Bir kenti güzel kılan şey nedir? Doğal güzellikleri mi, yoksa iklimi mi? Planlı bir kent olması mı? Parklarının, bahçelerinin yeterli sayıda olması mı? Tarihi dokusunun korunmuş olması mı? Ulaşımının rahatlığı mı? Belki bunların hepsinin aynı anda olması… Ama en önemlisi eğer mutluysa o kentte yaşayan insanlar, o kente dışarıdan gelen biri bu mutluluğu hissedebiliyorsa güzeldir o kent.
Peki omuzlarında dünyanın yükü, sabahtan akşama kadar çalışan, çalıştıkları süre boyunca geçim derdi akıllarından çıkmayan insanların, işten çıkar çıkmaz, sıkış tepiş bir otobüsle, adeta nefes almadan evlerine gitmek zorunda oldukları bir kentte mutlu hissetmeleri mümkün mü? Kim buna “evet” der ki…
Peki en azından otobüs durağına ya da eve yürürken kulağa çalınan bir canlı müzik, sadece birkaç dakikalığına da olsa bu kara bulutları dağıtmaya yetmez mi? Yetmez olur mu… O anda çalan şarkı, belki de onu duyanların en sevdikleri şarkıdır ve belki herkes içinden ya da dışından o şarkıyı söyler. Belki öyle bir şarkı çalıyordur ki, en utangaç insan bile sağa sola salınarak ince bir dans tutturmaktan alıkoyamaz kendini.
Müziğin ve genel olarak sanatın fizyolojik ihtiyaçlarımızın yanında, nasıl vaz geçilemez, göz ardı edilemez ihtiyaç oldukları, eski insanların mağara duvarlarına çizdikleri resimlerden de, bulunabilen en eski müzik enstrümanının 45.000 yıl öncesine kadar gittiğinden de gayet kolaylıkla anlaşılabilir. Müzik, sanat ve bunların yanında eğlence neredeyse hava ve su kadar bir ihtiyaçtır insanlar için. Müziğin ya da sanatın diğer kollarını sokakta yapmayı tercih eden sokak sanatçıları, insan olmanın, insanca yaşamanın alameti farikalarından biri olan bu ihtiyacı, doğrudan karşılayanlardır. Aracısız, hiçbir aracıya gerek duymadan, sanatı sanat alımlayıcısı ile doğrudan buluşturmayı tercih eden kişilerdir.
Bu özel insanlardan birinden bahsedeceğim bu yazıda: Bilal Tufan Aldemir. Tufan da müziğiyle, çok sevdiği saksafonuyla insanlara, kentin yorgun insanlarına, yine kentin sokaklarında dokunmayı tercih eden bir sokak müzisyeniydi. Ankara’nın sokaklarında, bazen Kızılay’da, Yüksel Caddesi’nde, bazen Tunalı’da, ama mutlaka kentin yorgun emekçilerinin bir nehir gibi akıp gittiği sokaklarda müzik yapmayı tercih etti. Hem insanları, insanların arasında olmayı çok sevdiği için hem de içindeki, mekanlara sığdıramadığı özgürlük duygusu onu sokaklara tutkuyla bağladığı için... Kızılay’a ya da Tunalı’ya inemediğinde oturduğu Toki Konutları’nın parkında oynayan çocuklarla paylaştı müziğini. O yüzden en çok Toki’nin çocuklarıdır onu özleyen… Ankara dışına çıktığında bile hiç ayrı kalmadı sokaklardan, kız kardeşi Kahramanmaraş’a öğretmen olarak atandığında, onu ziyarete gittiğinde, kardeşinin oturduğu mahallenin sakinleriyle paylaştı müziğini, mahalle ilk kez canlı müzik dinledi… Ama sokaklardan hiç kopmadı, kopmak istemedi.
Bir zaman kapalı bir eğlence mekanında çalmak zorunda kaldı da, dayanamadı, duramadı o mekanda, dursaydı, sabit bir işi, düzenli aldığı bir yevmiyesi olacaktı belki de. Belki de sokakta kazandığından çok daha fazla kazanacaktı. Ama onu ilgilendiren bu değildi, paraya hiç önem vermedi Tufan hayatı boyunca. Birçok başka işte çalışıp daha konforlu bir hayata, belki de mezunu olduğu sosyoloji alanıyla ilgili bir işe sahip olabilecekken, o yorgun kent emekçilerinin omuzlarındaki yükü müziğiyle hafifletmeyi tercih etti. O, kapalı mekanlarda ya da konser salonlarında müzik dinlemeye maddi gücü de vakti de el vermeyen insanlara, sokaklar aracılığıyla taşımak istiyordu müziği.
Ancak izin verilmedi Tufan’ın bu tutkusuna. Pandemiyle başlayan süreç, nasıl emeğiyle geçinenleri daha fazla çalıştırmanın bir bahanesi olduysa, onların evlerine giderken beş dakikalığına da olsa ruhunu hafifleten, tatil günlerinde kentin meydanlarına, parklarına indiklerinde müzikle, sanatla buluşmalarını sağlayan sokak sanatçılarına en sevdikleri alanları meydanları, parkları, sokakları yasaklamanın da bahanesi oldu. Nerede, hangi genelgede yazılı olduğunu henüz hiç kimsenin öğrenemediği bir kural Tufan’a da, sokakta nefes alıp veren diğer tüm sokak sanatçılarına da yasakladı sokağı, insanları.
Çok direndi Tufan Ankara Valiliği’nin bu yasağına. Yine de çıktı sokaklara, polisle, bekçilerle köşe kapmaca oynadı. O sokaktan bu sokağa sürüldü. Onlarca kez para cezası yedi. Ama tutkuyla bağlı olduğu müziği tutkuyla bağlı olduğu sokakta bu şekilde yapmaya çalışmak da ağır geldi ona. Koptu sonunda sokaktan. İyi değildi artık, asla da iyi olmayacaktı.
Başka bir iş buldu, ama içindeki huzursuzluk, kırgınlık, umutsuzluk büyüdü gün geçtikçe. Ailesi ve dostları hissetti içinde büyüyen bu kırgınlığı, ama onu hayattan koparacak bir karara varacağını kimse beklemiyordu. Bu umutsuzluk anında bile insanları sevmekten vaz geçmedi Tufan çünkü, mecburen bulunduğu yeni yaşam alanında bile insanlara umut ve sevgi dağıttı. Kendini ve kendisine yasaklanan tutkularını barajın sularına bıraktığı gece eve giderken bindiği otobüste hala komşusuyla cep telefonundan maç izleyip şakalaşıyordu.
Bu kentin sokakları, insanları kendisine aşık bir müzisyeni kaybetti o sabaha karşı. Sanatı, müziği aracısız bir şekilde kendileriyle paylaşmayı yaşamı kılan bir sokak sanatçısı yasakla yaşamayı reddetti.
Çok şey var Bilal Tufan Aldemir’in ardından söylenecek. Bütün sözler de elbet söylenecek. Ama hiçbir söz Tunalı’da yürürken, duymazsak o günü eksik geçireceğimiz o saksafon sesine olan özlemimizi gideremeyecek…
Bu yasak, yasak olarak kalmayacak. Bir gün, bu kentin sokaklarının sanatçıları gökkuşağının bütün renklerini sokaklara geri getirecek. Sanata dokunmak sadece durumu olanların bir ayrıcalığı olarak kalmayacak.
Ankara sokakları Bilal Tufan Aldemir’i, İstanbul sokakları Cihan Aymaz’ı ve yaşamdan koparılan en iyi dostlarını, müzisyenlerini hiç unutmayacak.
* Müzik - Sen Genel Başkanı
Yorumlar (0)