Daha önceki konuşmamızda, beni, 1999’da Ankara’da başladığı ve yaklaşık yedi yıldır da “Sibel Köse Caz Vokal Atölyesi” adıyla süren atölyesine davet ediyor. Ama biz, atölye saatinden önce, etrafta oturulabilecek tek yer olan, Ankara’da da zincir halinde ve hızla çoğalmaya devam eden kafelerden birinde buluşuyoruz. Biraz da kafenin içindeki pop müzik istilasından kurtulmak için, kendimizi dışarıdaki masalara atıyoruz. Otoyol gürültüsü daha iyidir! Tüm zarafetiyle ve güler yüzüyle karşımda şimdi.
Sibel Köse, Ankara’da doğmuş, üniversite öncesi eğitimini TED Ankara Koleji’nde tamamlamış ve ODTÜ Mimarlık Bölümü’nü bitirmiş. Üniversitedeyken bir sene bir mimari büroda çalıştıktan sonra, yarı zamanlı olarak 1991-95 yılları arasında SANART Görsel Sanatları Destekleme Derneği’nde koordinatör olarak çalışmış. Görsel sanatlarla ilgili çeşitli organizasyonlar yapan bu dernekte çalışırken, bir yandan da şarkı söylemeye devam etmiş. Mimarlık bölümünü severek okuduğunu söylüyor ve ekliyor Sibel Köse: “Mimarlık çok severek yapabileceğim bir meslekti ama müzikle birlikte yürütmem mümkün olmadı. İnsanın seçimleri her zaman aynı kalmıyor...”
Mimarlar Derneği; Ankara’da, Disiplinlerarası, Nesillerarası bir platform.“
Mimarlar Derneği’nin önce Kuleli Sokak’taki, merdivenlerle inilen birkaç katlı küçücük bir mekanında, daha sonra da uzun süre Tuna Ötenel’le, Borazan Sokak’taki mekanında şarkı söylemiş Köse. O zamanlar kapısında sıra olunan bir Mimarlar Derneği olduğunu çokça duymuştum. Beni doğruluyor: “Gerçekten de o dönemi paylaşan herkes için önemli bir yerdi Mimarlar Derneği. Orada düzenlenen kültürel, sosyal ya da sanatsal her etkinlik farklı alanlardan çok değerli kişilerin bir araya gelmesini sağlıyordu. Disiplinlerarası, nesillerarası, içinde her türlü farklılığı da barındıran, zaman içinde herkesin birbiriyle arkadaş olduğu bu topluluğun içinde olmak, Tuna Ötenel gibi bir ustayla, o dönemde bu güzel insanlara şarkı söylemiş olmak benim için çok değerli. Bu vesileyle sevgili Eren ve Murat Artu'ya da bir kez daha teşekkür etmek isterim. Yaratılan sinerji sonucunda kapıda sıra da oluyordu, valizini ofise bırakıp bir geceliğine de olsa oraya gelenler de...
“Bir gün Ella Fitzgerald’ın bir kasetine denk geldim. Bu kadın ne yapıyor? Ben de onun gibi bir şeyler söylemek istiyorum!” dedim kendi kendime.
Aslında caz dinlemeye ortaokul zamanlarında ablasının elindeki kasetleri, televizyondaki pop listelerini dinleyip, oyun gibi onları taklit etmeye çalışarak başlamış Sibel Köse. “Bir gün Ella Fitzgerald’ın bir kasetine denk geldim. Kasetin içinde 8-10 dakikalık “Air Mail Special” adında bir şarkı vardı ve tamamında scat* yapıyordu. İnanılmazdı. Çok etkilendim. “Bu kadın ne yapıyor? Ben de onun gibi bir şeyler söylemek istiyorum!” dedim kendi kendime. Ondan sonra araştırmaya başladım cazla ilgili her şeyi.” diye anlatıyor, caz tutkusunun başlangıcını. Çok uzun yıllar geçmese de aradan, “eski günleri” konuşmaya başlıyoruz. “Bir şeyleri bulmak çok zordu o zamanlar. Şimdi youtube’a tıklıyor, istediğin müziği anında dinliyorsun, şarkı sözlerini bulmak en fazla birkaç saniyeni alıyor. Biz o zaman albümlerden karışık kaset yaptırıp, sözlerini çıkarabilmek için, onları defalarca dinlerdik. Bir de Cinnah Caddesi’nin başında, sonradan kapanan, Amerikan Kültür Derneği’nin kütüphanesinde, bütün caz standartlarının olduğu “American Song Book”lar vardı, cilt cilt; onlardan fotokopi çektirirdim. Ama her gittiğimde sadece üç sayfaya izin verilirdi. Kitapları bina dışına çıkarmak da yasaktı. Yani her gidişimizde ancak bir şarkının kopyasını bazen yarısını alabiliyorduk.” diyor gülerek. Benim de kesinlikle hemfikir olduğum sözlerle devam ediyor sonra. “Tabi ki bu biraz da macera oluyordu bizim için. Şimdi tek tuşla ulaşabileceğimiz şeyler için harcadığımız çabayı düşünüyorum da… Tabi ki daha da kıymetli oluyordu elimize geçenler. Bu iyi mi, kötü mü? İkisinin de iyi ve kötü tara&arı var bence.
“Ben Ankara’dan Ayrılmadım Aslında!”
Sıra geliyor cevabını biraz tahmin de ettiğim “Ankara’dan neden ayrıldınız?”sorusuna. “Ankara’dan ayrılmadım aslında. İstanbul’a gelip gitmeye başlamıştım zaten. Bu geliş gidişlerin süreleri uzamaya başladı. Ve sonuçta da, 1998 yılında, bir baktım İstanbul’a gelmişim. Mimarlar Derneği’nin el değiştirmesi ve lokalin kapanması da etkili oldu sanırım. O sırada ben İstanbul’da Gramafon’da söylemeye başladım. Ankara’da eskiden müzik yaptığımız bir çok mekan da yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı. O zaman canlı müzik çalınan Eylül, Karpiç, Gece Bar gibi pek çok mekan da bugün yok artık. Aktivite ve dünya kenti olma anlamında da farklı bir potansiyeli var elbette İstanbul’un. Bütün bunların doğal sonucu olarak ve Ajlan’ın daveti üzerine İstanbul’a geldim aslında.” İstanbul’da caz dinlenebilecek mekanların varlığıyla ilgili yanlış bir izlenime kapıldığımı anlıyorum, Sibel Köse’nin sözleriyle. “İstanbul çok kalabalık ve yoğun bir şehir. Her geçen gün de konserler etkinlikler artarak devam ediyor. Ama iyi müziğin canlı çalındığı kulüp ya da mekanlar yoğunluğa göre çok daha sınırlı. Eskiden çok farklı, caz ya da farklı türlerin çalındığı mekanlar vardı. Daha canlı bir sirkülasyon, paylaşım ve müzik olurdu. Her hafta buluşulur jam sessionlar** yapılırdı. Yine var tabi canlılık İstanbul’da. Ama eskisinden daha farklı geliyor, en azından bana. Ama Ankara’da oturmuş bir sanatçı/ sanatsever/akademisyen kesim var. Bazı şeyleri yapmak daha kolay. Mesela, bir yerden bir yere ulaşmak daha kolay. Yaptığın şeyi daha çok zevk için ve daha farklı bir bakış açısıyla yaptığından dolayı, onun üzerine çalışmak ve yoğunlaşmak daha kolay. Dolayısıyla Ankara'da insanlar birbirlerine daha yakın ve bağlılar. İstanbul’un dağınıklığı ve karmaşıklığı yok orada. Ankara’nın daha derli toplu ve konsantre bir yapısı vardı her zaman. Ve yine bunların sonucu olarak çok fazla sanatçı yetiştirmiştir diye düşünüyorum. Yetişme ve olgunlaşma dönemlerinden sonra, İstanbul’a gitmeleri de kaçınılmaz oluyor galiba.
“Ankara’da “yaşayan” bir caz kulübü için birilerinin elini taşın altına koyması gerekiyor. Bu her yerde, her zaman böyle olmuştur.” “Peki, neden Ankara’da “yaşayan” bir caz kulübü olamıyor?” sorusuna ise aynı doğrultuda cevap veriyor Köse. “Olamayacağına inanmıyorum ben. Sadece birilerinin elini taşın altına koyması lazım. Ama bu her zaman böyle olmuştur. Dünyanın birçok yerinde de şehrin büyüklüğünden ya da potansiyelinden daha çok, bu müziği seven birilerinin elini taşın altına koymasıyla caz müziği o şehirde yaşayabiliyor. Kendi şahit olduğum dönem içinde bir ivme kazandığını belirtmeden geçmemekle birlikte cazın bu dönemde hele Türkiye’de çok popüler bir tür olduğunu savunamayız, bu nedenle işletmelerin ticari kaygıları olması da doğal. Caz klubu olmaması dinleyici olmamasından değil böyle bir yatırımın olmamasından kaynaklanıyor. Neyse ki izleyiciyle cazı buluşturan mekanlar var; Fige, Samm’s, Ruhi, Cer Modern bunlardan aklıma gelenler. Bir de gurur duyulması gereken Uluslararası Ankara Caz Festivali var.”
“Ankara’da yabancı gibi hissediyorum artık.“
Halen festivaller ve konserler için Ankara’ya gelmeye devam eden Sibel Köse, son birkaç yıldır kendini şehre ne kadar yabancı hissettiğinden bahsediyor. Bu şehirde doğup büyümüş bir sanatçı olarak, birçok şeyi yadırgadığını söylüyor. “Zamanın ve değişimin önüne geçemiyoruz ama Türkiye’de bazı değişimler hızlı ve acımasız oluyor. İnsan kısa bir zaman içinde büyüdüğü kenti tanıyamaz hale gelebiliyor, yabancılaşabiliyor. Kentin büyümesinden, eklemlenmesinden ve odak noktalarının değişmesinden kaynaklanan yön kaybı bir yana, tarihi, kültürel ve sosyal değerleriyle zihinlerimizde yer etmiş binaların yok edilmesi, bunların yerine birbirine çok yakın devasa alışveriş merkezlerinin ve bana göre ölçeği kaçmış çokçok katlı toplu betonlar, eski caddelerin, sokakların isimlerinin değişmesi rahatsızlık veriyor bana. Öte yandan Ankara insanının özel olduğunu düşünürüm hep. Başkent olmasının verdiği siyasi ağırlığın yanı sıra, üniversitelerin de etkisiyle genç nüfusun önemli bir potansiyel olduğu Ankara’nın, Türkiye’ye her anlamda değer kazandırdığını düşünüyorum. Bu nedenle kentsel anlamda bunun yansımasını görmek de, her Ankaralı gibi benim de arzum.
İstanbul’a yolunuz düşüyorsa ne ala… Ama Ankara’daysanız, Sibel Köse’nin nadir Ankara ziyaretlerini kaçırmayın derim ben. Bu sesi, özellikle de canlı olarak dinlemek her müzik severe nasip olması gereken bir ayrıcalık… * Vokalli cazda, sözsüz bir takım seslerle ya da anlamsız hecelerle yapılan bir tür doğaçlama. ** Müzisyenlerin provasız ve doğaçlama yaparak birlikte çaldıkları müzik olayı
Yorumlar (0)