Afet durumlarında, haberi alır almaz, insanların, özelliklekadınların, çocukların, yaşlıların ve tüm calıların ne halde olduklarını merak eder, onlara bir el uzatmak isteriz. Bundan daha doğal ne olabilir? Kendisini diğerinin yerine koymak tasarlanan bir davranış değil, doğal insani refleks değil midir?
Gece 04'ü biraz geçmişken uykusu kaçıp da tavanı seyreder mi insan? Evet yapar bunu; eğer o gün, takvimin 6 Şubat'ı gösterdiği gün, yine aynı saatte Ankara'da zemin kattaki evinde sallanan avizesini görünce, civarda bir yerlerde deprem olduğunu hissetmişse; yaşananların kasveti sarar dünyasını.
O gün bu gündür (3 Mart), tavanda sallanaduran avizenin görüntüsü ve onun anlattığı şey hayatımızı hüzne bürüdü. Tabii, çok geçmeden anlaşılıyor yaşananın boyutları, ne de olsa internet, twitter, TV, birçok mecra var, yaşananı öğrenmeye elverecek. İlk akla gelen soru "ne yapmalı?". Avizesi daha şiddetle sallanan, belki evi sallanan, belki evi yıkılan, belki de yıkılanın altında kalan, belki de hala yaşayan ama enkazın altından seslenen...korkunç birşeylerin olduğu besbelli...
Uzakta olmak nedeniyle yaşananın ne olduğu, nerelerde olduğu, kime ne yetiştirmek lazım geldiğine yoğunlaşıyor beyin ve yürek. İlerleyen saatlarda anlaşılıyor ki onbinleri altında bırakan yıkım, hala devam etmekte. Doğa, üstünde olur olmaz yerlerde, olur olmaz barınaklarda yaşanmasına, olur olmaz tüketilmesine izin vermiyor.
Zeminin sallanması, doğanın bizlerden çok daha önce geliştirdiği, yerini sağlamlaştırma, kırılan tabakalarını yerlerine oturtma işlevi. Ama insanın onu kendi kurduğu düzene ayak uydurmaya çalışmasını, üzerine tuğlalar, demirlerle yapılar kurmasını gözardı edecek değil. Sallantılar devam ettikçe, yıkılan yapılar ve altında kalan insanların "uygarlık" dediği yollar, köprüler, ibadethaneler, konutlar yerlebir oluyor.
Doğayı hiç anlamadan ya da onun dinamiklerini hiç dikkate almadan onunla yarışa giren "insanlık", kazanç hırsının, bitmeyen yayılmacılığının bedelini kendi türünün de en zayıflarına ödetiyor.
Yüzyılın afeti yaşanıyormuş: hadi ordan, yüzyılın değil, yüzyıllardır yaşanan doğa olaylarının beklenen bir örneği daha yaşanıyor. Bunun insanlık için bir afet haline gelmesi ancak o doğa denen büyük gücü anlamamış, onunla inatlaşmayı medeniyet addetmiş zihniyetin ürünü. Deprem uzmanları net olarak söyleyip duruyor: "doğanın ne zaman zemini sallayacağı belli değil; ancak hangi coğrafyayı, ne şiddette sallayacağını tahmin etmek mümkün". İnsanların yerleşim alanlarının tasarlanması hem teknik hem de toplumsal ihtiyaçlara göre belirlenebilecek birşey. Burada kurulacak yapıların sahip olması gereken özellikler belli; ama halen doğanın, doğal hareketlerini afet, hatta yüzyılın afeti haline getirmek ancak bu bilgileri kullanmadan veya görmezden gelerek, her boşluğu rant üreten mekanizma olarak gören, insanilikten ve kamusal faydadan uzak, yurttaş ihiyaçlarına sağır, denetimsiz bir siyasi hırsla mümkün. Yitirilen canların sayısına bakılırsa, yaşanan sonucun gerçekten afet olduğunu; ama insan eliyle yaratılan bir afet olduğunu söylemek gerek. Meydana gelen yıkımın ortadan kaldırılması, bölgenin yeniden kurgulanması, planlanması, yaşamın yeniden kurulması için gereken alt ve üst yapının oluşturulması için gerekli kaynak ihtiyacı, bu ülkede bir yılda üretilen değerin dörtte birine yakın; bunu görünce sonuç gerçekten bir afet. Daha da ötesi, bölge halklarının inanç ve etnik kimliklerinin benzersiz çeşitliliği ve bu çeşitliliğin uzun yıllar içinde ürettiği sembolik mekanlar, yaşam tarzlarına karşılık gelen yapı ve yerleşim tarzları, sanatsal ve belgesel değerler, yıkımın korkunçluğunu gözler önüne seriyor. Bütün bu sonuçlar olmayabilirdi.
Dünyada son yüzyılda yaşanmış kimi deprem örneklerine bakıldığında görünen de o ki, bu sonuçlar yaşanmayabiliyor; insanlığın bilgi ve deneyim birikimi, bu tür doğa olaylarının afete dönüşmesine izin vermemeye yetiyor aslında. İşte birkaç örnek:
Amaç, hangi depremin daha şiddetli olduğunun yarıştırılması değil. Elbette depremin yaşandığı yerdeki nüfus yoğunluğu ve yerleşim sıklığı, zemin özellikleri vb. hepsi kayıp sayısını ve hasarı etkileyen faktörler; ancak yine de tablodan görülüyor ki, büyük kayıplara neden olan depremler, görece yoksul ve iyi yönetilmeyen yerlerde yaşanıyor. Örneğin Sumatra depremi, çok sık depremlerin yaşandığı Endonezya'yı vuruyor; 8.6 şiddetinde ve yoksulluğun yaşandığı bir ülkede gerçekleşiyor ve 250.000 can alıyor. Ancak daha şiddetlilerin de yaşandığı Japonya'da daha az sayıda can kaybının olması, durumu açıklamaya yetebilir.
Ülkemizde son yüzyılda yaşanan büyük depremlere bir bakacak olursak, aşağıdaki tablo karşımıza çıkıyor:
Altı şiddetin üstündeki depremlerde de can kayıplarının yaşandığını görüyoruz. Can kayıplarının önemli nedenleri arasında, -açık konuşmak gerekiyor-, kurtarma ve acil yardım hizmetlerinin iyi organize edilememesi, etkin yürütülememesi, zamanında müdahale edilememesi geliyor. Son Maraş merkezli depremde de, depremi yaşamış insanların aktardığı şekliyle, depremden hemen sonraki saatlarde ve hatta ilk birkaç günde afet sonrası hizmetlerin sağlanmasıyle ilgili devlet kuruluşlarının sahada olmadığı ve hizmetlerin sağlanmasını kolaylaştırıcı şekilde çalışmadığı kanaati hakim.
Depremi sabah saatlerinde duyup, yardıma koşmak yükümlülüğünde hisseden, daha önceki depremlerden edindiği deneyimi seferber etmek isteyen gönüllü yardım ve destek kuruluşları ve bireylerin sahaya sokulmayacağı, sahada yalnızca AFAD veya onun akredite ettiği sivil kuruluşların ve bireylerin kurtarma, destek ve yardım yapabileceğine ilişkin karar, depremi afete dönüştüren en önemli etkenlerden biri olduğu söylenebilir. Biliniyor ki, resmi kurumlar mevcut yönetime yakın eğilimlerdeki çevrelerle birlikte çalışıyor; buna karşılık, farklı inanç ve düşüncelere sahip sivil örgütler ve bireyler toplumsal faaliyetlerde kabul ve destek görmüyor; hatta faaliyetleri alabildiğine köstekleniyor, baskılanıyor. Öte yandan, uluslararası destek sağlayıcı sivil ve resmi kurumlar ise, sağladıkları desteğin sivil denetime tabi olmasını şart koşabiliyor veya yaptıkları mali yardımın devlet kuruluşlarındansa sivil yapılarca, şeffaf bir şekilde kullanılmasını şart koşuyor. Bu durumda yardımların ihtiyaç mahalline ve sahiplerine ulaşması da engellenmiş oluyor. Sonuç olarak gelebilecek kimi destek ve yardım, ihtiyaç sahiplerine ulaşamıyor.
Madem ki ülkemiz deprem hatları üzerinde yar alıyor ve bundan sonra da daha birçok deprem yaşayacağız; bundan sonraki depremlerin birer afete dönüşmemesi için neler yapabileceğimiz üzerinde de duralım. Yarından tezi yok,
- Deprem olasılığı olan yerleri, olasılık ve şiddet derecelendirmesine göre listeleyelim
- Kamu idaresinden sorumlu kuruluşlar, bugünkü modelde AFAD, Belediyeler, Polis, Askeriye, STKlar, gönüllü bireyler, akademi, vb; derhal geçmiş depremlerlerdeki eksiklikleri ve bundan sonra yapılması/yapılmaması gerekenleri birlikte değerlendirmek üzere, samimiyetle biraraya gelsin
- Paylaşılan bilgiler doğrultusunda, uygulama egzersizleri yapılarak, deprem hazırlıkları çok iyi bir şekilde tasarlansın, uygulamaya konsun
- Geliştirilen uygulama planlarının öngördüğü mekansal düzenlemeler, uzman, araç-gereç temin çalışmaları deprem olmadan çok önceden kullanılabilecek şekilde hazırlansın
- Belli aralarla uzmanlarca verilecek seminer, konferans, derslerle depreme yönelik toplumsal -bilgi ve bilinç oluşturulması yönünde çalışmalar düzenlensin ve hiç eksiksiz uygulansın
- Deprem sonrasında yaşanacağı bilinen tuvalet, su, ekmek ve gıda, geçici barınma, hijyen ve mama malzemeleri, fiziki yaralanmayla ve önceden engelli olanların ihtiyaç duyacakları acil destek malzemesi, kadınlar, çocuklar, LGBTİ bireyler, mülteciler, farklı inanç grupları gibi güvenlik ve sağlıkları için ilave özen gereken kesimlerin ek mağduriyetlerini önleyecek önlemler planlansın ve anında uygulamaya geçilecek biçimde hazır tutulsun,
Tüm bunların gerektirdiği mali kaynak, bugünkü yıkımın onarımından daha az olacaktır. Yukarıdaki listede sayılanlar ve eminim ki, biraraya gelindiğinde belirlenecek başkaca da hazırlıklar önceden yapılsaydı:
- Ilk yardım, kurtarma ve yaşamsal destek faaliyetleri daha güçlü sağlanabilirdi
- Enkaz altından duyulan çığlıklara hızla erişilebilirdi
- Daha az can kaybı verilirdi
- Yaralı sayısı daha az olurdu
- Yapılar yıkılmadan kalabilirdi
- Sosyal, ekonomik ve kültürel yaşam duraksamaz, sekteye uğramazdı
- Yaşam alanları, kentler, kasabalar, parklar, kültürel alanların yerleri piyasaya teslim edilmez, güvenli zeminlere güvenli tekniklerle yerleştirilirdi
- Kentsel rant toplumsal yarar için kullanılabilir, felaketin hazırlayıcısı olmazdı
- Sağlık sistemi tıkanmayacağı için tedavi süreçleri daha başarılı sonuç verirdi
- Yine üzülürdük ama, dünyadaki diğer iyi örnekler listesinde bir yerimiz olurdu
- Bu deneyimi başka diyarlara aktararak deprem ülkesi olmanın sağladığı birikimi insanlığın faydasına sunmuş olurduk
- İyi işbirliğinin parçası olarak yönetimdekiler de kazanırdı
Deprem bize yeri salladı, daha sonraki niyetleri konusunda fikir verdi; depremin afete dönüşmesine neden olan siyasi ve idari körlük ve gözükaralığı gözönüne serdi; depremlerin afete dönüşmesinin önüne geçilebileceğini öğretti; doğa olaylarını afete çevirmemek için, yurttaşlar olarak kamu idaresine ve barınma politikalarına el atmamız gerektiğini öğretti; Mİ?
"Doğayı hiç anlamadan ya da onun dinamiklerini hiç dikkate almadan onunla yarışa giren "insanlık", kazanç hırsının, bitmeyen yayılmacılığının bedelini kendi türünün de en zayıflarına ödetiyor."
Yorumlar (0)