Reistokrasi, İktidara Mecbûriyet, Rekabetçi Otoriterlik, İmamoğlu’nun Tutuklanması
Nerede kalmıştık? Kusura bakmayın, biliyorum, bu yazıda sizi biraz sıkacağımı tahmin ediyorum ama kendimi daha iyi ifade edebilmek için buna ihtiyacım var. Erdoğan’ın iktidara mahkûmiyeti ve mecbûriyeti üzerine sohbet ediyorduk; oradan devam edelim. Ben, geçtiğimiz haftaki tutuklamalarla -İmamoğlu ve arkadaşlarının başına gelenlerle- Erdoğan’ın iktidar mefhumuyla kurduğu ilişki arasında bir rabıta olduğunu düşünüyorum. Yine, 2022 yılında Gazete Duvar’da yazdıklarımdan yardımlar alarak düşüncelerimi özetlemek ve geçen haftaki olaylarla rabıtasının altını çizmek istiyorum; bugün üzerinde yürüdüğümüz yolun taşlarının o tarihlerde döşenmeye başladığının altını daha net çizebilmenin güzel bir yolu bu olsa gerekir.
Altını çizmek istediğim husus şöyle; otoriter bir yönetim kurarak onun kumandasını eline alan bir Erdoğan’dan çok, bir şekilde eline geçirdiği kumandayı bırakmamak için günlük hamleler yapan bir Erdoğan olduğunu; onun otoriterliğinin bir tek adam otoriterliği değil, iktidarda kalmak için etrafından ve toplumdan koptukça yalnız(laşan) adam otoriterliği olduğunu düşünüyorum. Erdoğan, otoriterleştiği için iktidarda kalmıyor, aksine, güçsüzleştiği ve yalnızlaştığı halde iktidarda kalmak istediği, kendini iktidara hapsettiği için otoriterleşiyor. Erdoğan’ın iktidarını çevreleyen, onu kurumsallaştıran meşrulaştıran onun temellerine yerleşen bir otoriterlikten ziyade, onu iktidara zamklayan ve demokratik değişim imkanını zora sokan bir otoriterliğinin olduğunun altını çizmek isterim.
Dün de ifade etmiştim; ben, bu sürecin, reistokrasi kavramı etrafında okunmasını öneriyordum ve reistokrasiyi, yukarıdaki kavramların dışında ve onlara alternatif değil -ancak- onları şerh eden, onları bir anlamda Türkiye siyasetine tercüme eden bir kavram olarak kullanmaya gayret ediyordum. Melez/yarı/sözde/eksik demokrasi ve rekabetçi otoriterlik gibi kavramlar mevcut otoriterliğin şeklini tartışmaya açıyordu; ben, reistokrasiyle, bu noktaya nasıl geldiğimizi analiz etmeye ve onu Türkiye siyaseti içinde bir yerlere koymaya çalışıyordum. Bir anlamda buna, rekabetçi otoriterlik kavramını Türkçede (Türkiye siyaseti içinde) ifade etmeye çalışmak da denebilir. İddiam, otoriterleşmenin membaının Erdoğan’ın iktidar olmanın dışında bir siyasî yaşamı tahayyül edememesi, bu alternatifi tümüyle elinin tersiyle itmesi ile ilgili olduğu yönünde. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, benim derdim otoriterleşmenin (rekabetçi ya da değil) ya da demokrasimizin (sözde, yarı, melez vb.) şekli, biçimi ile ilgili değil, membaı ve fonksiyonu ile ilgili bir tartışma yürütmek. [1]
Unutmadan ilave edeyim, Erdoğan’ın reistokrasisi rekabetçi otoriterizm, otoriter popülizm ya da başka kavramlarla okunabilir mi -neden olmasın. Ben bu okumaların yanlış değilse de eksik kalacaklarını, Erdoğan’ın otoriterleşmesinin otoriteyi ele alması, onu temellük etmesiyle değil, aksine onu elinden düşürmesi, yitire yazmasıyla alâkalı bir otoriterizm olduğunu düşünüyorum; süreci reistokrasi olarak Türkçeleştirmeye çalışmam da bu nedenledir.
Otoriter popülizm elbette ki yeni bir kavram değil. Bu kavram, 1980’li yıllarda Britanya’daki politik ve ekonomik krize bir sağ çözüm getiren Margaret Thatcher’ın izlediği siyaseti açıklamak amacıyla Stuart Hall tarafından geliştirilmişti. Buna göre otoriter popülizm, paradoksal bir biçimde -Gramsci’den ödünçle- popülist hoşnutsuzluğun transformizmine yerleşik olan, demokratik sınıf siyasetinin otoriter ve hükmedici biçimine yönelik bir hareket olarak nitelendirilebilir. Hall’un da belirttiği üzere, otoriter popülizmin temel özellikleri arasında “…güçlü ve müdahaleci bir devlet, kanun ve nizam toplumuna doğru bir yön değişikliği, halk ile iktidar bloğu arasında popülist birlik, kesimsel çıkarlar karşısında milliyetçiliğin benimsenişi ve elit karşıtı bir hareket” yer almaktadır.[2] Bu doğrultuda otoriter popülizm, bir taraftan demokratik sınıf yönetimi görünümünü korurken öte yandan yönetim tarzını daha baskıcı bir yöne kaydırmak için aşağıdan, otoriter niteliklerle popülist mobilizasyonu birbirine bağlamanın bir aracı olarak tezahür eder. İktidar bloğunun üyelerince organize edilmiş olsa bile popülist ideoloji, halka karşı konumlandırılan elitleri hedef alır ve onu inşa eder. Bununla birlikte günümüz otoriter popülizmini anlamlandırabilmek bakımından ERP (Emancipatory Rural Politics) inisiyatifinin tanımını da baz alabiliriz:
Otoriter popülizm, politikayı, halk ile kötü niyetli ve adaletsiz bir şekilde avantajlı konumuna yükselmiş öteki arasında hem yurt içinde hem de yurt dışında sürdürülen bir mücadele olarak betimler. Öteki olana atfedilen gerçek ya da hayalî çürümüşlüğün akabinde “…halkın yararına olacak şekilde kontrolü tekrar ele geçirmek” ve “…ulusu eski büyüklüğüne ya da eski sağlıklı hâline döndürmek” için yapılması planlanan müdahaleleri de meşrulaştırır. Otoriter popülizm, demokratik kurumları kendi üstünlüğünü meşrulaştırmak, gücünü merkezîleştirmek ve muhalefeti ciddi bir biçimde ezmek ya da sınırlamak için kullanıyor olsa bile bu kurumları sıklıkla bozar, içini boşaltır ya da tümüyle ele geçirir. Cezasızlıkla kaynaşmış karizmatik liderlik, kişi kültü ve kayırmacı (nepotism) yönetim otoriter popülizmin ortak özellikleridir.[3]
Sonuç olarak otoriter popülizmler tarihinde yeni bir sayfa açıldığını söylemek mümkün, hatta gün gibi duran bir gerçeklik. Liderlerin kendilerinin demokrasiden nefret ettiği, takipçilerinin de demokrasiden yorulduğu yeni bir ruh halinin -zamanımızın ruh hali- içinde olduğumuz iddia edilebilir, ki bu tespiti son yıllarda daha çok duymaya ve deneyimlenmeye başlamış olduğumuz da öne sürülebilir. Gelinen noktada otoriter popülist yönetimlerin hınç ve öfke dolu kalabalıklara kültürel çoğunlukçuluktan, etnik saflıktan, “Onların doları varsa bizim de Allah’ımız var!” yatıştırmasından başka bir şey veremediği oldukça açık. Daha ilginç ve çarpıcı olansa liderlerin demokrasi nefretiyle kitlelerin hınç ve öfkesinin örtüşmekte olması. Hem de bunun, yoksul halk yığınlarının temel taleplerinin (işsizlik, yoksulluk ve hatta açlık) karşılanamadığı bir noktada kültürel egemenlik, ulusun büyüklüğü, şerefli geçmişin mirası, ötekinin ahlâksızlığı zemininde örtüşmesi.
Ahmet İnsel’in[4] sorduğu soruyu buraya taşıyarak bugünkü sohbetimize, faşizm-popülizm-otoriterizm sohbetine nihayet verelim. İnsel şöyle soruyor: “Bugün Türkiye’de karşımızda faşist bir yönetim, örgütlenme itibarıyla faşist bir parti ittifakı, devlet yapısı olarak faşist bir devlet mi var?” İnsel’e göre “AKP-MHP veya Erdoğan-Bahçeli ittifakının faşizan unsurlar içerdiğini, özellikle total devlet yapısı açısından faşizmin bazı niteliklerine artık sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ama diğer yandan yürürlükteki rejimin 20.yüzyılda klasik örneklerini veren faşizmlerden önemli farkları olduğu da açık. Zaten bu nedenle 21. yüzyılın otoriter rejimlerinin aralarında önemli farklar olmasına rağmen, ortak nitelikleri faşizm olarak değil, popülizm, otokrasi, illiberalizm, demokratur gibi kavramlarla ifade ediliyor.”
İnsel’in AKP-MHP CBHS’ini tanımlamak için önerdiği kavramlara melez rejimler (hybrid regimes), yarı-demokrasiler (semi-democracies), sözde demokrasiler (pseudo democracies), eksik demokrasiler (defective democracies), göstermelik demokrasiler (façade democracies), seçimsel demokrasiler (electoral democracies), modern otoriterizm (modern authoritarianism), delegasyoncu demokrasiler (delegative democracies)ve rekabetçi otoriterizm (competitive authoritarianism) gibi kavramları da eklemek gerekiyor. Tüm bu kavramların bu çalışmadaki reistokrasi kavramının sınırlarını belirlediğini de mutlaka not almak lazım.[5]
Yaşadıklarımız ile ilgili sohbetlerimiz devam edecek. Z Kuşağını, yaşadıklarımızın Gezi Direnişi ile fark ve benzerliklerini de konuşmak zorundayız. Görüşmek üzere…
Keyifli günler…
--
[1] Mete Kaan Kaynar, “Gezi, Çözüm Süreci ve Suriye: Otoriter yönetimin taşları döşenirken...” Gazete Duvar, 11 Temmuz 2022, https://www.gazeteduvar.com.tr/gezi-cozum-sureci-ve-suriye-otoriter-yonetimin-taslari-dosenirken-makale-1572857
[2] Natalia Mamonova. (2019), “Understanding the silent majority in authoritarian populism: what can we learn from popular support for Putin in rural Russia?”, The Journal of Peasant Studies, p.4.
[3] Gürel, Burak., Küçük, Bermal., ve Taş, Sercan. (2019), “The Rural Roots of The Rise of The Justice and Development Party in Turkey”, The Journal of Peasant Studies, p.4.
[4] Ahmet İnsel. (2019, “Faşizan Dil ve Şoven Türk-İslâm Mefkûresi” Birikim, 22.03.2019 https://birikimdergisi.com/haftalik/9415/fasizan-dil-ve-soven-turk-islam-mefkuresi
[5] Bu kavramlarla ilgili olarak Kemal Gözler’den de yararlanarak bir referans listesi sunmak isterim: Jean-François Gagné. (2015), Hybrid Regimes, Oxford Bibliographies. Mehran Kamrava. (1996), Understanding Comparative Politics: A Framework for Analysis, London, Roudledge, s.92-93. Wolfgang Merkel, “Embedded and Defective Democracies”, Democratization, Cilt 11, No 5, Aralık 2004, s.33-58. Ergun Özbudun. (2011), Otoriter Rejimler, Seçimsel Demokrasiler ve Türkiye, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. Fareed Zakarıa. (2018), “The Rise of Illiberal Democracy”, Foreign Affairs, November–December 1997 . Guillermo O’donnell. (1994), “Delegative Democracy”, Journal of Democracy, Cilt 5, Ocak 1994, s.55-69. Steven Levitsky ve Lucan A. WAY. (2002), “The Rise of Competitive Authoritarianism”, Journal of Democracy, Cilt 13, Sayı 2, Nisan, s.52-65 . Jan-Werner Müller. (2016), What is Populism? Philadelphia, University of Pennsylvania Press. Ergun Özbudun. (2015), Anayasalcılık ve Demokrasi, İstanbul: İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları. David Collier ve Stefen Levitsky. (1997), “Democracies with Adjectives: Conceptual Innovation in Comparative Research”, World Politics, Cilt 49, Nisan, s.430-451.
Yorumlar (0)