Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Erman Tamur’dan Ankara’nın Dereleri

Erman Tamur, çok ilginç bir çalışma yapmış. Ankara, ne de olsa akarsularıyla bilinen bir kent değil. Dünyanın birçok büyük kenti gibi, ne bir okyanusun/denizin kıyısında, ne de ortasından bir ırmak akıyor. Oysa bütün büyük kentlerin ortasından bir ırmak akar. Limanları olur, irili-ufaklı iskeleler sıralanır suların üzerinde…

Erman Tamur’dan Ankara’nın Dereleri

Ankara, akarsuları bakımından yoksul bir kent. Dışarıdan gelenlerin üzerine, zaten, bozkır kasveti çökmüşken, bir de, hiçbir biçimde su görememek, akan bir suyun sesini işitememek, Ankaralı olmayanların içini büsbütün karartır. “Su yok. Su sesi yok, tamam. Ama bir göl, bir havuz da mı yok?” diyecek olanlar için, bazı şeyler düşünmüş Ankara. O zamanlar çok uzak olan Gölbaşı ve Eymir ile ilgili değil de, önce AOÇ’deki Marmara ve Karadeniz havuzlarıyla, sonra Gençlik parkında, o zamanın mühendislik harikasıyla muazzam bir havuza dönüşen eski bataklıkla ve hemen o dönemlerde, Çubuk Barajı çevresindeki düzenlemelerle, yapay olarak da olsa, Ankara 1950’lerin başlarında, su oyunları bakımından durumu idare etmeye çalışıyordu. Ancak o zamanlar, dereleri de hala doğal güzergahlarına çok yakın bir mecrada, kentin içinden- kıyısından, sere serpe geçip gidiyordu.

Tamur, başlıca üç akarsuyun adını veriyor: kuzeydoğudan gelen Çubuk, doğudan gelen Hatip çayı ve güneydoğudan şehre yaklaşan İncesu.

Bu suların hepsi de açıktan akıyordu, sadece İncesu’yun bazı bölümleri, açık kanal biçiminde düzenlenmişti. En azından 500 yıldır bu adlarla anılan, üzerlerinden köprüler geçen, bazılarının üzerine bentler kurulan bu sular artık yok… Sadece kuzeyde, Çubuk Suyu’nun bir bölümünü görebiliyoruz biraz. Üzerlerindeki su yapılarını da kaybettik ne yazık ki. Hatta Romalıların yaptığı ve 1930’lara kadar gelebilen, onca yüzyıl işlevini de yerine getirmeye devam eden (ama fotoğra&arda üzeri biraz yıpranmış gibi görünen) bent de yok artık. O bent ki, Hatip Çayı’nın o bölümüne, bulunduğu yere ve Ankara’nın Tabakhane mahallesine sığınmış genelevlerine bile adını vermişti… Hermann Jansen, 1928’de yaptığı planında, Romalılardan aldığı ilhamla belki, oradaki bendi ve çevresini, üzerine bir tramplen ekleyerek, büyük bir yüzme ve rekreasyon bölgesi olarak düzenlemişti.

Bir dereyi kanalizasyon yapmak bir suç mudur? Evet, artık bu tür şeyleri “doğaya karşı işlenmiş suçlar” kapsamında düşünebiliriz. Ama Ankara bu suçu çok işledi. Ankara’nın dereleri, bozkırın yağış rejimine uygun bir biçiminde düzensiz akış rejimleri olan derelerdi. Evet, bazı yıllar taşkın yaptıkları oluyordu. Özellikle İncesu (diğer iki dere, pek de içinden akmıyordu Ankara’nın), 1900’lü yılların ikinci yarısında, kendisini hiçe sayarak üstüne doğru gelmiş olan konut dokusuna zarar verebiliyordu. Bazı baharlarda, taşkınlar, Yenişehir’deki evlerin bodrum katlarının sel sularıyla dolmasına neden oluyordu. Ama bunların, derelerin suçu olduğunu kim söyleyebilir ki? Ancak cezalandırılanlar, Ankara’nın dereleri oldu. Teknelerden yaptığı köprü, bir fırtına ile darmadağın olunca, Çanakkale Boğazı’nı sopalarla dövdüren Pers Kralını gülümsemeyle anıyoruz da, Ankara derelerini, taştıkları için kanalizasyon olmakla cezalandıran mühendislere, politikacılara karşı, bu hafifsemeyi bile, nedense çok görüyoruz.

Acaba şöyle bir Ankara düşünebilir miydik? Ortasından, bazı mevsimlerde çok incelmiş, iplik gibi de olsa akmaya devam eden, bazı mevsimlerde çağıldayan temiz bir suyun aktığı, (Eskişehir’deki gibi, içinde gondolların filan yüzmesi de gerekmez) doğa verilerinin, dere yataklarının saygıyla karşılandığı/ varlığını koruduğu, ırmak kıyılarının, yaya ve bisiklet yolları; parklar, bahçeler, bostanlar olarak düzenlenmiş olduğu bir kent olamaz mıydı Ankara?

Roma Bendi restore edilmiş ve iyi korunmuş olarak, suyu hafif bir barajlamayla tutsa, oradaki dolmuş denizi yerine biraz taze su görebildiğimiz bir küçük göl olsa, köprüler, rüküş olmayan onarımlardan geçirilerek hala kullanımda tutulabilse, dere boylarındaki parklarda, pastaneler, çay içilebilecek kafeler, restoranlar, biracılar filan olsa, yazları gölgelik ve yeşil alanlarda dolaşılabilse, şöyle “Seymenler Parkı kıvamında…” doğanın bazı parçalarının izlerini sürebilseydik, “suda suretimiz çıksaydı” zaman zaman, nasıl olurdu? Bunu şimdi düşünmek bile zor. Bununla beraber, Tamur’un kitabı, bunları düşünebilmemize olanak sağlıyor. Kitap 6 bölümden oluşuyor. Birinci bölümde, Ankara’nı topografyası ve yerleşimi anlatılıyor. Bundan sonraki üç bölümün her biri bir dereye ayrılmış: Hatip Çayı, Bent Deresi, İncesu Deresi ve Çubuk Çayı. Beşinci bölüm, Ankara Çanağına doğru akmakta olan küçük dereleri ele alıyor: Bülbülderesi, Kavaklıdere, Hoşdere, Dikmen Deresi, Kirazlıdere, Cevizlidere ve Kutuğun Deresi. Artık bu derelerin her birini, sadece bir asfalt cadde, ya da semt adı olarak koruyor Ankara. Sonuncu bölüm, bütün bu derelerin birleşmesiyle oluşan Ankara Çayı’nı anlatıyor.

Kitabın sonunda bir de kaynakça ve dizin yer alıyor. Tamur, yaptığı işi her bakımından son derece ciddiye almış. Kaynaklarını bulmuş, görüşmeler yapacağı, ya da arşivlerini kullanacağı kaynak kişileri saptamış, fotoğraf ve kartpostal arşivlerini incelemiş ve 170 büyük boy sayfadan oluşan bu kitabı oluşturmuş. Kitapta çok sayıda fotoğraf, kartpostal yer alıyor ve bazı eski haritalar da var. Ankara kentinin doğası ve onun geçmişi hakkında yapılmış çalışma sayısı o kadar az ki, Ankara Tamur’a, bu kitap için ne kadar teşekkür etse azdır. Nüfusu 3,5-4 milyon olmakla övünen Ankara için bu kitap, sadece 500 adet basılmış. Kitabın tam bibliyografik künyesişöyle: Ermur, 2012, Suda Suretimiz Çıkıyor-Ankara’nın Dereleri Üzerine Tarihi ve Güncel Bilgiler, Kebikeç Yayınları, Ankara.

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış