Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Çocuklarımız İleride ‘Anne, baba, Peki Siz Ne Yaptınız?’ Diye Sorduklarında....

Böyle bir dünyada yaşamak ve çocuklarımızı yaşatmak istiyor muyuz? Peki başka ne yapabiliriz?

Çocuklarımız İleride ‘Anne, baba, Peki Siz Ne Yaptınız?’ Diye Sorduklarında....

Eşim Murat ve ben, ”permakültür” kavramını ilk kez sevgili Özgen’in (Saatçılar Şengün) sunumuyla duymuştuk. ‘İşte bu!’ dedik ikimiz de. Hemen kitaplar, bilgiler toplamaya başladık. İzmir Bayındır’daki Marmariç ekolojik yerleşkesinde, Türkiye Permakültür Enstitüsünden sevgili Mustafa Fatih Bakır tarafından verilen on beş günlük permakültür tasarım sertifika programıyla da çok kapsamlı bilgilerle donandık. Hızımızı alamayıp dünyadaki uygulamalarını görebilmek ve kurucularıyla tanışabilmek için geçtiğimiz hafta Ürdün’de düzenlenen 10. Uluslararası Permakültür Konferans ve Buluşması’na (www.ipcon.org) katıldık. Kuzey Amerika’dan Güney Afrika’ya, Küba’dan Tanzanya’ya, Avusturalya’dan Hindistan’a, Kanada’dan Hong Kong’a kadar pek çok farklı ülkede yürütülmekte olan permakültür projeleri hakkında bilgi aldık. Ürdün’de çölde gerçekleştirilen uygulamaları gördük. Hepimiz bir yerlerden bir şeyler yapmaya başlamalıyız. Ben de öncelikle bilginin zekatını vermeli, yani öğrendiklerimizi paylaşmalıydım.

‘Permakültür’ kavramı sadece ‘permanent agriculture’, yani ‘sürdürülebilir tarım’ kavramını değil; aynı zamanda ’permanent culture’, yani ‘sürdürülebilir kültür’ kavramını da içeriyor. Sürdürülebilir bir kültüre dayanmayan bir tarımsal uygulamanın sürdürebilir olması zaten mümkün olamaz. Permakültür kavramını 1974’te Bill Mollison geliştirmiş ve binlerce öğrenci yetiştirerek, dünyanın birçok yerinde sayısız proje uygulamış. Permakültür, sürdürülebilir insan yerleşimleri yaratmayı amaçlayan bir tasarım bilimi esasında. Bu tasarım mimariyi de, mühendisliği de, biyolojiyi de, tarımı da, ormancılığı da, hayvan yetiştiriciliğini de, su ürünlerini de, finansı da, hukuku da, sosyal organizasyonları da bir araya getiriyor, daha doğrusu aynı amaçta birleştiriyor. Permakültür etiğinin birinci ilkesi dünyayı gözetmek, ikinci ilkesi insanı gözetmek, üçüncü ilkesi ise ihtiyacın ötesindeki bütün kaynakları birinci ve ikinci ilkeler doğrultusunda kullanmak. Doğanın bizim korumamıza ihtiyacı yok, doğa kendini zaten milyonlarca yıldır koruyor. Gerekirse silkelenir gene kendisini korur. Biz insanların, parçası olduğumuz doğa ile uyum içinde yaşamak için neler yapabileceğimize odaklanmamız gerekiyor. Permakültür her insanın temiz havaya, sağlıklı suya, sağlıklı besine, sıcakta kendini soğutan, soğukta kendini ısıtan makul ölçüde barınağa, sosyalleşmeye ve kendi potansiyelini gerçekleştirmeye hakkı olduğunu savunuyor. İçinde yaşadığımız dünyada bu hak pek çokları için zaten yok. Böyle giderse büyük çoğunluğumuz için çok kısa zamanda ortadan kalkacak. Bu aciliyetin farkına varmamız ve öncelikle dünya üzerindeki egemenlik fikrinden vazgeçmemiz gerekiyor. Biz diğer canlılardan üstün değiliz! Bu gerçeği içselleştirebilirsek ve çocuklarımıza öğretebilirsek diğer canlılara yaptığımız her şeyi aslında kendimize de yaptığımızı fark edebiliriz. Bunu kavrayabilen bir nesil, yaşamsal bir zorunluluk olmadıkça hiçbir canlıya zarar vermeyecektir. Doğada her şeyin, her canlının, bir işlevi ve varoluş nedeni vardır.

Bill Mollison (Bill dede) bir sohbetinde ”Her birimizin doğayı nasıl anlayabileceğimizi çözmemiz gerekiyor. Çözmezsek anlamayız. Anlamazsak kaybedebiliriz. En azından buradakiler olarak kaybetmekte olduğumuz konusunda hemfikiriz ve özleyeceğimizi biliyoruz” demişti. Topraklarımız ve kaynaklarımız azalıyor, insan nüfusu ise hızla artıyor. Çocuklarımız ileride ‘Anne, baba, peki siz ne yaptınız?’ diye soracaklar. Nerede olursak olalım bir şeyler yapmaya başlamamız gerekiyor. Konvansiyonel tarım, erozyonun, ormansızlaşmanın ve kirlenmenin sebeplerinden biri olduğu gibi, toprağın verimliliğini de azaltmakta. Yenilenemez kaynaklar kullanmakla, araziyi derin sürmekle, yanlış çapalamakla, hatalı sulamayla, suni gübre ve kimyasal ilaç kullanmakla topraklarımızın en verimli tabakalarını kaybediyoruz. Bill dedenin dediği gibi “Şeytanca bir dehâ yıllarca uğraşsa, konvansiyonel tarım kadar yıkıcı bir şey bulamazdı”. Permakültür bizlere konvansiyonel tarım yerine, doğal tarım teknikleriyle yapılabilecekleri öğretiyor.

Permakültüre göre her öğe birden fazla işleve hizmet etmeli, her işlevse birden fazla öğe tarafından desteklenmelidir. Amacımız, parçası olduğumuz sürdürülebilir bir ekosistem yaratmaktır. Sürdürülebilir olabilmesi için bir sistemin, en azından doğal ömrü boyunca yaşaması ve bakımı için yetecek enerjiyi kendi içinde üretebilmesi gerekir. Kendisini besleyebilen, gübreleyebilen, bakımını yapabilen, koruyabilen sürdürülebilir bir ekosistemi ise, birbiriyle ilişkili bitki ve hayvan sistemlerini, uygun mekanlarda ve uygun koşullarla bir araya getirerek tasarlayabiliriz. Bu tasarım zaman içerisinde giderek daha az emek ve giderek daha az dış enerji desteği isteyecek ve bir süre sonra kendi doğal akışıyla bize ihtiyaç duymaz hale gelecektir.

Permakültür tasarımı şehirlerde, sitelerde, ortak mekanlarda, evlerimizde, okullarda da uygulanabilecek pek çok farklı yöntemi içeriyor. Okullarda, evlerde gri atık sular, okul ve ev bahçelerinde sulamada tekrar tekrar kullanılabilir, yağmur suları depolanabilir, yiyecek artıklarıyla kompost yapılabilir ve toprak oluşumu izlenebilir. Biliyoruz ki doğada hiçbir şey atıl ve çöp değildir. Eminim gençler ve çocuklar kırmızı solucanın yiyecek artıklarını nasıl verimli organik humus toprağına dönüştürdüklerini görmek isteyeceklerdir. Evcil hayvan olarak kedi, köpek ya da balığın yanında kırmızı solucan niye olmasın? Doğayı zorlayan kendini zorlar. Onunla uyum içinde olmanın yolunu araştırmalıyız. Bütünlükçü birey olmanın yolunu öğrenmeli ve çocuklarımıza öğretmeliyiz. Çok yönlü, çeşitliliğe saygı duyan, toplum bilinçliliklerini, bilgilerini paylaşan bireyler bu evrende güvende kalacaklardır. Böyle bir dünyada yaşamak ve çocuklarımızı yaşatmak istiyor muyuz? Peki başka ne yapabiliriz?

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış