Sokak levhasında böyle yazardı. Şehit Teğmen Ali İhsan Kalmaz İlkokulu mezunlarından, altmış sekiz kişilik 5-D sınıfında okumuş olan bendeniz, 1973 yılından 1979 yılına kadar işte bu yolu arşınladım durdum. O tarihlerde Esat 50.Yıl Lisesi’ne kadar kurtarılmış bölgeydi ve ağırlıkla DevYol hâkimiyetindeydi –eskiden hep dutluktu buralar. Devam. Bizim yaşadığımız mahalle bu bölgenin hinterlandında olmakla birlikte bir üst segment kabul edilebilir ama sınıfsal yapısına çok takılmamamız durumunda o tarih için de toptancı biçimde genel olarak solcu olduğunu söyleyebiliriz. Dönemin devrimci demokrat hareketlerinde yer alan -kitabi deyimle- “radikal küçük burjuvaların” da ağırlıkla Çankaya ilçesinde mukim orta sınıf memur (öğretmen çocukları bilhassa) ya da subay ailelerinin çocukları olduğu biliniyor. Biraz daha durup düşündüğümde orta sınıf kökenimin o sol siyasi atmosferde bile kimi hassasiyetleri pas geçmeme yol açtığını anlıyorum. Bugünkü inceltilmiş ifadenin o tarihte herhangi bir karşılığı yoktu ve kapıcı denirdi mesela.
En yakın arkadaşım kapıcı çocuğuydu. Akraba evliliği ürünü iki işitme engelli kardeşi olan altı çocuklu Yozgatlı Alevi bir ailenin ikinci çocuğu. Tüm kapıcı daireleri gibi rutubet kokan ışıksız bir evde yaşarlardı. Biz duyarsızlar bütün günü boş arsada tozun toprağın içinde yuvarlanarak geçirir, susadığımızda da evlerimize gitmek yerine Suzanların evine dalardık teklifsiz. Mutfaktaki musluğa sırayla ağzımızı dayardık. Hiçbirimiz burası hariç bir diğerinin evine böyle giremezdik oysaki. Beş yıl aynı sınıfta okuduk, aynı mahallede yaşadık ama esaslı sınıfsal ayrışma bizimkilerin ortaokul tercihlerinde netleşti. Memur çocukları Namık Kemal’e, kapıcı çocukları Gaziosmanpaşa’ya… İkimiz de ayrılmamak için çok debelendik ama onun zaten tercih şansı yoktu. Yollarımız ayrıldı. Nenehatun Caddesi’nde yıllardır kendi dondurmasını yapan bir pastane vardır.
Bu sefer isim de verirdim de -zira ne uzamış ne kısalmış tam bir mahalle pastanesidirmerak eder giderseniz elinizle koymuş gibi bulursunuz zaten. Alman pastası da pek güzeldir bu arada -valla dutluktu hep -neyse. Arkadaşımla bir liraya birer top kaymaklı dondurma alırdık. Kenedi’nin yokuşunu da bu hayalle çıkardık –hmmm demek ki… Zaten eve kadar iki lokmada biter. Ayrılık kesinleştiği zaman söz verdik kaymaklı dondurmayı yine ancak birlikte yiyeceğimize. Bir söz daha vermiştik. Yazılamaların tazeliğine de yine ancak birlikte karar verecektik. Burnumuza yapışıp yapışmadığına bakarak. Arkadaşımın izini kaybedeli yirmi beş yıl oluyor. Ama geçtiğimiz pazar gününe kadar dondurma sözümüzü tuttum ben. İkinci sözümüzün ise zemini ortadan kalkmıştı zaten. 12 Eylül olmuştu çünkü. Fakat artık sözümü tutmama gerek kalmadı. Kenedi Caddesi’ne insanlık geri geldi.
Hayal gibi ama geri geldi -eskiden hep tayyipti buralar. Barikatın arkasından el salladı bana. Korkma dedi –insanlıktan korkulmaz. Ben de yanına gittim. Suzan’la el ele tutuşup tomalara baktık. Sprey boya yağlıboya gibi kokmuyor evet. Ve hemen de kuruyor. Olsun. Dondurmanın tadı aynı ama.
Hoş geldin insanlık.
Yorumlar (0)