Bayram sebebiyle Ayvalık’ta, Ege Denizi’ne bir bilemedin iki kilometre uzaklıkta olup da, odasında, yazıya motive olabilmek için Ankara havaları dinleyen halet-i ruhiyeden herkese merhaba. “ Sorma.. Bir görsen, gecesi başka, gündüzü başka güzel. Şimdi en hareketli zamanıdır. Caddeler insanla kaynar, pastaneler, çay bahçeleri, gazinolar tıklım tıklım doludur.. İnsan çarşıda hangi dükkanın vitrinine bakacağını şaşırır, gece Ankara renkli ışıklar içinde yüzer, yeşillikler içinde baraj, cıvıl cıvıl Gençlik Parkı, bitip tükenmeyen bir canlılık içinde insan yaşadığını anlar. Seversin Ankara’yı.. İçinde yaşadıkça daha çok seversin, görmek lazım.. Sen de gelir misin benimle Ankara’ya? ( Kadir İnanır’ın, kendisine Ankara’yı soran Necla Nazır’a verdiği yanıt, “Ankara Ekspresi” isimli filmden.) • Dönmeme saatler kala, sağlıklı bir Ankara portresi çıkarabilmek için AŞTİ’ye geçmeden Kızılay’da biraz dolandım. Gitmeden evvel zabıtaların, sokak müzisyenlerinin enstrümanlarına tekme attığı güzelim ilimize dair yeni bilgiler edinmek, Karanfil’deki oturan heykelin yanında, farklı kombinasyonlarla fotoğraf çeken insanların neşesine tanıklık etmek hiç de fena olmazdı. Tam elim boş, tek bir detay dahi yakalayamadan AŞTİ’ye dönecekken, üstgeçidin yanındaki midye dolmacının başında toplanmış kitleden gelen sesler haneme puan olarak yazıldı : “- Ya bunu yiyemiyorum ben, eti kalıyor dibinde, dişimle kemiremiyorum. - Bak öyle yeme onu, kaşığı kullan.”
Yılların midye kabuğu bir anda kaşık oluverdi, hemen sol yanımda. Önce tipik “Akademik nedenlerle Ankara’ya yerleşmiş Egeli egosu” yla diyaloğu kınadım, “Eh be midye” dedim, “Sen ki çevre vilayetlerden buraya geldin, daha ağza atılmadan kabuklarını yitirdin, baktılar seni öyle yiyemeyecekler, önce kabuklarına “kaşık” dediler, sonra birbirlerine senin “kaşık”larını kullanmayı tavsiye ettiler. Bak ben Ayvalık’a dönüyorum, on beş yirmi dakikam var daha. Hazırlan. Topla kabuklarını yerden, eşlik et bana. Hem bayram nedeniyle otobüsleri de genişlettiler, sana da yer buluruz, neden bulamayalım? Midyeyi tam da ikna edecekken gözüm GAMA’ya takıldı. Ankara’ya yeni geldiğim dönemlerde kendisine Gama İş Hanı dediğim, ama zamanla aramızdaki samimiyeti geliştirip direk ismiyle hitap ettiğim GAMA’nın bir bakışı içimdeki Ankaralıyı çıkarmaya yetti. “Asıl kabuk tuhaf duruyor, kaşık işte la” diyerek, kabuk ve kaşık arasındaki o ince çizgiye, AŞTİ’ye yol aldım.
Her ne kadar geçen ay AŞTİ’den bahsetmiş olsam da, şu güne kadar işittiğim en güzel AŞTİ anısını, tam da burada anlatmadan geçemeyeceğim. Bu sebepten şu an şu çığırtkana itibar etmelisiniz, aksi takdirde arkadaş ortamlarında, Ankara muhabbetlerinde anlatabileceğiniz bu güzelim anekdottan mahrum kalırsınız, zira ben denedim, yüzde yüz çalışıyor. - Kuzenim bir gün AŞTİ’den bir başka kuzenimi uğurlarken (AŞTİ’de kuzen kuzeni uğurlar, bizde bu böyledir), çığırtkanlara itibar edilmemesi gerektiğini öğrendikten sonra, daha önce AŞTİ’de işitilmemiş bir anonsa tanıklık ediyor: “İsmail Topik, danışmaya.”Aynı anons bir dakika sonra tekrarlanıyor ve iki üç dakika sonra başka anons duyuluyor: “Topik, danışmaya” Bu iki anonsa şaşırıyor ama terminaldir, yanlış anonslar yapılabilir diyerek üzerinde fazla durmuyor kuzenim. Ancak son anons, AŞTİ’nin sıradan bir terminal olmadığını ispatlıyor: “toppppiiş!” - Bu ay sizinle, üşenmeden, erinmeden yaklaşık bir saat uğraşarak meydana getirdiğim biricik ütopyam “İşte bunlar hep şiir” isimli paint çalışmamı paylaşmak istedim. “İşte bunlar hep şiir”, Ankara-Ayvalık arası yollarda tasarladığım “sentez coğrafya”nın sürreal bir dışavurumu. Gerçi bu coğrafyada solumak isteyen insanlar olarak midye kabuğuna “kaşık” mı yoksa “kabuk” mu deriz, orası bize kalmış.
- Bir yazının daha sonuna geldik. Hakkımda cezai işlem başlatılmadan evvel peronumu ‘Peyk-Sobe’ eşliğinde acilen boşaltıyorum, gelecek ay yine Ankara sokaklarında buluşmak üzere…
Yorumlar (0)