Doğup büyüdüğümüz Ankara'ya başka bir noktadan bakma çabası ile düştük yollara. Bahadır Duman iğne deliğinden bakarak hem şehrin fotoğraflarını çekti hem de konunun detaylarını anlattı.
Lindanihan: Bahadır merhaba. Bugün birlikte biraz yokuşlu ve yorucu da olsa çok keyifli bir gezinti yaptık, bir yandan fotoğraf çektik ve video kayıt aldık. Asıl konumuza geçmeden önce biraz kendini tanıtmanı rica ediyorum.
Bahadır: Merhaba. Ankara'da doğdum, büyüdüm ve yaşıyorum, aslen Rize Çamlıhemşinliyim. Üniversiteyi Zonguldak Karaelmas Üniversitesi'nde okudum, mezuniyet sonrası işletmemizin başına geçtim. Babamla birlikte çalışıyoruz şu anda, esnafız.
Lindanihan: Bizler Damla Pastanesi'ni biliyoruz ve çok da seviyoruz. Yıllardır değişmeyen lezzetleri ile bildiğimiz Damla Pastanesi'nin işletmeciliğini yapıyorsun. Kaçıncı nesil oluyorsun?
Bahadır: Ben 3. kuşağım. Genel olarak baktığımızda 5-6 kuşaklık bir geçmiş var, ancak bulunduğumuz yerde 3 kuşaklık bir serüvenimiz var ve devam ediyoruz.
Lindanihan: Bizim bugün buluşma sebebimiz senin Damla Pastanesi'nden ve günlük koşturmacandan uzaklaşmanı sağlayan hobin. Hobi diyorum ancak buradan çok çılgın şeyler çıkacakmış gibi geliyor. Fotoğraf çekiyorsun ve bunu yaparken de farklı yöntemler kullanıyorsun. Bu serüven nasıl başladı?
Bahadır: Klasik bir hikaye ama babamın Zenith'i ile başladım. 2000'lerin başlarında, babamda bir Olympos, bir de Zenith marka makine vardı. 2001-2002 gibi, 17 yaşındayken, doğru düzgün gezmediğim İstanbul'a merak saldım, "İstanbul'a gideceğim!" dedim. Gece otobüse bindim, elimde Olympos kamera, bir de siyah beyaz film taktım. Sabah İstanbul'daydım, gittim gezdim, akşam otobüse bindim geri döndüm. Hiç bilmediğim bir yere, büyük de bir şehir tabii, hani hep konuşuluyor "İstanbul şöyle, İstanbul böyle", korkuyorsun tabii nasıl bir yere gidiyorum diye, oysaki normal bir şehir geziyorsun. Görmeden gözünde büyüyor her şey. İstanbul'a gittim fotoğraflarımı çektim geldim. Orada bir merak başladı ancak çok aralıklı devam etti. Eğitim alamadım. Üniversitede fotoğrafçılıkla ilgili bir kulübe yazıldım, kulüp kapandı. Zenith ile fotoğraf çektim yine ama o dönem hiçbir materyal de okumadım fotoğraf çekmek üzerine. Kendimce "güneşliyse hava şöyle ayarla, değilse böyle ayarla" diyerek çektim. Bu hatalardan sonra üniversiteyi bitirip işimizin başına geçince hobilerime zaman ayıramadım. Biliyorsun bisiklete biniyorduk birlikte ve oyalanıyorduk. Derken fotoğrafa yeniden bir ilgi başladı. O zaman dijital bir makine vardı elimde.
Lindanihan: Ben de o konuyu merak ediyordum. Dijital ile çalıştın mı diye soracaktım.
Bahadır: Aslında analog ile başladım, ancak dönemin getirdiği şartlar yüzündendi, çünkü sadece analog makinalar vardı. Dijital makinalar yoktu. Babamda yoktu en azından sonrasında bir dijital makine aldım. Makinayı aldığım yerde ücretsiz eğitim veriliyordu. İşte önemli olan kısım burası aslında. Bir şeyi yaparken eğitim almak, okumak. Her şey senin bakış açına bakıyor ama tekniği de öğrenmek lazım. 1 aylık bu teknik eğitim sonrası "Hah işte fotoğraf buymuş!" dedim. Şimdi farklı bir şeyler çıkabilir diye düşündüm. Sürekli dijital fotoğraf çektim hem kendimi hem de gözümü alıştırmak için. Dijitalden devam edecektim aslında ama işte gözüm yeniden babamın Zenith'e takıldı.
Aslında arkadaşlarımızla çok konuşurduk bu konuyu, "Zenith'i çıkartalım da bir çekim yapalım." derdik. Böylece film ile fotoğraf çekmeye yeniden başladık. O fotoğraflardan aldığım renkler siyah beyazken bile çok hoşuma gitmeye başladı. Sanki o fotoğraflar konuşuyor gibi, çünkü dijital ile, tüketim çağındayız ya, "Beğenmedim sileyim, bir daha çekeyim" diyorsun. Öbüründe hep merak var. Acaba doğru çektim mi? Hatayı düzeltme şansın yok, belki biraz karanlık odada düzeltirsin, yine de o heyecan bambaşka.
Analoğa geçiş sonrasında "Bu filmlerin banyosunu neden kendimiz yapmıyoruz?" sorusu başladı. O konuyu da araştırdık. Yine ilk eğitim aldığım yerden karanlık oda eğitimi aldım. Film yıkamak, banyo etmek, kağıda agrandisör ile basmak veya dijitale aktarmak üzerine eğitimler aldım. Bunları da alınca analog çekime iyice kapıldım ve çok zevk almaya başladım. Sonuçta yine dijital imkanları kullanıyorum, ışık ölçmem gerekiyor veya makinanın kendi ışık ölçerini kullanıyorum ama analog çekim hem merak hem de daha farklı bir deneyim katıyor. Şimdi mesela elime dijital bir makine versen, uzun zamandır kullanmadığım için başta baya bir şaşırırım. Rahat adapte olurum ve çekim yaparım ama analog çekim benim için ayrı bir tutku oldu.
Bugün de zaten analog fotoğrafın babası ile çekim yaptık. 1980'lerde analog çeken biri bana analogcu diyebilirdi mesela.
Lindanihan: Bir yandan röportajımızı analog makine ile uzun pozlamada çekmekteydik ve süre tutuyorduk. Asıl konumuz olan makinamızı da yanımıza alıp üzerine konuşalım. @Analogismo adında bir instagram sayfan var ve bu analog fotoğrafları dijital ortama aktarıp yayınlıyorsun. Ben de keyifle kanalı takip ederken dayanamayıp "Bahadır sen ne yapıyorsun, hayırdır, nereye gidiyor bu fotoğraflar?" diye sordum.
Bahadır: Aslında "Bu renkler neden böyle?" sorun ile başladı...
Lindanihan: Evet bu renkler neden böyle diye merak edip sormuştum. Nasıl yaptın bu renkleri, filtre mi kullandın nasıl oldu bu iş derken laf döndü dolaştı Bahadır'ın Pinhole ile Ankara fotoğrafları projesine geldi. Ben de konu Ankara olunca birlikte çıkar hem sohbet ederek şehri gezer hem de fotoğraf çekip kayıt alırız dedim. Bugün önce Kızılay'da buluştuk, Sıhhıye Abdi İpekçi Parkı'na geçtik.
Bahadır: Evet, sen de biliyorsun, orada bir stres yönetimi yaşadık.
Lindanihan: Tam bir stres yönetimiydi. "Siz ne çekiyorsunuz, basın mısınız? Kim için çekiyorsunuz?" gibi sorular ile karşılaştık.
Bahadır: İyi oldu aslında, işin o kısmını da görmüş oldun, ben bu sorunu genelde yaşıyorum. Kayıt altına alamadık ama güvenlikle karşı karşıya kalıyoruz. Ben her fotoğrafa çıktığımda bir kez de olsa bu olayı yaşıyorum. Bu soruyu yoldan geçen bir vatandaş da sorabiliyor. Sokak fotoğrafı çekiyoruz sonuçta ve insanlar haklı olarak sorabilir, bir şey diyemeyiz. Geçenlerde biri sordu "Ne çekiyorsun abi?" dedi ben de "Heykeli çekiyorum. Biz Hitit'iz de... Atalarımızdan kalma bir şey, bu heykeli benim çekmem lazım" dedim. Adam "Ya git işine" dedi. Böyle tatlı sert cevaplar ve muhabbetler olabiliyor. Sert bir tepki verirseniz sert tepki alırsınız. İnsanlara bir şey yapmıyoruz, fotoğraf çekiyoruz demek gerekiyor. Oturup resim yapmak gibi. Biri çizim yapıyor olsa kimse dönüp karışmaz, en kötü bakar ne yapıyor diye, biz de ışıkla resim yapıyoruz aslında.
Lindanihan: Bugün ışığı kullanarak farklı bir makine ile çekim yaptın. Ben açıkçası yıllar önce kibrit kutusundan pinhole kamera yapımını bir yerde izlemiştim, denemeyi çok istemiş ama filmler yanacak korkusu, yeni filmi nereden bulacağım, işin lojistiğini nasıl çözeceğim gibi kaygılardan cesaret edememiştim...
"Ankara'da yaşıyorum, 35 senem burada geçti, Ankara'yı iyisi-kötüsü ile gördük. Bu süreçte yıkılmadan veya iyice bozulmadan bazı yerlerin fotoğraflarını çekmeyi başardım. Mevcut fotoğraflarıma iğne deliğinden çektiğim Ankara fotoğraflarını eklemek, zamanı geldiğinde de sergilemek istiyorum"
Bahadır: İşin içine girince eliniz her malzemeye uzanır oluyor. Filmi nereden bulacağım dediğinde o kadar çok film satan yer var ki... İşin içine girmeyince olanaklar denk gelmiyor. Ben de mesela pinhole kamerayı birkaç yıl önce gördüm. Kibrit kutusundan fotoğraf makinası yapıyorlar. Benim de ilgimi çekti ama bir an izledim ve hemen diğer konuya geçtim, sayfayı çevirdim. Sonrasında bir gün pinhole ile ilgili bir eğitim vardı, katılamadım. Katılamayınca sinirim bozuldu. Bir de bir işi tam öğrenmeden yapmamalı düşüncesinde olduğum için; oturdum yerli-yabancı dokümanlar okumaya başladım. Sorduğum insanlar oldu. İlk yaptığım pinhole kamera hakikaten berbat bir kameraydı. Fotoğraf yoktu, bir şeyler vardı ama o olanlar neydi? Ben biliyorum ne olduğunu da başkası göremez.
Lindanihan: Pinhole kameranın ne olduğundan bahseder misin?
Bahadır: Pinhole İngilizcesi, Türkçesi iğne deliğinden çekilen fotoğraf aslında. Bir levha veya başka düz bir malzeme üzerine çok küçük bir delik açılıyor. Tabii bu deliğin ölçüleri var, film ve deliğin arasındaki mesafeye göre her makinanın, yapılan her pinhole kameranın, farklı bir iğne delik boyutu olması gerekmekte. Ben de bu hesaplamaları okudum. Elimdeki malzemeleri nasıl dönüştüreceğimi araştırdım. Pinhole yapacağınız zaman filmin ışık görmesini engelleyen, filmi saracağınız bir mekanizmasının olması lazım. Ben bu mekanizmayı yapmakla uğraşmak yerine çalışmayan, kırık dökük ama sarma mekanizması ve ışık alma mekanizması çalışan analog fotoğraf makinalarını pinhole kameraya çevirmeye karar verdim.
Yanımda da kendi yaptığım örnek bir makine var. Deklanşör kablosu var, başka türlü çalışmıyor. Kırık dökük olduğu için dış kabuğundaki eksik parçalarını yeniledim. Önde bulunan lensi söktüm. Lensin çıktığı yere bir levha yerleştirdim. Bu levha üzerine bir iğne deliği açtım. Açılan iğne deliğinin çapı bu makine için 0,2 mm. Ardından içindeki perde sistemini kullandım. Deklanşör kablosunu takıp bastığımızda perde açılır. Bu perdenin olduğu yerde bir iğne deliği var ve hatta ben deklanşörü basılı tuttukça fotoğraf çekiyor şu anda. Uzun pozlama yapmaya ihtiyaç olduğu için deklanşöre basılı tutmamız gerekiyor. Işık durumuna göre, gündüz ışığında pozlama 1-3 saniye civarında oluyor. Karanlık yani loş ortamda 3 veya 4 saate kadar çıkabiliyor. Pozlama süremiz ışık durumuna göre değişkenlik göstermekte. Ardından deklanşörü kapatıp filmimizi sarıyoruz ve pozumuzu çekmiş olduk. Şu anda size gösterirken kameranın fotoğrafını çektim.
Ardından orta formatlı bir makinadan pinhole kamera yapmak istedim. Elimdeki Lupital 2, 1950/1960 üretimi. Makinanın içindeki film sarma mekanizması ve ışık alma mekanizmasının çalışıyor olması benim için yeterli. Lupitalin lensi bozuktu. Yoksa asla kıyıp böyle bir dönüşüme gitmezdim, çünkü çok değerli bir makine. Bozulduklarında kullanmayıp kenara atmak yerine yedek parça çıkartmak veya fotoğraf çekmemizi sağlayan pinhole kameralara dönüştürmek bir çözüm. Bu makinamda diğer makinalardan çıkan bir parçayı kullanarak perde yaptım. Elimle perdeyi yukarı çevirdiğimde
delik açılıyor ve fotoğraf çekmeye başlıyor.
İğne deliği lensin olması gereken yerin tam ortasında olmalı. Bazen tam denk gelmeyebiliyor ancak yine çekmeyi hedeflediğime yakın kareler yakalayabiliyorum. Perdeyi indirdiğimde pozlama bitiyor. Makinayı sallamadan pozlamayı yapmak lazım. Direkt analog çekim yapan başka makinalarım da var. Onlardan biri bu Minolta. Çok güzel fotoğraf çeker.
Başka makinalarım da var ancak hepsi bugün yanımızda değil.
Lindanihan: Bu kameraları kendin yapıyorsun ve biliyorum ki bundan sonrası için de planların var. Gelecek hedeflerin neler?
Bahadır: Ankara'da yaşıyorum, 35 senem burada geçti, Ankara'yı iyisi-kötüsü ile gördük. Bu süreçte yıkılmadan veya iyice bozulmadan bazı yerlerin fotoğraflarını çekmeyi başardım. Mevcut fotoğraflarıma iğne deliğinden çektiğim Ankara fotoğraflarını eklemek, zamanı geldiğinde de sergilemek istiyorum.
Lindanihan: Kesinlikle sergilenmeliler, peki bunların dışında bu konuya ilgi duyan kişilere ve kendine küçük bir alan yaratmaya çalışmaktasın. O süreci anlatır mısın?
Bahadır: Evet inşaata başlıyoruz, mega projemiz hayata geçiyor diyebilirim. Küçük bir alana 10 metrekare kadar, yok 10 metrekare demeyelim, 12 metrekare kadarlık bir alana bir karanlık oda kuracağım. Aslında Ankara'da başka karanlık oda imkanları var ama evime ve işime yakın, kolay ulaşım sağlayabileceğim bir noktaya atölye kuruyorum. Evimde fotoğraf banyosu yapabiliyorum ama, agrandisör baskısı almak için iyi bir karanlık oda gerekiyor. Bunun için de âtıl duran bir depomuz vardı. Burayı atölyeye çevirmeye karar verdik. Aslında daha farklı düşüncelerim vardı; Yahudi Mahallesi'nden ev kiralamak gibi, ama böyle bir yer varken değerlendirmek istedim. Herkesin kullanımına açık, eş dost veya karanlık odada fotoğrafımı yıkayacağım diyenlerin buyurup geleceği bir yer olmasını istiyorum.
Lindanihan: Pinhole kamerayı yapmak ne kadar zamanını almakta?
"Ben çok net görüntü sevmiyorum. Net olmasın... Sen tamamla. - İnsanın gözü tamamlasın fotoğrafı, hatta rahatsız etsin o görüntü istiyorum."
Bahadır: Makinanın lensi kolay sökülüyorsa; lensi sök, önüne bir levha koy ve deliğini aç. Yapman gereken bu kadar. En fazla yarım saatini alır. "Herkes yapabilir mi?" Evet herkes yapabilir. Benim de elimde aman aman malzemeler yok. Ama açılacak iğne deliğinin ölçüleri önemli. Çünkü cidden ilk yaptığım makinaya toplu iğneyi soktum, kocaman delik oldu. Yine görüntü alıyorsun ama çok loş ve bulanık garip bir görüntü oluyor. O konuya gelmişken ben çok net görüntü sevmiyorum. Net olmasın... Sen tamamla.
Lindanihan: Zaten işin büyüsü de bu.
Bahadır: İnsanın gözü tamamlasın fotoğrafı, hatta rahatsız etsin o görüntü istiyorum.
Lindanihan: Bazı uzun, saatlerce pozladığın fotoğrafların vardı instagram sayfanda paylaştığın hem ürkütücü hem de çok dikkat çekiciydi benim için.
Bahadır: Kendimi uyurken çekmiştim. 3-5 saat sürmüştü. Bir görüntü var ama siluet halinde. Uyuduğum için arada ayağım bir yere gitmiş gibi görünüyor hareket var gibi...
En doğal halimle kendimi uzun uzun 1 fotoğrafa çekmiş oldum böylece rol yapmadan.
Lindanihan: Aslında araştıracak herkesin ulaşabileceği bir bilgi ama kullandığın filmlerden bahseder misin? Bugün getirdiğin makinaların her birine farklı bir film taktın örneğin.
Bahadır: Analog makinama renkli bir film taktım. Çünkü herkes Ressam Muhammed'in evini bilir. Ben de oradan renkli bir fotoğraf çekmek istiyordum. İlk keşfettiğimde makinamda siyah beyaz bir film vardı. Bu sefer renkli çekmek istedim. Fotoğraf için çekime çıktığınızda planlı olmanız gerekiyor. Daha çok siyah beyaz çekmeyi seviyorum. Banyosunu kendim yapabildiğim için ve oluşan lekeler daha hoşuma gidiyor. Olympos pinhole kameramda 50 ISO'luk siyah beyaz film var. Daha kontrastlı çektiğini düşündüğüm için kullandım. Bu arada bu filmi bugün ilk kez deniyoruz ve umuyorum fotoğraflarımız çıkacak. Öyle okudum bir yerde. Zaten pinhole ile fotoğraflar flu çıkıyor, kontrast değeri yüksek olsun diye bu film öneriliyordu. Lupital 2'ye 100 ISO film taktım. Tahminen 50 ISO ile aynı etkiyi verir çünkü ya doğru delik açtığım ya da aradaki mesafe daha uzak olduğu için Lupital'in keskinliği ve netliği daha iyi. Film ve delik arasındaki mesafe daha uzak olduğundan pozlama süresi de daha uzun Lupital'de. Filmler çok çeşitli. Bir gün gece çekimine çıktığımda 3200 ISO bir film taktım. Kumlu kumlu çok değişik görüntüler çıktı. Onun da ayrı bir havası oldu yani.
Lindanihan: Bugün neden bu rotayı dolaştık, tercih etme sebebin neydi?
Bahadır: En sevdiğim rota öncelikle. Eğer Ankara'yı geziyorsam zaten yürüyerek gezmeyi seviyorum. Merkezi bir yerde oturuyorum, evden çıkıyorum, Sıhhıye üzerinden devam ediyorum. Ben buradaki insanları görmeyi daha çok seviyorum. Yani Çayyolu'na gidip ne yapacağım ki? Ne göreceğim? Hiç renk yok ki, her yer aynı bana göre. Ankara'nın batı kısmına doğru genişleyen ve sonradan oluşan kısmını görmek bana bir tat vermiyor. Yüksek binalar görmek bana zevk vermiyor... Bunun yerine Ulus'u, Ankara'nın tarihini gezmeyi seviyorum. Buralardan kimler gelmiş, kimler geçmiş, biz de geçiyoruz işte. Gerçi bozuluyor, her seferinde farklı görüyorum. Yahudi Mahallesi örneğin, her geçtiğimde kayboluyor maalesef, bir bina daha yıkılmış veya yanmış oluyor. Çok üzücü. Buradaki insanlarla sohbet ediyorum.
Lindanihan: Bugün sabahın köründe mahallede olmamıza rağmen herkes çok pozitifti.
Bahadır: Benim gezerken o bölgede amcalarla ve teyzeler ile sohbet etmişliğim var. Çok güzel bir mahalledir, insanları da çok güzeldir. Dışardan insanlar "oraya girilir mi, korkuyoruz biz" Derler ama bence hiç öyle değil, Ankara'nın en güvenli, insanlarla en keyifli sohbet edilecek mahallesi bence. Ancak şundan bıkmış olabilirler, fotoğrafçılar çok gelir, ben de dahil olmak üzere. İyi mi yapıyoruz o konu da tartışılır.
Lindanihan: Haklısın böyle bölgelere çok dikkat çekmek de ne kadar doğru düşünmek lazım bir yandan.
Bahadır: Ama sonuçta ben şöyle düşünüyorum. Kamuya ait bir yer olsa illa başka bir şeye dönüşürdü, özel kişilere ait olduğu için korunuyor gibi. Tabii bilmiyorum ne kadar sürer. Kamu da hemen el koyabiliyor... Umuyorum bir gün böyle bir durum olursa da layıkıyla olduğu gibi kalır, restorasyon yapılır ama düzgün bir restorasyon olur.
Sonrasında rotamız devam ediyor, Çıkrıkçılar Yokuşu'ndan Kale'ye gidiyoruz. Kale Mahallesi, Saman Pazarı. Bu bölgeleri seviyorum açıkçası. Fotoğrafa konu açısından da kendime yakınlık açısından da bu bölgeleri seviyorum. Yokuş çıkmayı mı seviyorum acaba? Çocukluğum Dikmen de geçti, herhalde ondan. Son olarak da Ulus Heykel de bitireceğiz rotamızı. Birisi karışıp "Höt kardeşim! Ne yapıyorsunuz!" demez ise heykel etrafında fotoğraf çekmek istiyorum. Aslında daha da devam edilir ancak bu günlük bu rotada iğne deliğinden Ankara fotoğrafları çekmeyi deneyeceğiz.
Bu arada bir şey itiraf edeyim. Bu makinayı yeni düzenledim. Ne çıkacak çektiklerimizden bilmiyorum açıkçası. Daha önce bu makinayla çekim yapmıştım ancak bir sorun oluştu, bir yerden ışık alıyordu. Işık alan yerlerini kapattığımı düşünüyorum. Başaramadıysam yine parçalı bulutlu lekeler oluşabilir fotoğraflarda. Böyle hayal kırıklıkları oluyor. Zaten hayal kırıklıkları olmadan gelişme olmuyor, bir üstüne daha çıkıp öteye geçemiyorsun. Böylece yeniden uğraşmak istiyorsun, biraz zaman açısından kayıp oluyor ama bu konuyla uğraşmak bambaşka bir şey.
Lindanihan: Sevgili Bahadır... Keyifli bir gezi ve söyleşi oldu. Çok teşekkür ederiz. Röportajımızı burada sonlandırabiliriz. Eklemek istediğin bir şey var ise söz sende.
Bahadır: Ben teşekkür ederim. Fotoğraf olur, resim olur, ne olursa olsun insanların hobisi olmalı. Hayat çok stresli, iş hayatı olabilir, özel hayat olabilir, stresimizi arttıran faktörler var. Bunu boşaltmanın bir yolunu bulmalı. İster yürüyün ister koşun, ne olursa olsun bir şey ile uğraşın. Akşamları televizyon karşına geçip, garip garip şeyler izleyip, kim ne yapmış diye takılmayın. Herkes bir hobi ile uğraşsın.
Çocukları varsa onları da dahil etsin. Benim de
7 yaşında bir oğlum var ve atölyemi açtıktan sonra onunla birlikte umarım vakit geçirip fotoğraf çekebiliriz. Bir yandan da yaşadığımız şehri tanımış oluruz.
Yorumlar (0)