Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

'Ev İşçileri'nin Hak Arayışı “Toz Bezi”yle Beyaz Perdede

Ankara Film Festivali’nde aldığı ödüller öncesinde Toz Bezi filminin başrol oyuncusu Asiye Dinçsoy, yönetmeni Ahu Öztürk ve kendileriyle birlikte gösterimlere katılan İmece Ev İşçileri Sendikası’ndan Ayten Kargın ile film ve ev işçilerinin hak arayışları hakkında söyleştik.

'Ev İşçileri'nin Hak Arayışı “Toz Bezi”yle Beyaz Perdede

Nasıl başladı sinema işleri nasıl yola çıktınız?
Ahu Öztürk:
Felsefe okudum, daha çok müzik, edebiyat ve estetikle ilgiliydim. Hepsinin senteziymiş gibi geldi içinde yazma-çizme fazlasıyla olduğundan sinemacı olayım dedim! Başta öylesine söylenmiş bir söz gibiydi sonra Mezopotamya Kültür Derneği’nde çalışmaya başladım. Bir taraftan yüksek lisans devam ediyordu. O sıra belgeseller çekiyorduk genelde, birkaç kurmaca film için de çalıştım. Yüksek lisans tezi için bir kısa film çektim. Ardından “Kars Öyküleri“ senaryom yarışmayı kazanınca filmini çekebildim. Sonra yeni senaryolar yazmaya devam ettim.

Toz Bezi’nde seçtiğiniz konu enteresan bir şekilde sinemamızda ana konu olarak kullanılmamıştı, çok kişinin etkileşim yaşadığı, dokunduğu içinde olduğu bir ilişki olmasına rağmen...

Ahu Öztürk: Yapılmış belgeseller var, kurmaca olarak pek yok evet, temsili olarak varlar Zeki Demirkubuz’un Yeraltı filminde hikâyeyi götüren ana kişi olmasa da Nihal Yalçın’ın oynadığı rol mesela.

İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Oyuncu ardından Nürnberg’deki festivalde ödüller aldınız, (söyleşiyi yaptığımız sırada Ankara Film Festivali ödülleri açıklanmamıştı) yurtdışı festivallerinde yolculuğunuz sürmekte, filmin konusu yurtdışında nasıl karşılanıyor, yerel kalıyor mu konu?

Ahu Öztürk: Senaryoyu yazarken, sosyal bilimlere de malzeme öznelerimin olduğunu fark ediyordum. Dolayısıyla sosyal bilimlerin alanına -olgusallık anlamında söylüyorum- giren katmanları vardı hikâyenin. Bu tür katmanları sanat yapına aldığın zaman, sanat yapıtında olduğu için duygu dinamiklerine ilişki döngülerine de bakmak gerekmekte. Senaryo yazım sürecinde, hem o karakterleri dışsal koşullarıyla oluşturmak, hem onların karakter kişilik döngülerine, birbiriyle kurdukları ilişkilerin dinamiklerine baktım ki asıl olan oradaki insani dinamiklerdi. Türkiye’deki bir izleyicinin hissettiği terk edilme hissi, çaresizlik gibi şeylerse bunun yerelliğinden söz edemeyiz. Sadece karakterlerin buralı olmasından bahsedebiliriz.

Ankara’daki ilk gösterim sonrası söyleşide size gelen sorularda, filmi beğenmelerine rağmen -hoşlarına gitmeyen kısım- vurgusuyla filmdeki karakterlerin aidiyetlerine dair sorular duydum, maruz kalıyor musunuz, bu tür sorular geliyor mu hep?

Ahu Öztürk: Tabii ki karşılaşıyoruz, tam yara aldığım yer orası! Film döngüsel bir şekilde seyirciyle bağlantı kurmasının ardından sorular geldiğinde bu yaralanmayı bir daha yaşıyorum. Yani benim ilk bu meseleyle ilgili, özellikle -Kürtlük ve orta sınıf ilişkisine dair- aldığım yara tam da böyle bir yara. Yani tekrar üretmiş oluyorlar yarayı. Benden böyle bir saklama talep ediliyor...
Tekrar aynı döngüler içinde gibiyiz ne zaman kırılacak bilemiyorum. Ankara’daki seyirci için şunu çok net hissettim, daha önce bu kadar hissetmemiştim, peş peşe sordular “çok iyiydi, çok gerçekti vs.” -muhtemelen oradaki kahramanlarla özdeşlik kurmuşlar- ama Kürt olması rahatsız etmiş sadece, bunu yediremiyor olmasından bana soruyorlar bunu “niye bu karakteri Kürt yaptın, hâlbuki ne güzel hissetmiştim...” diye!

Ayten hanım, siz ev içi temizlik işçilerinin hakları konusunda bir ilki gerçekleştirip işvereninize dava açtınız. Hak arama süreciniz, İmece Kadın Dayanışma Derneği’yle tanışmanız ve İmece Ev İşçileri Sendikası’nın kurulma süreçleri nasıl başladı anlatır mısınız?

Ayten Sargın: İmece’nin varoluşu 2006’lara dayanıyor, bir grup kadın önce ev içi emek üzerinden incik- boncuk gibi işler için yola çıkıyorlar. Sonra İmece Kadın Dayanışma Derneği kurulmuş. Kendi başına gelmeyince arayışa girmiyorsun, ben 13 sene bir evde çalıştım, eşim çok ağır hastalıklar geçiriyordu, by-pass ameliyatı falan... Haftanın beş günü gidiyordum temizliğe, bu sebepten daha az gitmek durumunda kalınca “geldiğin gün gündelik alırsın paranı...” demişlerdi. Bunun üzerine 3 ay gitmedim küstüm, işverenim benim evime gelip “biz senin düzenine alıştık, gel tekrar” dedi. Gelmediğim günler için yerime apartmanın kapıcısını almışlardı. Bir gün sen bir gün o gelir dediler. Dara düştüğüm zaman beni zor durumda bırakmışlardı, hâlbuki kardeş gibiydik iyi anlaşırdık. Ben dava açtım ve kazandım şu an dava Yargıtay’da.

Ahu hanım siz takip ediyor muydunuz İmece Derneğinin yaptıklarını?

Ahu Öztürk: Evet başından beri gidip geliyordum, onlar beni bilmiyordu ama gidip izliyordum toplantılarını ve yaptıklarını.

Ayten hanım Türkiye’deki konuyla ilgili ilk dava oldu sanırım?

Ayten Sargın: İmece Ev İşi Sendikası dâhil olduğum süreç öncesinde 13 sene emek vermiştim, ne olacak durumum diyerek arayışa girdiğim sıralar Ali Tezel’in yazılarını takip ettim. Torunum öğretmişti, internete “ev işçileri” diye arama yaparken İmece’nin sitesini buldum. Aradım önce kapalı sandım kimse çıkmadı telefona, heyecanımdan bayramda aradığımı fark etmemiştim! Tanıştığımda çok heyecanlandım, mutlu oldum ben burada olmalıyım burada mücadele etmeliyim dedim, yerimi bulduğumu düşündüm. Devam eden süreçte beraber sendika kurmak için 30 kadın bir araya geldik başvurduk, önce reddedildi, sonrasında kabul edildi. Devlet, sendika için sigortalı olmamızı şart koşuyordu, işin ilginci bizim mücadelemiz de sigortalı olabilmek içindi... Kendi ceplerimizden parayı ödeyip sigortalı olduktan sonra kurabildik sendikayı.

Siz oyuncu olarak nasıl hazırlandınız, gözlemleriniz neler oldu ev içi temizlik işçilerine dair?

Asiye Dinçsoy: Oyunculukta karakter çalışırken salt mesleği üzerinden çalışmıyoruz, o karakterin çevresiyle kurduğu ilişki, geldiği yer, duyguları hepsi bir bütün. Temizlik işçisi kadın nasıl davranır nasıl konuşur kısmındaysa, onlarla zaten çok fazla karşılaşıyoruz, sokakta görüyoruz. Rol için Zazaca konuşmam gerekiyordu o iş için çok mesai harcadım, hem dili bilmiyorum hem de farklı bölgelerde farklı şekilde konuşuluyor. Bir arkadaşım yardımcı oldu onunla çalıştım, 1,5 yıl boyunca karşılıklı Hatun karakteri -Nazan Kesal- ile provalar yaptık. Senaryo destek oldu bana hazırlanırken, Ahu iyi biliyordu karakterleri, çok yardımcı oldu zaten çok hâkimdi karakterlere. Nesrin karakteri ben izlerken oynayan kendim değilmişim gibi hala içim paramparça oluyor!

Filmdeki erkekler hep tembel, çok tembel ama!! Ahu Öztürk: Bunu duyuyoruz, Ayten abla sen söyle

abartmış mıyız?

Ayten Sargın: Baktığımda oradaki erkek karakteri eşimin rahatlığında aynı benim kocam yani, Asiye’yi kendim gibi gördüm direk! (kahkahalar...) Kadın kendi evini temizler kahvaltıyı, çocuğu hazırlayıp hızlı hızlı dışarı çıkar. Çalıştığı eve gider ve aynı şeyleri tekrar yapar büyük iş gücü yani. Futbolcu antrenman yapar ya, biz de kendi evimizde antrenman yapıp sahaya çıkar gibiyiz, yemek yapmak için alışverişi de sen yapıyorsun çalıştığın evde de ev işçileri yapar genelde o da bir iş... Bu film çok gerçekçi göstermiş olan biteni, yaşadıklarımızı.

Filminizdeki müzik kullanımı da dikkatimi çekti, ortam müziği kullanmışsınız sadece?

Ahu Özürk: “Şimdi bak duygu vericem sana” diyerek müzik kullanımı bana göre değil. Eğer sen o sahnede kendi dinamiğini, bir önceki sahnenin dinamiği içinde o duyguyu hikâyeye taşıyamamışsan ve bunu dışardan müzikle vermeye kalkıyorsan eksik bir şeyler zaten vardır. Filme özel müzik yapılmadı var olan müziklerden kullandık, senaryoyu yazarken dinlediğim Tevlihev Project var düğün sahnesinde mesela.

Terk edilmiş karakter ana karakteriniz filmde bir de terk eden var tam olarak sebebini bilmediğimiz...

Ahu Öztürk: Gitme sebeplerine, birinin gidişi yerine kalanın durumuyla ilgilenmek istiyorum. Kayıplarımız, farkında bile olmadığımız kayıplarımız var, vedalaşamadığımız. Babamdan bana aktarılmış gidenin ardında kalan hikâyeler vardı etkilendiğim. Gidenin niye gittiği sadece iz düşüm olsun diye tercih ettim, seyirci isterse cevaplasın benim için kalan nasıl vedalaşır ne yapar oraya bakmak istiyorum.

Gereksiz diyaloğun olmadığı bir film yapmışsınız bize gereksiz uzatmalar izletmiyorsunuz, filmin sonundaki harika uzun plan hariç. Tebrikler ve yolunuz açık olsun!

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış