin neden kimse tarafından ziyaret edilmediğini, sokakta yürümekten neden bu kadar korkulduğunu; İstanbul'da ise şehrin göbeğindeki Gezi Parkı'nın neden bu kadar boş olduğunu, tarihi yarımadanın neden yeterince keşfedilmediğini, müzelerine gidilmediğini, farklı olan insanlardan, eski mahallelerden neden bu kadar korkulduğunu ve yeme-içme haricinde insanların neden sokağa çıkmadığını kendime hep sordum, hep merak ettim ve hep sorguladım. Belki ben de kültür yoksunu pahalı yerlerde bulundum. Paranın bu kadar zor kazanıldığı bir ülkede sırf eğlence ve zevk için birçok harcamalar yaptım, gereğinden fazla müsriik yaptım ve gerektiğinde AVM'lere gitmekten çekinmedim. Ancak her zaman sırf tüketime dayalı bir paylaşım içinde olmaktan, kendimi metalarla ve maddiyatla ifade etmekten kaçındım. İnsanların gerçekten iyi olduğunu, kötünün insanların dışlanmasıyla ortaya çıktığını düşündüm ve insanlardan hiçbir zaman korkmadım. Tüm bu gerçekler ışığında günümüzde neden böyle bir toplum ve ülke olduğumuzu tartışarak, güç sahibi kesim ve insanları suçlamak ya da siyasi bir analiz yapmak yerine; Gezi Parkı hareketiyle ortaya çıkan; yaşanılan şehri sahiplenen, doğayı koruyan, kimseyi ötekileştirmeyen, insanıyla barışan, kapitalist kültürün dayatmalarıyla yozlaştırılmaya ve ranta-paraya dur diyen insanımıza güvenerek sizlerden alçakgönüllü bir talepte bulunmak istiyorum...

Biraz da Ankara’yı konuşalım, Ankara’ya sahip çıkalım, genç kuşaklara Ankara’nın şehir kimliğini unutturmayalım... Ülkemizi ve dünyayı daha iyi anlamlandırmak için, Türkiye Cumhuriyeti’nin şehir planlamasını, şehir hayatını, geçirdiği siyasi ve toplumsal değişimleri, en önemlisi zihniyetini daha iyi öğrenmek için yaşadığımız şehir Başkent Ankara'yı tanımak ve anlamakla işe başlayalım.

Tüketim muhafazakârlığıyla, toplu taşımın sınırlandırılmasıyla, şehrin içinden geçen koca bulvarlarla şehrin bölünmesiyle, mahalleler arası organik bağın yok edilmesiyle, meydanlarının yıkılmasıyla, yeşil alanlarının terk edilmesiyle ve AVM patlamasıyla insanların kontrol altına alındığı bir şehir Ankara. Herkesin İstanbul'a özenmesinin aonucu şehir kimliğinin olmaması, şehre özgü bir kültür ve birikimin oluşturulamaması, «Ankaralı» aidiyetinin gelişmemesi ve şehir sorunlarına duyarsızlığın, sorgulamamanın tavan yaptığı bir şehir aynı zamanda da…

Gezi olaylarının Ankara’ya taşınması sonucunda, Ankaralılar şehirlerini keşfetmeye, sahip çıkmaya ve en önemlisi sorunlarının farkına varmaya başladı. Tüketimin ve insanlara olan güvensizliğin getirdiği kaypaklık ve korkunun azalması, Ankara için güzel bir başlangıç olmuş durumda. Direnişin forumlara döndüğü günümüz Ankara'sında bulunduğum tüm forumlarda Kızılay, Anıttepe, AOÇ, 100.Yıl, Dikmen, Keçiören, Mamak, Yenimahalle gibi semtlerde, şehir sakinleri kentlerini tanıyor, insanların sorunlarına eğilerek, olması gereken toplumsal dayanışma kültürünü geliştiriyorlar. Bu gerçekten inanılmaz mutluluk verici bir gelişme, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum! Şimdi benim asıl değinmek istediğim konu, kimsenin dikkat etmediği, tanımadığı, tehlike merkezi olarak bilip de gitmediği başta Ankara Kalesi olmak üzere Ankara’nın tarihi merkezini kapsayan semtler; Ulus, Hamamönü ve Cebeci…

Ankara’da bulunmaktan en keyif aldığım ve huzur bulduğum yer olan Ankara Kalesi… Kısaca özetlemek gerekirse tam olarak kuruluş tarihinin bilinemediği Kale, Ankara’nın tarihini yaklaşık M.Ö. 500 yılında başlatıyor. Galatlardan günümüze kadar askeri garnizon, üretim ve sanat merkezi, din ve spor merkezi olarak değişik dönemleri geride bırakan Ankara ve onun mamur kalesi uzun yıllardır kaderine terk edilmiş durumda. Özal döneminde gecekondulaşmayla mahalle kültürünün oluştuğu Ankara Kalesi, Ankara'yı daha iyi tanımak ve bulunduğumuz şehri tanıtmak için müzeleriyle, esnafıyla, zanaatkârlarıyla, sanat galerileriyle, tarihi dokusuyla ve güler yüzlü sakinleriyle bizleri beklemekte. Yaşadığı şehri benimsemeyen, kent kültürünü tanımaya hevesli olmayan duyarsız milyonların çevrelemesiyle kendi kaderine direnmeye hâlâ devam ediyor taş duvarlar… Yıllardır Ankara'nın en önemli tarihi bölgesi Ankara Kalesi'nin tüm tapularını almaya çalışıp başaramayan Melih Gökçek, yeni alkol tasarısının da ivmelendirmesiyle adım adım hedefine yaklaşıyor. Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki ile beraber yine iş başında. Yavaş yavaş tarihi Ankara'nın etrafını dönüştürmekte ve ranta kurban etmekteler.

İlk olarak Ankara’nın en eski mahallesi olan Hacettepe mahallesine kentsel dönüşüm adı altında el atan AKP bütün evleri yıktırıp, Hamamönü'ndeki yeni evlerin tüm ruhsatını AKP Milletvekillerine dağıtmıştı. İkinci adımları da Hacı Bayram Veli Camii'nin etrafını temizleyip sahiplerini kovarak tapuları tarikat yurtlarına, yeni açılan ve denetlenemeyen medreselere, yurtlara ve AKP sermayesine açmaktı. O da şu anda başarılmış durumda. Caminin altındaki çarşı esnafı bulundukları yerlerden zorla çıkarıldı ve bizzat şahit olduğum yıkık şantiyelerde iş yaptırılmaya zorlandı. Ramazanla beraber sonunda pes eden bölge esnafı dükkânlarını terk etmiş durumda. Ankara'nın bence en değerli ve en sevdiğim yeri olan Ankara Kalesi'nde çocukluğumdan beri hizmet veren, bulunduğu yeri anlamlandıran Washington Restaurant, Altındağ Belediyesi'nin alkol ruhsatını yenilememesinden dolayı yaklaşık 1 aydır kapalı durumda. Öğrendiğim kadarıyla da Cemaatin yükselen rezidans diyarı Çukurambar’a taşınacakmış. Ankara Kalesi'ndeki zanaatkâr ve emekçiler, mahalleliler ve sanat galerisi sahipleri, gözleme-çay diyarına çevrilmek istenen Kale'de daha ne kadar dayanabilir? Ev sahipleri, dükkân sahipleri Özal dönemiyle imara açılan Kaleiçi Mahallesi'nde yıllardır özgün bir hoşgörü kültürü yaratmış durumda. Kale'yi yıllardır kaderine terk eden Ankara Büyükşehir Belediyesi tapulara el koymak için harekete geçmiş durumda!

Her bir sokağında, her bir taşında, dükkânında anılarım olan Kale'yi kimler, ne için yıkmaya çalışıyor? Kahroluyorum, içim eziliyor… Lütfen şehrin esas merkezi olan Ankara Kalesi’ne sahip çıkalım, tarihi duvarlarında oturalım, hikâyesine ve tarihine ses verelim. Gerekirse mahallelilerin ve esnafın sesini duyurmak için çalışalım, onu kaderine terk etmeyelim. Bulunduğumuz şehri daha iyi tanımalıyız, Ankara'nın en iyi manzarasında yıkılmak istenen evlere karşı oturarak, yürüyerek, taş duvarların sesini dinleyerek.

 - Pirinç Han'da gözleme yiyerek,

- Han'daki eski pikapları keşfederek,

- Sanat galerilerine bir göz atarak,

 - Çengel Han ve Anadolu Medeniyetleri Müzelerini gezerek,

- Gramafon Cafe’deki engin taş plak koleksiyonuyla kulağımızın pasını silerek,

 - Hatipoğlu Konağı’nda fasıl yaparak,

- Zenger Paşa'da yemek yiyerek,

- And Cafe'de Ankara'nın en iyi manzarasına karşı oturup düşünerek,

 - Kirit Cafe'de kahvemizi yudumlayarak,

 - Surun tepesine tırmanıp Ankara'nın ne kadar büyüdüğünü hayretler içinde gözlemleyelim ve Çıkrıkçılar yokuşunda antika ve el emeği göz nuru eserlere bakalım…

Kısacası toplumsal hafızamıza sahip çıkalım, belki çok tekrarladım ama onu kaderine terk etmeyelim. Unutmayın Ankara’nın da size söyleyeceği çok şey var

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış