Geçen yüzyılın kent ve toplum tarihinde, özellikle kent içi ulaşımda dolmuşların özel bir yeri olmalı. Ankara, İstanbul gibi büyük ve büyükçe kentlerin yakın geçmişini “dolmuş” üzerinden okumaya çalışmak öğretici olacaktır. Kent içi ulaşımda aynı yöne gidecek olanların küçük araçları, özellikle otomobilleri ortaklaşa kullanması sadece bize özgü bir şey değil, diğer ülkelerde de görülüyor. Örneğin 1914’de Amerika’da dolmuş işlevini gören “jitney”ler kısa sürede çoğalıyor ve sayıları 60 bini buluyor. Ama tramvay ve otobüs şirketlerinin karşı çıkmasıyla birkaç yıl içinde ortadan kalkıyor “jitney”ler. 1970’lerde petrol krizinin etkisiyle zengin Batı ülkelerinde bile dolmuşun yeniden ortaya çıktığı görülüyor.
Yoksul ülkelerde daha yaygın kullanılıyor dolmuş. Manila’da 2. Dünya Savaşı sonrası savaş artığı ciplerin allı pullu boyanarak dolmuş yapıldığı ve bunların “jipney” diye adlandırıldığı anlatılıyor. Dolmuş türü araçlara Kenya’da “matatu”, Gana’da “tro tro”, Kongo’da “fula fula”, Haiti de “tap tap” deniliyormuş. Göreli olarak daha gelişmiş ülkelerde genellikle bir taksinin aynı yöne gidecek yolcular tarafından paylaşılması şeklinde uygulamalar var. Böyle kullanımlar Arjantin’de “collectivo”, Meksika’da “taxi collectivo”, Cezayir ve Kanada’da “taxis collectifs” diye adlandırılıyor. Atina’da taksiler benzeri şekilde çalışıyor.
Bizde dolmuş ilk kez ekonomik krizin dünya ölçeğinde etkisini duyurduğu 1930’larda İstanbul’da görülüyor. İlk dolmuşlar Nişantaşı – Eminönü arasında çalışmaya başlıyor ve giderek yaygınlaşıyor. Dolmuşun Ankara’ya gelmesi 1940’ları buluyor ve ilk dolmuşlar Ulus – Bakanlıklar arasında ulaşımı sağlıyor. Bu dolmuşlar savaş öncesinin Amerikan otomobilleri ve ek oturma yerleri “stropente” eklenmesiyle taşıyacağı yolcu sayısı artırılmış, muhtemelen bazıları zamanında “resmi makam aracı” olarak kullanılmış araçlar. Ulus – Bakanlıklar dolmuşları varlığını 1970’lere kadar sürdürdü. Ankara’nın eski merkezi ile yeni merkezini birleştiren bu dolmuş hattı ve bu hatta çalışan eski haşmetli siyah otomobiller sanırım 1970’lerin sonuna doğruydu, ortadan kalktı. Ulus’tan geçen Çankaya – Aydınlıkevler dolmuşları yolculara daha cazip geliyordu anlaşılan. Dolmuşçular da böyle uzunca bir hatta kısa mesafelerde “indi – bindi” yapan yolcuları tercih ediyor olmalıydılar.
1960’lara gelindiğine, Ulus’tan Yenimahalle, Etlik, Keçiören gibi çevre yerleşmelere çalışan dolmuşların dışında Kızılay merkezinden geçen birbirine dik iki ana dolmuş hattı etkindi. Bir hat Çankaya - Aydınlıkevler, Subayevleri arasında, diğer hat ise Bahçelievler – Cebeci, Dikimevi, Dörtyol arasında çalışıyordu. Bu hatlardaki araçlar gene Amerikan malı “steyşın”lardı, ülkesine dönen Amerikalı personelden alınmış olduğu söylenirdi. “Emperyalizm yadigârı” bu araçlara sonradan sosyalist dünyadan, Çekoslovakya’dan gelen Skoda’lar eklendi. Skoda’lar ucuzluğu ve dayanıklılığı nedeniyle dolmuşçu esnafı tarafından tercih edilmesine karşılık, özellikle arka tekerleklerinin içeriye alınmış olmasından dolayı yolcular için pek de rahat değildi. Hele şoförlerin “arkayı üçleyelim” uyarısı can sıkıcıydı.
Ama ister istemez yolcular arasında fiziki ve sosyal yakınlaşmayı sağlıyordu bu sıkışıklık. Belki Skoda’lar bu yönüyle “sosyalizm”in bize olumlu katkılarından biri olarak görülebilir (!). Kent yaşamında dolmuşun bugüne kadar izlediği sürece baktığımızda başlangıçta paylaşılan otomobil / taksilerin zamanla belirli bir ölçek büyümesiyle yerini minibüslere, giderek midibüslere ve “halk” otobüslerine bıraktığını görüyoruz. Bu aynı zamanda küçük girişimcilerin zamanla yok olmasına da paralel bir gelişme. Bu arada metro, metrobüs gibi kentsel toplu taşıma sistemlerinin ağırlık kazanması ayrıca önemli bir olgu. Dolmuşu anlatırken, dolmuş şoförlerinin yolcularla ilişkilerini, onların toplumsal konumlarını, 45’lik plaklardan veya Polis Radyosundan dinledikleri müziği, dolmuş yolcularının şikâyetlerini, kimlerin dolmuşu tercih ettiğini de anlatmak gerekir. Sadece dolmuş şoförlerini ve yolcuları değil, belli başlı dolmuş duraklarındaki çığırtkanları / kâhyaları / değnekçileri de anlatmalı.
Bu arada plaka ve hat sınırlaması, plaka satışı, dolmuşçuların örgütlenmesi, dolmuşçu – iktidar ilişkileri gibi ciddi konulara değinilmezse dolmuşun öyküsü eksik kalır. “Dolmuşun Öyküsü” , ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri İlhan Tekeli ve Tarık Okyay’ın 1980’de yayınlanan ve bu başlığı taşıyan kitabında ayrıntılı bir biçimde anlatılmış.
Kitap, sadece dolmuşun öyküsünü anlatmakla kalmıyor, her gün yaşadığımız olguların, toplumsal, politik ve ekonomik içerikleriyle nasıl ele alınabileceğinin çok başarılı bir örneğini ortaya koyuyor. Kentbilimciler, toplumbilimciler ve genel olarak kentle ilgilenen herkes için bugün de başvurulması gereken bir kitap “Dolmuşun Öyküsü”. Kitapta yer alan Ankara’daki dolmuşlara ilişkin veriler, 1974 yılında ODTÜ Şehircilik Bölümü öğrencilerinin yaptığı bir yaz çalışmasında toplanmış. Bir zamanlar üniversitelerdeki eğitim ortamını yansıtan bu yönüyle de dikkate alınması gereken bir kitap “Dolmuşun Öyküsü”. Kitabın yazarlarından Tarık Okyay’ı sevgiyle anmadan geçmeyelim. Üstün niteliklere sahip duyarlı bir insan, son derece yetenekli bir bilim adamı olan Tarık Hoca ne yazık ki çok genç yaşta aramızdan ayrıldı.
Bu kitap sanırım onun son yayını. Daha önce 1976 yılında İlhan Tekeli ve Yiğit Gülöksüz ile birlikte yayınladıkları “Gecekondulu Dolmuşlu İşportalı Şehir” başlıklı kitabın da yakın dönem kentleşme tarihimizde önemli bir çalışma olduğunu ekleyelim.
Yorumlar (0)