Diyanet İşleri Başkanının demecinin ardından Ankara ve Diyarbakır Barolarının kamuoyuna yaptıkları açıklama sonrasında Cumhurbaşkanlığından, hükümet sözcülerinden, AKP sözcülerinden, TBMM Başkanlığından ardı ardına ve aşağı yukarı aynı sözcüklerle ve aynı içerikte reaksiyon gösterilmesi Diyanetin işlediği insan hakları ihlal suçuna ortak olunduğuna işaret ediyordu.
Hemen ardından Cumhurbaşkanlığından baroların ve meslek odalarının seçim sisteminin değiştirilmesi için harekete geçileceği duyuruldu. Barolardan çıkan seslerin tüm avukatların görüşlerini yansıtmadığı ileri sürülüyor ve farklı düşüncelerin kendi barolarına sahip olmasının daha uygun olacağı iması yapılıyordu.
Diyanetin açıklamasına geri dönecek olursak, bazı hastalıkların eşcinsellik nedeniyle ortaya çıktığı ve yayıldığı ileri sürülüyor ve eşcinselliğin bir sapıklık olduğu söyleniyordu. Bunu söyleyen kişi Diyanetin başı olmak yanı sıra profesör sıfatı taşıyan bir bilim insanı aynı zamanda. Bu konuşma ulusal ve uluslararası kamuoyu ve kurumlardan nefret dolu niteliği nedeniyle tepki aldı. Savcıların harekete geçerek konuyu yargıya taşıması beklenirken, suçun üst katlarda paylaşıldığına dair beyanları duymak elbette düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda yıllardır mücadele etmiş, nefret söyleminin ve fiilinin hak sayılamayacağını iyi bilen çevreleri şaşırtmıştı. Hrant Dink ve Tahir Elçi'nin öldürülmelerinin tam da benzer beyanların arkasından gelmiş olduğu hafızalardan silinmemişti henüz.
Diğer yandan, hak ihlallerinin böylesine yaygınlaştığı, yasal mevzuatın adaleti sağlayamadığı kanaatinin çok yaygın olduğu, mevcut yasalar çerçevesinde bile onlarca gazeteci, öğretmen, düşünürün ve yazarın henüz hüküm verilmemiş yargılama süreçlerinde özgürlüklerinden yoksun bırakıldığı bugünlerde, yargının iktidarca böylesine sahip çıkılan bir konuda hukuku savunmasının zor olacağını kestirmek güç değildi. Bu durum demokrasinin "d"sinden, yasa ve hukuk üstünlüğünden, evrensel insan hak ve değerlerinden söz edilemeyeceğini hatırlatıyordu.
Diyaneti destekleyenlerce, meselenin çözümü de duruma itiraz eden seslerin çıktığı kurumların ayarını yapmaktan geçiyordu. Muhalif sesleri etkisizleştirmek, giderek kriminalleştirmek; bu arada, tartışarak, konuşarak uzlaşmak yerine, onlar ve bunlar şeklindeki kamplaşmış dokuyu güçlendirmek, şimdiye kadar sürdürülen siyaset stratejisi ile uyumlu görünüyordu.
"Odaların kuruluş amacı ortak bir anlayışa dayalıydı: mesleğin kamuya fayda doğrultusunda kullanılması, meslektaş haklarının savunulması ve korunması, meslektaşlar arası dayanışmanın gerçekleştirilmesi."
Odalar ne zaman, hangi düşüncelerle kurulmuştu?
Barolar Birliği, avukatlık meslek alanının bir örgütü. Diğer odalar da aynı anlayışla kurulmuş başka meslek gruplarının bir araya geldikleri örgütler. Örneğin tabip odaları hekimlerin, mühendis,
mimar ve plancıların odaları, esnaf ve sanatkâr odaları küçük esnaf ve küçük ticaret erbabının, sanayi ve ticaret odaları sanayici ve tüccarların örgütleri. İlk kurulan odalar 1950'de Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği olmuştu. Sonrasında 1953'de Türk Tabipleri Birliği, 1954'te Mimar ve Mühendis odaları olmuştu. Yine 1954'te Türk Veteriner Hekimleri Birliği, 1956'da Türk Eczacıları Birliği, 1957'de Ziraat Odaları Birliği izlemişti. Baroların kuruluş çalışmaları 1920'lere kadar uzansa da birlik olarak kurulması 1968'de gerçekleşmişti.
Odaların kuruluş amacı her odanın yasasında ayrı ayrı belirtilmekle birlikte, ortak bir anlayışa dayalıydı: mesleğin kamuya fayda doğrultusunda kullanılması, meslektaş haklarının savunulması ve korunması, meslektaşlar arası dayanışmanın gerçekleştirilmesi, kalkınma ve gelişme için uzmanlıkların seferber edilmesi, öz kaynaklara dayalı ekonomik ve sosyal gelişmeye hizmet edilmesi, mesleklerin etik kurallarının belirlenmesi, uygulanması, meslektaş faaliyetlerinin denetlenmesi, demokratik düzenin, yurttaş hak ve özgürlüklerinin savunulması, yasa üstünlüğüne ve hukuk devleti anlayışına sahip çıkılması.
Odaların hepsinin merkezleri yasa gereği Ankara'da bulunuyor. Meclis, bakanlıklar vb. gibi. Odalar, hükümetlerin politikalarına göre tavır alan, onların yürütücü ofisleri gibi çalışan, yöneticileri onlarca atanan yapılar değil. Çünkü, yürüttükleri kamusal hizmetin en yüksek ölçüde uzmanlık bilgisi kullanılarak üretilmesi ve işleyişlerinin tüm üyelerince denetlenebilmesi temel ilke.
Odalara daha önce de müdahale edilmek istenmişti
Aslına bakarsanız, ne zaman ki devlet yönetiminde merkezi, otokrat, baskıcı anlayışlar güçlenir, o zaman "odalar meselesi" mutlaka gündeme gelmiş. 1961'de anayasal dayanağa sahip "kamu kurumu niteliğinde meslek örgütü" tanımı ile güçlenen ve yönetimleri, yönetmelikleri, iç işleyiş kuralları, alt meslek disiplinlerinin tanımı ve işlevi; en önemlisi usul ve akçalı konularda kendi denetimini seçilmiş ve genel kurullarına hesap veren organlarınca yerine getiren odaların hükümetlerden bağımsız yapıları her zaman hükümetlerde rahatsızlık yaratmış. 70'lerin başına kadar büyük ölçüde hükümetlerle, bakanlıklarla, idare birimleriyle uyumlu ve hatta zaman zaman kadroları arasında idarelerle geçişli dönemler yaşanmış, ancak 70'lerle birlikte, ilerici ve devlet kurumlarından daha özerk davranan anlayışların ve kadroların odaların yönetimlerine gelmesiyle sorun da başlamış.
1971 askeri müdahalesinden sonra odaların kimi yetkilerinin kısıtlanmasına yönelik çok uğraşılmıştı. '80 darbesi zaten tüm anayasayı ilga ettiği ve kendi anlayışıyla yeni getirdiği anayasasında, meslek örgütlerinin devlet kurumlarınca denetlenebilmesine, genel kurulların devlet gözetiminde yapılmasına, üye olma zorunluluğunun kaldırılmasına ve mesleki faaliyetlerin piyasalaşmasına imkân sağlanmıştı.
Son yıllarda Devlet Denetleme Kurulu ve Bakanlıkların odalar üzerinde baskı ve denetim girişimleri devam ediyor. Mühendis-mimarplancılar odaları, tabip odaları ve bazı baroların birçok yatırım projesinde kamu yararını sorgulaması, çevresel etkileri irdelenmesi, kamuoyunu bilgilendirilmesi, yasal yollarla kamu yararını savunadurması, KHK ve OHAL uygulamalarına itiraz etmesi, akademide ifade özgürlüğü ve özerkliği savunması, yargıda hakim ve savcıların bağımsızlığını sorgulanması, hukuk dışı kararlara dikkat çekmesi, sağlık hizmetlerinin piyasalaşmasını eleştirilmesi ve daha birçok örnek iktidarı rahatsız ediyor.
Son pandemi döneminde olduğu gibi, tabipler birliğinin imkân, birikim ve organizasyon kapasitesinin kullanılmaması bilinmeyen bir şey değil. Bunlar normal değil, akla uygun da değil; kaynakların verimli kullanılmaması, olası aykırı ve yol gösterici uyarılardan hoşlanmayan, eleştiriyi derhal ötekileştiren ve hızla suçlu hale getiren anlayışın ürünü.
Yorumlar (0)