Yeniden Çiğdemim Bostanı Ankara’nın Merkezinde Bir Kent Bahçesi Güliz Karaarslan - Neslihan Ayvaz 1980’lerden günümüze artan bir ivmeyle ancak şekillenen çevre ve doğa koruma mevzuatımız ve ilgili yönetim mekanizmalarımız, son 10 yılda doğanın bir metakaynak olarak algılanmasıyla -doğal varlıkların korunması yönünde değil de- aşırı ve sınırsız kullanımın önünü açacak düzenlemeler şeklinde kendini göstermiştir. 2011 genel seçimlerinin ardından doğayı korumakla mükellef Orman ve Su İşleri Bakanlığı lağvedilip de yerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı adı altında iki yeni bakanlığın kurulmasıyla ciddi bir yetki karmaşası başlatılmıştır. Bu karmaşa bir yandan doğa korumaya ilişkin şu ana kadar elde edilen tüm kazanımların aniden yok olmasına yol açmakla birlikte bir yandan da yatırımcıların dört gözle beklediği düzenlemelerin herhangi bir engelle karşılaşmadan hayata geçirilmesinin önünü açmaktadır. Bugünlerde kamuoyunda sıklıkla gündeme gelen Su Kanunu Tasarısı, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı, Yeraltı Suları Hakkındaki Kanun’da yapılan değişiklik, Enerji Piyasası Kanunu’nda yapılan değişiklik ve Korunan Alanlar Yönetmeliği’nde yapılan değişiklik gibi hükümetin tekelinde gerçekleşen düzenlemeler sonrasında ülkemiz doğasını karanlık bir gelecek beklemektedir.
Konuya açıklık getirmek üzere, tüm bu düzenlemelerin yol açacağı değişimlere aşağıda HES’ler üzerinden somut bir örnek vermek uygun olacaktır; Doğayı katleden HES projelerinde alınan Yürütmeyi Durdurma ve iptal kararlarını işlevsiz kılmak için mevzuatta yeni bir operasyon gerçekleşiyor. Doğanın aleyhine ve şirketlerin lehine yürütülen bu büyük mevzuat ve hukuk operasyonunun bir ayağı olan Enerji Piyasası Kanunu şu anda Meclis’te görüşülüyor. Bugüne kadar doğayı yok eden projelere karşı, Yargı birçok kez yürütmeyi durdurma kararı verdi. Yürütmeyi durdurma kararlarının temel iki koşulu var: hukuka aykırılık ve telafisi imkansız zararların oluşması.
Geçtiğimiz ay Meclis’te görüşülen Enerji Piyasası Kanunu’nun geçici 14. Maddesi, mahkeme kararları ile iptal edilip durdurulmuş bile olsa, HES inşaatında geri dönülemez bir noktaya gelinmiş olması ve kamu yararı görülmesi bahanesiyle, bu inşaatların devam etmesini yasal güvence altına alıyor. Yürütmeyi durdurma kararlarının HES şirketlerine engel olmasının önüne geçilmek isteniyor. Kamu yararından kastın şirketlerin yararı olduğu zaten fazlasıyla aşikar. Doğanın aleyhine ve şirketlerin lehine yürütülen bu büyük mevzuat ve hukuk operasyonunun bir diğer ayağı ise İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda geçtiğimiz aylarda yapılan değişiklik. Yapılan değişiklikle yürütmeyi durdurma kararı için idarenin savunmasının alınması ve bilirkişi raporlarının oluşturulması şart koşuldu. Yani yürütmeyi durdurma kararı alınana kadar 8-10 aylık bir sürenin geçmesinin ve bu arada HES inşaatının devam edebilmesinin yolu açıldı. Enerji piyasası kanunundaki değişiklik ile bu süre içinde çalışmaya devam eden şirketler, yürütmeyi durdurma kararına rağmen, inşaatın geri dönülemez bir noktaya gelmiş olduğunu iddia ederek, çalışmalarına yürütmeyi durdurma kararından sonra bile devam edebilecekler. Bu düzenlemeler yürütmeyi durdurmanın hukuka aykırılık temel şartını bertaraf ederken diğer temel şartı yani telafisi imkansız zararların oluşması koşulu da unutulmuyor.
Gerçek adı Doğayı Katletme Yasası olması gereken Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı bu konuya da el atıyor. Tasarı tüm yatırım projelerinde doğaya zarar verilse bile şirketlerin bu zararı gidererek alanı doğal veya en yakın haline getirmesini öngören bir madde içeriyor. Böylece zarar vermenin önü açılıyor ve bu arada telafisi imkansız zararların da kategorik olarak mevzuattan kaldırılması hedefleniyor. Yani tasarı böylelikle yürütmeyi durdurmanın diğer ayağını da yok ediyor. Sonuçta, tüm bu düzenlemelerle doğanın yaşaması için bugüne kadar kazanılmış birçok hukuki mücadele işlevsiz bırakılıyor ve yenilerinin de önü kapatılıyor.
Yorumlar (0)