Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Bozkır Kadını Derler Adıma

Ankara’da yaşamak zordur ya kadın olmak çifte zorluktur, terdir, gözyaşıdır bazen.

Bozkır Kadını Derler Adıma

Havanın sonbahara dönmekte olduğu güneşli bir Ankara öğleden sonrasında, araya uzun bir tatil ayrılığının girdiği can yoldaşımla, Kızılay’da hem yürüyor hem gülerek yaz anılarını gözden geçiriyoruz; üstümüzde henüz vedalaşamadığımız tiril tiril elbiselerimiz. Bir baba geçiyor yanımızdan, oğlunun elini tutarak. Oğlan 7 yaşlarında. Belli ki baba oğluna etrafı anlatıyor, sonra da bizi gösteriyor: “Bak oğlum turist”. Hayatımızın özeti bu belki de: Ankaralı olmanın, Ankara’da kadın olmanın. Turist değil belki ama mülteci, “Almancı” hatta. Çabalamak, uğraşmak, emek harcamak ama hep dışında kalmak, oralara, o sokaklara ait olamamak. Çocukluğunda da şehrin tozunu pek yutturmazlar ya kız çocuklarına, ablalık yaptırılır illa, anneye yardım edilir oyun oynamadan ve karanlık olunca asla kalınmaz sokakta, yaş biraz büyüyüp gençlik heyecanı galebe çalınca başlar esas şehirle mesai. Elinin ekmek tutmasının, gelecek kaygısı duymamanın en büyük ideal olduğu memur şehrimde, genç kız olmak okuldershane-ev arasında mekik dokumak demektir, içindeki heyecanı ustaca bastırırsın, dershane çıkışı otobüs duraklarına koşarken Kızılay’ın ışıklarının gönlünü çelmesine izin vermeden.Bozkır Kadını Derler Adıma

Güvenpark’ta, Sakarya’da çiçekçilerin önünden geçerken bir an bir sevdiceğim olsa diye geçer ya gönlünden, bir simitçiye çöküversek şurada, bir çay içsek demli, koyvermezsin kendini, çalışmak zamanıdır çünkü. Gözünü önüne eğer ve koşarak geçersin. Tutup da bir gün gönlünce bir gün yaşamak istersin, okulun kapısından koşarak kaçarsın gönlü sana benzeyen bir yarenle. Kaçarsın da nereye? Öyle zordur sabahın o saatinde okulu kırdığı belli genç kız olmak! Güneşi görelim dersin azıcık dala çiçeğe değsin elim, Botanik parkında, Kurtuluş parkında paltolu abilerden kaçarken buluverirsin kendini. Saatlerce Kuğulu Parkta güvercinlere mama atarsın sonunda, yalnız adamlarla banklarda köşe kapmaca oynayarak.

 Okulu kırmayarak, dershaneyi kaçırmayarak, boş zamanlarında pencereden bile bakmayarak kazanıverirsen üniversiteyi, özgürlük hayalleri sarmaşık gibi büyür içinde. Şehrin her köşesine girmek, yaşayamadığın her şeyi yaşamak istersin. Ne var ki, kısa sürede Ankara haritası yerleştiriverir beynine hayat; kadınlar için Ankara’da yaşayabilme haritası… Asla gitmemen gereken kırmızı bölgeler (Bentderesi, Çinçin Mahallesi), gece saatinde kurt kapacak turuncu alanlar (Ulus, Dışkapı), yine de yalnız gitmesen iyi olur sarı alanlar (Sıhhiye, Maltepe) … Okulda herkes çalışırken koşa koşa eve dönersin, çünkü belli bir saatten sonra otobüsler dolmuşlar balkabağı olur Ankara’da, kız başına kalıverirsin ortada. Sokak ıssızlaştıysa azıcık, iyi değilse sokak lambası da, bastırıverirsin kitapları göğsüne, koca koca kitaplar bir işe yarar sonunda.

Mezuniyet, ilk iş, ilk maaş heyecanı gelir geçer, bir anda kendini rüzgârla salınan çalışanlar ordusunun parçası olarak buluverirsin. Hayat rutine girer, bir kolunda ev işi, bir kolunda iş işi taşıyan cambazlar gibi oluverirsin. Sabah erken kalkar, bir yandan zeki ve çalışkan, bir yandan da Ankara’nın “erkeksel” iklimine uygun kapalılıkta bir görünüme kavuşmaya çabalayıp, koşa koşa işe gidersin. İş yerinde hem profesyonel olup hem gece ıspanak yapmayı planlar, işten çıkınca alacakaranlıkta ıspanakları alıp koşa koşa eve dönersin, bir yandan da düşünürsün aman iyi ki Ankara’dayım zaten dışarda ne var diye avutmaya çalışırsın kendini.

 Esas emek süreci, esas Ankara imtihanı ise anne olmaya kalkarsan başlar. Ankara’nın kaldırımları yeni anneler için Survivor’dırçünkü, bebek arabasıyla bir yol üzerinde üç kere düşme tehlikesi geçirip beş kere yabancıların yardımına ihtiyaç duyarsın. Ansızın biten kaldırımlardan koşa koşa yolu geçer, uzun uzuuunn giderek trafik ışıklarına varır ve umut edersin kırmızıda dursun diye sayın sürücüler. Kan ter içinde vardığın yerde bebeğini emzirebileceğin bir tuvaleti zor bulacağın için koşa koşa dönersin geri. Yine de 3 aylık güneşli mevsimde illa parka gitmek istersin, kalan 9 ayda Ankara’da eğlencenin yeni adresi AVM’lere tıkılıp kalmamak için. Biraz büyür yavrun okula başlatırsın heyecanla, sabah heyecanına bir de okul eklenir, koşa koşa bu sefer çift kişilik hazırlanır, Ankara’nın sabah trafiği canavarı ile güreşir, çocuğu yalapşap öper okula fırlatıverir ve bir kez daha gri araba denizine dalarsın.

Ankara’da yaşamak zordur ya kadın olmak çifte zorluktur, terdir, gözyaşıdır bazen. Gözümün nuru şehir dersin, kaldırım parkelerini ezbere bilirsin de yine de var olabilmek için her gün yeniden çabalaman gerekir; biraz daha mücadele etmen…

Ama ben biliyorum ki ne kadar zorlasa da bizi bu şehir, bu yollar, bu hayat bizim. Bu şehir biziz. Varız, buradayız. Çünkü Ankara’nın sokaklarıdır aslında, yollarıdır bize memleket.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış