Beden temelli toplumsal sınıflandırmaların, bireylerin temel kimlikleri haline gelmesi yani “bedenin kimlikleştirilmesi” bireyselliğe indirilmiş en büyük darbedir. Bedenin kimlikleştirilmesi “insan”dan, “öteki”ne geçiştir. Bildiğimce kimse “öteki” olmak istemiyor ya da “birilerini ötekileştirmek”. Ancak “biz” kurgusu olduğu müddetçe “öteki” her zaman olacaktır. “Öteki” düzen bozucu, sorun çıkarıcı, istikrarsızlığa yol açan ve genetik süreci tehdit eden konumunda olduğu müddetçe de ezilecek, önyargıların kurbanı olacaktır. Irkçılık adım adım “Geliyorum!” derken, ötekine karşı sergilenen olumsuz, düşmanca tavırların azalmasını beklemek hayalcilikten başka bir şey değildir. “Öteki” olma ya da hissetme sorununu çözebilmemiz için öncelikle bir zihinsel eylem gerçekleştirilmelidir. Bu da dil temizliğidir. “Zihinsel eylem” tanımlamasını özellikle kullanıyorum. Çünkü dilimizi temizlemeden, düşüncelerimizi biçimlendirmemiz mümkün değildir.
Dil nedir? Ne değildir?
İletişim bir organizmanın ürettiği, başka organizmalar için anlamlı olan ve bu sayede davranışları etkileyen sinyallerden oluşmaktadır. İletişim, işaret ve sembol olmak üzere iki çeşit sinyalden meydana gelmektedir. Sembol, insanlar tarafından üretilmiştir. İnsanlar her sembole bir anlam vermiş ve kendi aralarında iletişim kurmak için kullanmıştır. Bir dil, iletişimdeki sembollerin kullanılması ile tanımlanır. Ancak dil bir sözcük yığını ya da listesi değildir. Kendi içinde özerk bir sistemdir. Dil; anlam, üretim ve kullanım özellikleri ile yalnızca insan toplumlarında bulunan bir yetenektir. Hayvan türleri de sesler ve beden hareketlerinin yardımıyla birbirleri ile iletişim kurarlar. Hatta insan dilini bir noktaya kadar anlayabilecek şekilde öğrenebilirler. Ancak, insan dışındaki hiçbir tür çıkardığı sesleri, insan dilinde olduğu gibi açık ve iç tutarlılığı olan, üretken ve yaratıcı bir sistem durumuna getirememiştir.
Dil bir ayrıcalık belgesidir
İnsan diliyle, hayvan iletişimi arasında fark, dilin kullanılış amacıdır. Hayvanlar, kullandıkları iletişim aracıyla birbirlerine bilgi aktarırlar. Ama bilinen dil sistemlerinin hiç birinde, yeni iletileri araya getirebilmek amacıyla oluşturulan bir veri tabanı yoktur. Hayvanlar, kendi duygu ve isteklerini ifade edebilirler. Ancak hiçbir hayvan başkalarının duygularını aktaramaz, karşılaştırma yapamaz, analoji kuramaz. Kısaca sahip olduğu dil sistemiyle insan varoluşunu biçimlendirmektedir.
Dil Olmadan Düşünmek Mümkün Müdür?
Dil, “düşünüyorum, öyleyse varım” da olduğu gibi bir temsil sorunuysa ve düşünce söz aracılığıyla ortaya konuluyorsa, dil olmadan düşünmek mümkün değildir. Dil, düşünmenin yapı taşıdır. Öyle ki dil sayesinde çevremizi kuşatan sayısız durumdan, önyargılardan, korkulardan baskılardan kurtulmayı başardık. Dili kullanma becerimiz sayesinde bir duygulanımı düşünmek ya da tasarlamak için deneyimleme ya da taklit etme zorunluluğundan kurtulduk. Dil bizi duyusal dünyanın dışına çıkardı. Ancak aynılık ihtiyacımız ve tutkularımız önce dilimizi, sonra da düşüncelerimizi kirletti.
Zamanımızın çoğunu görmeyi ve anlamayı redederek geçiriyoruz
İnsan algılamayı neden kendisine yasaklar? Bu çok önemli bir soru. Çünkü düşünmenin ilk adımı olan farkındalığın önü bu yasakla kesiliyor. Çevremizdeki “öteki”leri algılamayı neden kendimize yasaklıyoruz? Birileri mi yasaklıyor? Yoksa bu yasaklamalar aracılığı ile aynılığımızı mı koruyoruz? Bedeni kimlikleştirerek, görmek ve anlamak yerine redetmeyi seçiyoruz. Kolaya kaçıyoruz. Aynı zamanda insanlığımızı darp ediyoruz. Neden mi? Başarılı oldukları halde sadece cinsel yönelimlerinden dolayı futbol hakemlerini, öğretmenleri, polisleri, doktorları işlerinden uzaklaştırıyoruz. Yine sadece cinsel yönelimlerinden den dolayı sokakta yürüyen bir bireye sözel ya da fiziksel saldırıda bulunabiliyoruz. Yetmezmiş gibi baskınlar, gözaltılar, işkenceler, ve yargısız infazlar… Gerisini demeye dilim varmıyor. Bunu için herkesi dil temizliğine davet ediyorum.
Dilimizi temizlerken…
Temizliğe başlamadan önce bağlamın etkisini göz önünde bulundurmalıyız. Ben bu yazıyı yazarken Solfasol yazarı Onur Mat’tan aldığım e-postadan bir anekdot paylaşmak istiyorum. “4-5 yaslarında bir çocuk evin siyahi bakıcısını “kara tavuklarının adıyla” çağırıyordu. Bunda herhangi bir sevgisizlik veya dışlama olmadığına eminim. Bu çocuk annesinden, babasından kaçıp tüm zamanını bu adamla geçirmek istiyordu. Bir çocuk saflığında söylendiğinde o kelime problem olmamalı. Kırmızı liste çıkartmak biraz bizim yetişkin kolaycılığımız…” Bu e-posta dil temizliğinde bazı kelimeleri karantinaya alma ya da hepten silme fikrimi gözden geçirmeme neden oldu. Kelimelere anlamları yükleyiş biçimimizde bağlam çok önemliydi. Ancak bazı söylemlerin temelini de çocuk yaşlarda atıyoruz ve onları daha sonra çok zor değiştiriyoruz. Belki de…
Dil ideolojiktir. Peki ya haber dili!
Ama aynı e-posta üzerinde durduğumuz hassasiyetimizi de tetikledi. Medyada trans birey haberlerinin veriliş biçimi… Trans birey haberlerinin çoğu toplumun olumsuz duygulanımı körüklüyor. Bunda haberin veriliş biçiminin etkisi büyük. “Haber değeri” vurgusunun trans bireyleri yalnızca seks içsisi olarak görme ve bunu öne çıkarmaktan ibaret olması dikkat çekicidir. Haberlerin dilinden, trans birey isimlerinin açıklanmasına, kullanılan fotoğraflara kadar yapılan her şeyde kişi hak ve özgürlüklerine karşı ciddi bir özensizlik hemen göze çarpmaktadır. Dil ideolojiktir. O güne dair kullanılan sözcükler, kalıplar da bunun işaretçileridir. Ancak dili ötekileştirilenin lehine esnetebilmek mümkündür. Bu yapılmadığı takdirde ırkçı, cinsiyetçi, homofobik söylemlerden kaçınmak mümkün değildir.
Yorumlar (0)