Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Bir Kent Nasıl Öldürülür

Ben beş yaşımda geldim Ankara’ya; o tarihten beridir bu kentte yaşarım. Yaklaşık 48 yıl oldu. Ayrılmak mı? Hiç aklımdan geçirmedim. İzmir’i, İstanbul’u, daha başka pek çok kenti gezdim, ama her şeye rağmen benim yerim Ankara.

Bir Kent Nasıl Öldürülür

Çocukluğumdan hatırladığım ne çok şey var Ankara’ya dair. Ayakkabı, elbise alınacaksa doğruca Ulus’a gidilirdi. Basma veya pazen elbiselikler Sümerbank’ın –satıldı- hala Ulus’ta bulunan mağazasından alınır annem tarafından evde dikilirdi. Ben daha moda olanını isterdim (kısa kollu ve kısa olsun), ama annem başımı kakalaya kakalaya bildiği gibi dikerdi. Çünkü yazın köye giderdik ve köyde kısa kollu, kısa elbise giyilmezdi. Dedem kollarımızı ve bacaklarımızı çalı (kapı önlerini, ahırı ve avluyu süpürmek için kendi yaptıkları dikenli süpürge) dikeniyle döver derlerdi. Dövmese de ki dövme olasılığı da çok yüksekti, korkudan daha fazla ısrar edemezdim. Her elbise dikilişi sırasında aynı kavgayı yaşardık annemle.

Ayakkabılarımız; kışın cızlavette adı verilen siyah lastik yazın ise renkli naylonlardan yapılan küçük topukları da olan ayakkabılardı. Bunları Samanpazarı’nda hala bulmak mümkündür. Bu günler benim bayramımdı. Ulus’a gitmek, renk renk küçük dükkanlara bakmak, kalabalıklar arasında şaşkın, ilgiyle etrafı seyretmek, bazen de annemi ya da babamı gözden kaybederek paniklemek.

 Ankara’nın en kalabalık, en canlı, gece-gündüz ışıklı ve en yaşayan yeri Ulus’tu. Şimdi bazı akşamlar Misket otobüsü ile geçiyorum Ulus’tan. Kızılay’da ışıklar içerisinde cıvıl cıvıl yaşanıyorken, Ulus’ta saat 5-6 da mağazalar ve işyerleri kapanıyor, insanlar koşar adım evlerine yetişme derdine düşüyor. Saat 8-9 gibi Gençlik parkı, Lunapark sessiz ve karanlığa gömülmüş oluyor.

 Gerçi park demeye de bin şahit ister. Gökçek’ten sonra başlayan yeşil düşmanlığı sonucu Ankara’nın en eski yeşil alanı olan Gençlik Parkı beton binalarla yok edildi. Saat 10’da yukarı doğru dönen otobüs “yürüyen merdivenler” adıyla anılan Ulus Çarşısı’nın önünde kalan gecikmiş beş altı yolcusunu da alır ve Dikimevi’ne kadar yolcu ya var ya yok denecek kadar az yoluna devam eder. Eskinin en canlı yeri olan Hisar Caddesi’ne çıkan Bentderesi’ndeki genelevlerin yıkılması, orada çalışan seks işçilerinin sokaklarda, izbe yerlerde, sosyal güvenlik ve can güvenliğinden yoksun çalışmaya zorlanmasıyla ışıkları kararmış, sadece dolmuş duraklarına terk edilmiş durumda. Eskinin en canlı ve ışıl ışıl alışveriş merkezi olan Anafartalar Caddesi’ndeki dükkanlar toptancı olmuş. İlk Adliye Binası olan tarihi yapı, Kültür Bakanlığı sinema bölümü olmuş. Cadde karanlığa gömülmüş ve sokak lambaları bile yanmıyor artık. Işıklar Caddesi, bayrakçıların olduğu yer, kalenin altına düşen Hisar Caddesi ve Çıkrıkçılar Yokuşu’na kadar olan mahalle TRT nin ilk kadın spikeri Jülide Gülizar’ın, -yanlış hatırlamıyorsam- Uğur Mumcu’nun da anılarında büyük yer tutan, gençliğinin geçtiği bir mahalle. Şimdi o eski binalar restore edilmek yerine kaderine terk edilmiş durumda.

 Böyle birkaç tane daha eski ve korunması gereken binalar var, bunlardan birisi de Hal’in yanındaki Erzurum Otel tabelası duran yapı. Durum mu; yirmi yıldır kök salan ve artık kronik kanserli hücre, ur haline dönüşen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in, tüm itirazlara rağmen Başbakan’ın izinden giderek “Onlara mı soracağım ne yapacağımı, kim ne derse desin, onlar da kim oluyor birkaç çapulcu, kendini bilmez, dış güçlerin oyuncağı, hepsi bana darbe yapmaya çalışanlar” diye diye, yenileme ve restorasyon çalışmasından anladığı tek tip binalarla rant alanına çevirdiği Hacıbayram ve çevresi, Avizeciler Sokağı, Hamamönü ve birbirinin aynı TOKİ konutlarına dönüşen şehir. Restorasyon çalışması güya turizm amaçlı yapılmış. Külahıma anlat sen bunu! Bu kadar suni ve rant kaygısıyla yapılan bu yerlere bir akşam gidip bakın bakalım. Turizmin, turistin T’si var mı? Gece alabildiğine karanlık, ölü, ürkütücü yerlerdir buralar. Bazen düşünüyorum nasıl bu kadar ölüme mahkum edilir bir kent merkezi? İnsanları sürülüp çıkarılmış, sadece duvarlar, binalar ile yaşamdan kopmuş, insanlardan soyutlanmış bir kent merkezinden söz ediyoruz.

Geride kalan kısımlar ise İsmet Paşa. Çinçin, Aktaş gibi yerler ise, gerçekten artık oradan ne ekonomik ne de bedensel olarak ayrılacak mecali kalmayanlara bırakılmış durumda. Hiçbir hizmet yapılmadığı içinde mezbelelik olmuş. Bir an önce oralarda kalan son insanlarında ölmesi, yok olması bekleniyor ki ranta dönüştürülebilsin.

En iyi başkan; kendine ve çocuklarına rant sağlayan başkandır. En iyi başkan; kenti yağmalayan, yeşile tahammülü olmayan, bulvarları yeşillikten yoksun, sokakları karanlığa mahkum edendir. En iyi belediye; yeşili katledendir. En iyi başkan; kentliyi, insanı, insanca yaşam alanlarını yok sayarak çocuklarının yedi sülale yiyip bitiremeyeceği kadar kenti AVM’lere peşkeş çekendir. En iyi başkan; tek yeşili “Ben en çevreciyim” diyerek başkanlık konutuna Orman Çiftliği’ni kurban edendir.

Son söz; kent öldü yaşasın rantiye. Yeşil mi? O da ne ki, her tarafa “yeşil ışıklar” yaptık, yeşil saatlerle donattık size de yaranılmıyor” diyendir. Yaşlanan, kesilen ağaçların yerine suni poşetler içerisinde çiçeklerle göz boyayandır. Ankara hiç bu kadar ölmemişti. Yirmi yılda bir kent nasıl karanlıklara gömülür? Nasıl insansızlaştırılır, ıssızlaştırılır? Bilmeyenler bilenlere sorsun. Ya da en iyisi, Başbakan ve onun başkanına, Gökçek’e baksınlar!

Eski -Yeni başkanınız hayırlı olsun, Ankara ölmeye devam!..

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış