Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Bir Gazeteden Fazlası: Solfasol ve Akın Atauz

Akın, Solfasol için sadece bir öncü, yazar değildi; bir hafıza, bir vicdan, bir sabır öğretmeniydi. Yazıları acele etmezdi. Düşünürdü, tartardı, beklerdi öğretirdi. Kentle kurduğu ilişki sakin ama derindi. Her cümlesi “yüksek sesle bağırmadan da itiraz edilebilir”i hatırlatırdı bize. Onun metinlerinde öfke değil; bilgelik vardı. Bugün Solfasol’de hâlâ hissedilen o etik pusulanın yönünü, büyük ölçüde Akın belirledi. Onu kaybettiğimizde sadece bir yazarı değil; bu kentin vicdanlı tanıklarından birini yitirdik.

Bir Gazeteden Fazlası: Solfasol ve Akın Atauz

Bazı gazeteler vardır; manşetleriyle değil, omzunuza koyduğu yükle tanınır.
Solfasol benim için tam olarak buydu. Bir iş değil, bir mesai değil; bir hayat parçası.

Solfasol’e ilk girdiğim günü hatırlıyorum. Pandemi zamanlarımızdı. Israrla dertlerimizi anlatabileceğimiz, gazeteciliğin mütevazılığıyla dayanışmanın kalabalığının iç içe geçtiği, seslerin birbirine karıştığı o tanıdık telaş… Ama en çok da şu duyguyu: “Burada sözüm yarım kalmayacak.”
Bir engelli kadın olarak, çoğu mekânda daha kapıdan girerken eksik sayıldım. Solfasol’de ise ilk kez “önce sözün gelsin” dendi bana. Bu, insanın hayatında çok nadir yaşadığı bir eşikti.

Solfasol’de çalışmak; sadece haber yazmak, yayın yapmak değildi. Kenti okumayı, sokağı dinlemeyi, suskunlukların altındaki gerçeği ayıklamayı öğrenmekti. Bazen bir mahalle kahvesinde, bazen bir kadın dayanışma toplantısında, bazen de bir eylemin en arkasında… Gazetecilik orada masa başında değil, hayatın tam ortasında yapılırdı.

Ben Solfasol’de, habere mesafe koymamayı öğrendim. “Tarafsızlık” adı altında vicdanı askıya alan bir gazetecilik anlayışımız yoktu. Bizim tarafımız belliydi: ezilenlerden, yok sayılanlardan, sesi bastırılanlardan yanaydık. Bu yüzden her metin biraz yaraydı, biraz umut.

Bu duruşun mimarlarından biri, artık aramızda olmayan Sevgili büyüğümüz Gazete Solfasol ‘ün kurucularından Akın Atauz’du.
Akın, Solfasol için sadece bir öncü, yazar değildi; bir hafıza, bir vicdan, bir sabır öğretmeniydi. Yazıları acele etmezdi. Düşünürdü, tartardı, beklerdi öğretirdi. Kentle kurduğu ilişki sakin ama derindi. Her cümlesi “yüksek sesle bağırmadan da itiraz edilebilir”i hatırlatırdı bize. Onun metinlerinde öfke değil; bilgelik vardı. Bugün Solfasol’de hâlâ hissedilen o etik pusulanın yönünü, büyük ölçüde Akın belirledi. Onu kaybettiğimizde sadece bir yazarı değil; bu kentin vicdanlı tanıklarından birini yitirdik.

Engelli haklarını yazarken yalnız değildim. İlk kez bir editör, “Bunu daha yumuşatalım” demedi. İlk kez bir metin, “fazla sert” diye törpülenmedi. Çünkü Solfasol, sertliği gerçeğin kendisinde arardı; kelimelerde değil. Ve ben orada, engelliliği bir “insan hikâyesi”ne indirgemeden, politik bir mesele olarak yazabildim.

Bu cesaretin, bu ısrarın bir diğer adı da Ceren İskitti.
Ceren, sahada olmayı seçenlerdendi. Sokakta, eylemde, adliyede, deprem bölgesinde, karanlıkta kalan hikâyelerin peşindeydi. Haberi sadece yazmaz, yaşardı. Gençti ama aceleci değildi; cesurdu ama hoyrat değildi. Onun gazeteciliğinde samimiyet vardı. Ceren’i kaybetmek, Solfasol için sadece bir muhabiri değil; geleceğe dair büyük bir umudu da yitirmekti. Bugün hâlâ pek çok haberin satır aralarında onun emeği, izi, adımları var.

Ama Solfasol sadece yazıdan ibaret değildi.
Bir okuldu.
Bir dayanışma alanıydı.
Bazen de nefes aldığımız tek yerdi.

Paranın hiç yetmediği, zamanın hep dar olduğu ama umudun ısrarla ayakta tutulduğu yıllardı o yıllar. Bir haber için günlerce sokak sokak gezdiğimiz, bazen yayımlanıp yayımlanmayacağını bile bilmeden yazdığımız metinler… Kimse “bu kaç tık alır” diye sormazdı. “Bu kimin hayatına dokunur?” diye sorardık.

Ben Solfasol’de şunu öğrendim:
Gazetecilik, iktidarın mikrofonu olmak değil; halkın kulak kesildiği yer olmaktır.

Bir engelli kadın olarak orada var olmak elbette kolay değildi. Erişimsizlik sadece sokakta değil, haber merkezlerinde de karşımıza çıkıyordu. Ama Solfasol, kusursuz olduğu için değil; dönüşmeye açık olduğu için kıymetliydi. Konuşabildiğimiz, itiraz edebildiğimiz, birlikte çözüm arayabildiğimiz bir yerdi. Bu ülkede nadir bulunan bir şeydir bu.

Yıllar sonra geriye dönüp baktığımda, Solfasol bana yalnızca gazetecilik pratiği kazandırmadı; bir duruş kazandırdı. Hangi kelimenin yaraladığını, hangisinin iyileştirdiğini… Kimin adına konuşmamam gerektiğini, kiminle yan yana durmam gerektiğini… Ve en önemlisi, kendi sesime güvenmeyi.

Bugün başka mecralarda yazarken, başka masalarda otururken; o yılların izini hâlâ taşıyorum. Bir cümleyi kurarken, içimden hâlâ şu soru geçiyor: “Bu Solfasol’e yakışır mıydı?” Çünkü Solfasol, bir ölçüydü. Etik bir pusulaydı.

Solfasol’de çalıştığım yıllar bana şunu öğretti: Gazetecilik bazen bir haberle değil, bir bakışla yapılır. Ve o bakış, insanın ömrü boyunca değişmez.

Bu yazı Akın Atauz’a, Ceren İskit’e ve Solfasol’de emeği geçen herkese bir selam, bir teşekkür, bir söz belki.

Çünkü bazı yerlerden insan ayrılmaz; onları içine alır ve yoluna öyle devam eder.
Solfasol de benim içimde kaldı. Yazdığım her satırda, sorduğum her soruda, itiraz ettiğim her haksızlıkta.

Bir gazetenin insanın hayatına bu kadar değmesi nadirdir.
Solfasol, bana değdi.
Ve izi hâlâ duruyor.

Elif Gamze Bozo
Gazete Solfasol için

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış