Geçtiğimiz aylarda gündemi işgal etmesi için AKP tarafından seçilen konulardan ikisi cami üzerineydi. AKP, muhafazakârların yüreğine su serpeceğini ve laiklerin iflahını keseceğini umduğu bu atılımlarla, umduğunu bulmuş mudur, bilemeyiz; ancak konu tartışılması, en azından tarihe kayıt düşülmesi gereken bir konudur. Cami tartışmalarının, ilki tek parti döneminde CHP’nin camileri yıktığı ve sattığı iddiası üzerinden şekillendi: “Bu gözü dönmüş laikler, Jakobenlerin ve Bolşevik Moskofların bile cesaret edemediği şeyleri yapmış camileri yakmış, yıkmış ve geriye kalanları da ahır haline getirmişmiş...” Aksakallı hacıların gözyaşlarına boğularak izlediği haber görüntüleriyle Erdoğan’ın ifşaat anlarına sakladığı “külyutmaz ilahiyatçı/tarihçi âlim” sesi bir araya gelince inanılası gelen bu iddialara, birçok bakış açısından itiraz edilebilir ve bu iddiaların sahiplerini ikna edebilecek tek nokta belki de ilahiyattır: Camiler kutsalsa İslam’a göre “Allah” nedir?
İkinci tartışma aslında birinci tartışmanın doğal sonucu ve devamıdır: “CHP yakıp yıktıysa, biz de yenilerini -daha güzellerini değil, daha büyüklerini- yaparız”. Taksim’e, Çamlıca sırtlarına ve Diyarbakır’da 19 Mayıs Stadının yerine. Bir de müzeler de cami olmalıdır: İznik’teki Küçük Ayasofya Müzesi’nin 6 Kasım 2011’de kılınan bir bayram namazıyla camiye dönüştürülmesi yetmez; İstanbul’daki Ayasofya Müzesi de cami olmalıdır. İstanbul hâlâ “Kahpe Bizans”tır ve Kürtler hâlâ Türk İslâmı’na biat etmemiştir. Bu arada “Gavur İzmir”e de bir şeyler yapılacaktır ama henüz değil. Camiler ihtiyacı karşılamamakta, tiyatrolara da mescit gerekmektedir.
Devasa camilerin gerekliliğini sorgulamak şu aşamada pek de anlamlı görünmemektedir: Vakit namazlarında camilerin boş kaldığından söz etmek ya da eğitim, sağlık, adalet gibi daha acil sorunlar varken neden diyanete bu kadar geniş bir bütçe ayrıldığını sormak, kendilerine mütedeyyin denmesini isteyen muhafazakârların yüzünde olsa olsa istihzaî bir gülümseme oluşmasına neden olacaktır. Devasa camilerle devasa bayrak direkleri arasında kurulacak bir koşutluk verimlidir: her ikisi de siyasetin rasyonel olmayan araçlarla sürdürülmesidir; “dosta güven, düşmana korku salmak” için varlardır; ötekine “ben buradayım” demektir. Milliyetçiliğin (bayrak) olduğu kadar, dinin (cami) de toplum tarafından emilmediğini, rutinleşmediğini ve teyakkuz halinin son bulmadığını bize hatırlatır.
Camiler işgal edilen topraklara dikilen bayrak direkleri olagelmiştir: İslamlaştırılan topraklardaki kiliseler yanına minare(ler) dikerek camiye dönüştürülmediyse; kilisenin bulunduğu alana hâkim olan alana en kısa zamanda bir cami yapılır. Alevî köylerine inşa edilen camiler için de aynı şey söylenebilir. Ama cami sadece dinî ve siyasî bir işlev yüklenmez. İlk kentlerin ortaya çıkışında ticaret ve din iç içe geçmiştir. Ruhban sınıfı, ticareti ve zanaatları tapınaklar üzerinden denetim altında tutmaya çalışmıştır. İslam’da da bu böyledir: Mekke’nin ticaret yollarının üzerinde bulunan tapınaklar kenti olduğu hep söylenmiştir. Her ne kadar modern öncesi camiler medreselerle ve bedestenlerle birlikte inşa edilirken; günümüzde bedestenlerin yerini AVM’ler almıştır (Örneğin Ankara Kocatepe Camii’nin altı bir AVM olarak faaliyet göstermektedir). Camilerin ekonomi politiği salt ticaretin yapıldığı mekânların camilerle iç içe geçmesiyle sınırlı değildir. Cami yaptırmak bir kamu arazisini işgal etmenin en güvenli yoludur. Planlarda yeşil alan, okul gibi ortak kullanıma ayrılmış parsellerin üzerine hızla inşa edilecek bir cami, yaptıranları fazlasıyla tatmin edecek gelir kapılarıdır. Siyasîlerin devreye girmesi belediyelerin yıkım ekiplerine karşı birebirdir. Himaye edenler, gerek oy gerek partiye yapılacak bağışlarla elbette himaye edilenler tarafından görülecektir. Turistik merkezleri birbirine bağlayan karayolları üzerindeki cepler de bu şekilde işgal edilir. Dört kolon üzerinde yükselen iki metreye iki metrelik bir mescit, ileride inşa edene bir benzin istasyonu ve turistik tesis olarak geri dönecektir. Yukarıda betimlenen, bilinen ve herkesin gözü önünde gerçekleşen bir cami yaptırma modelidir. Ancak “Bir Zamanlar Anadolu’da” daha az bilinen bir başka cami yapma/yaptırma modeli daha vardır. Bu model küçük farklılıklar göstererek Türkiye’nin herhangi bir yerleşim biriminde kolayca uygulanabilir ve uygulanmaktadır. Öncelikle kurban edilecek bir deveye ya da danaya ortak olurmuş gibi, ilçenin/köyün eşrafı bir cami yapma ve yaşatma derneği kurar. Ne hikmetse inşaat alanında faaliyet gösteren eşrafın ağırlıklı olduğu bu dernekler, cumhuriyetin ilk yıllarında inşa edilmiş ve koruma altında olmayan bir camiyi gözlerine kestirir. Bu camiler ilçenin/köyün merkezine yakındır ve yöre halkının halılarını, avizelerini bağışlayacağı kadar da eskidir. İnşa edildiği dönemin koşulları gereği mütevazı boyutlarda olan kiremit çatılı bu camilerin sık sık tadilat gerektirmesi belki de tek kusurlarıdır. Ve bu, aynı zamanda yeni caminin yapılmasını meşrulaştıran en önemli gerekçedir. Derneğe bağış toplanır; yeterince bağış toplanamazsa da yapılacak olan cami simgesel olarak, parça parça satılır.
Kiremit çatılı cami yıkılır ve kısa sürede yerine devasa kubbeli ve çirkin bir cami oturtulur. İnşa sürecinde “Allah için ter dökenler” alın terinin karşılığını fazlasıyla alır. Eskiden bir iki basamakla içine girilen eski cami gitmiş, ilk birkaç katı dükkân olan yeni cami gelmiştir. Ne de olsa “peygamber efendimiz ticaretin de ibadet olduğunu belirtmemiş” midir? Bir de eski caminin zemininde, tektonik kaya katmanları gibi, üst üste yığılı duran el dokuması, tarihî halıların yerini, duvardan duvara makine halısı almıştır. Bu tarihî halılarla bir gün İstanbul’da Kapalı Çarşı’da ya da Ankara’da At Pazarı’nda ya da Londra’da bir müzayedede karşılaşabilirsiniz. Yeni yapılan camilerin sine qua non’u (olmazsa olmazı) bayrak direkleriyle yarışan fallik minareleridir ve bu yeni minarelerden Dumankaya Köyü’ne yapılanı ibretliktir: Anadolu Ajansı’nın 28 Şubat 2012 tarihli haberine göre, Rize’nin Güneysu İlçesi’ne bağlı Dumankaya Köyü’nde 1960’lı yıllarda yığma taştan yapılan cami eskidiği için, yaklaşık 2 yıl önce yıkılarak yerine başka bir cami yapılmaya başlandı. Yapımı tamamlanan cami Mart 2011’de ibadete açıldı. 200 metrekare büyüklüğünde ve yaklaşık 200 kişi kapasiteli caminin yanına da 65 metre yüksekliğinde 3 şerefeli minare yapıldı. Minarenin boyu, caminin büyüklüğüne uygun olmadığı gerekçesi ve Başbakan Erdoğan’ın da teşvikiyle 40 metreye indirildi. Camiler yıkılır, baraj gölleri altına gömülür, ticaretin gereği olarak yıkılır ve yeniden daha büyük ve AVM’li olarak yeniden yapılır. AKP döneminde kentsel dönüşüme tabi kılınan mahallelerdeki onlarca ve belki de yüzlerce cami, TOKİ tarafından yıkılmıştır ve hiçbir muhafazakâr da “din elden gidiyor” diye veryansın etmemiştir. Kamu kaynakları, inşa edilen yeni camiler aracılığıyla özel kişilere aktarıldığı sürece de etmeyeceklerdir.
Yorumlar (0)