Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ben Ege’de Oturuyorum...

Ben Ege’de oturuyorum dediğimde herkes Ege Bölgesi anlıyor. Kısaca böyle söylüyorum. Bu bölgenin adı Natoyolu. Ankara’nın Ege Mahallesi’nden söz ediyorum. Lanetli ya da cezalı olan mahalle.

Ben Ege’de Oturuyorum...

Cezalı, Melih Gökçek Büyükşehir Belediye Başkanı olduğundan beri hizmet verilmeyen mahalle. 25 yıl Yenimahalle’de oturduktan sonra mahalleme geri döndüğümde alışamadığım yer. Adı değişti; sokakları değişti; sokak adları değişti; insanları da değişti. Bütün bunlar kentsel dönüşüm ve imar planlaması ile oldu. Tanımadığımız, bölgeye ait olmayan birçok insan taşındı, taşınmaya devam ediyor. Üstelik imar planı CHP’li Mamak Belediye Başkanı Selahattin Öcal zamanında yapıldı. Sanırım bölgeye en büyük kötülük o zaman yapıldı. Bir gıdım yeşil alan yok; spor alanı yok; kültürel alan hiç yok. Zaman zaman bunlara da değinmek istiyorum ama şimdi söyleyeceğim şeyler bunlar değil aslında. Ege’nin şu andaki en büyük sorunu ulaşım ve hava kirliliği. Bu bölge Ankara’nın çöplüğü gibi. Bu konuyu Solfasol’daki arkadaşlar da defalarca dile getirdiler. Bu konuyu tekrar etmeyeceğim. Biz ilk Natoyolu’na taşındığımızda ben ilkokulu yeni bitirmiştim. Natoyolu adını ise Elmadağ eteklerindeki, daha sonra hava kuvvetlerine bırakılan, NATO radar üssünden alıyordu.

Tuzluçayır’daki Piyale Paşa İlkokulu’nu bitirdiğim yıl şimdi adı Şirintepe olan mahalleye tek odalı gecekondumuzu kondurup, yıkım korkusu altında, birgün at arabası ile taşınmıştık. Elektrik yok, su yok, yol yok, ulaşım aracı yok. İlkbaharda etraftaki bağlardan, bahçelerden meyve ve bademlerle karnımızı doyurarak gidiyorduk okula. Abidin Paşa Ortaokulu, sonra da Tuzluçayır Lisesi. Sanki şehirde değil, şehre yakın bir köydeydik. Bu bölge her daim dar gelirli, köyden kente çalışmak ve çocuklarını okutmak, belki daha iyi yaşam koşulları umuduyla gelen insanların oluşturduğu bir yer oldu. 1980li yılların sonunda bu bölgeyi ilk fark eden Semra Özal’ın papatyaları oldu. Kışın kalmak üzere dağ evleri yaptırdılar. Şimdi ne halde o evler bilemiyorum. Ankara’nın etrafını çevreleyen kentsel dönüşüm rantiyesinden bölge de nasibini aldı. Şimdi rezidanslar, çok yüksek bloklar, kocaman AVM’ler yapılıyor. Oradaki yoksullara inat olsun, der gibi. Ama yeşil alan hala yok. Hala ucuz olduğu için belli yerleri göç almaya devam ediyor. Yoksulluk, işsizlik, savrulmuşluk had safhada. Gençlerin çoğu eğitim yarışına bir sıfır yenik başladığı için kısa zamanda işe girme telaşında oluyor. Tabi bulma şansları olursa. Daha çok hizmet sektöründe ya da geçici işlerde çalışıyorlar. Sanki zaman durmuş gibi ya da geriye doğru gidiyor. Gençlerin çoğu anne ve babalarının yardımı ile ayakta kalmaya çalışıyor.

Yoksulluk had safhada ama bu ne meydanlara ne de istatistiklere yansımıyor. Geçen yıl bu dönemde havadaki karanfil kokusunu yazmıştım. Bu yıl ne yazık ki yoksullara yardım adı altında, Büyükşehir Belediyesi ile devletin bu yoksullara oynadıkları kirli oyunu yazmam gerekiyor. Bölgeye doğudan göçler nedeniyle gözle görülen bir yoksulaşma var. Bu insanların çoğu sosyal yardımlarla yaşamlarını idame ettiriyor. Emekli gelirlerinin de açlık sınırı altında olması nedeniyle yardımlara muhtaç hale getirildiler. Ekmek yardımı, yiyecek paketleri ve kömür yardımı ile ayakta kalma çabasındalar. Bu kömür yardımları ne menem bir şeydir, bunu çok anlamaya çalışmıyorum. Ha bu yeni bir durum mudur? Elbette ki değil. Ama bölge olarak, havaların her soğuması ile birlikte bu sorunu yaşıyoruz. Buraya ilk taşındığımızda yıllarca çöplüğün kokusunu çekmiştik. Şimdi ise devlet eliyle zehirlenmeye çalışıyoruz. İnsanlar yoksulluk nedeniyle faturaları için çalışır hale geldiler. Fakat ücretler doğalgaz faturalarını ne yazık ki ödemeye yetmiyor. Hani devlette sağ olsun vatandaşını mağdur etmiyor. Ne yapıyor? Torba torba kömür veriyor. Nasıl bir kömürdür bu? Önemi yok kömür veriyor ya!

Güney Afrika kömürü diye verilen bu kömürlerin ısı değeri çok düşük ve yıkanmamış olduğu içinde havayı zehire boğuyor. Alınış şeklileri ve devletin ödediği para hakkında hiç bir şey söylemiyorum. Hani devlet doğalgazdan bu kadar kar etmeye kalkışmasa, bu kömürleri almak için ödedikleri para ile tüm Ankara’nın doğalgaz faturasını ödeyebilirler, ama olsun Devlet baba sağ olsun, vatandaşına yardım ediyor. Sanırım devlet büyüklerimiz de bunun hesabını yapmışlardır. Hani hep derler ya “Sen niye kafanı böyle şeylere yoruyorsun. Bırak biz senin yerinde de düşünürüz. Ya da biz senin adına neyin iyi neyin kötü olduğunu daha iyi biliriz”. Baba ya düşünüyordur elbette. Fakat bizim yerimize zehirlendiklerini nedense hiç duymadım görmedim. Sonuç, bu kış yine zehir solumaya devam edeceğiz. Bir tarafta kentsel dönüşümle ellerimizden alınan gecekondularımız. Bir tarafta bizim değil ama başkalarının yaşaması için yapılan çok lüks konutlar. Bunların arasında yaşamaya çalışan ve bu konutlarda oturan beyaz yakalıların ayak işlerini yaparak yaşamaya çalışan bizler.

Devlet ve belediye işbirliği ile reva görülen zehirli havayı solumaya devam.

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış