Cemaatle rekatlar boyu yatıp kalkan Gençlerbirliği Salih de yattı kalktı, yattı kalktı da, dördüncü rekatın sonunda imam sağına baktı, gençler orda; imam soluna baktı, Salih yok. Kendi isteğiyle oyundan çıkan topçular gibi olmadı ama kendi hevesiyle namazdan kaçan çocuklar gibi gitti Salih. Gol kadar sevinç olmuşsa da bu, yine de sevap sayılmadı Salih’e. ‘Oooo kalan onaltı rekata kadar ben onaltı gol atarım’, diye düşünüp fırlayıp kaçan Gençlerbirliği Salih’i, dördüncü rekat sonrasında gören kalmadı.
Bu Ankara, yıllar boyunca eğildi kalktı, eğildi kalktı da; Salih ne zaman niyetlense, ne zaman imama uyacağına söz verse, böyle bırakıp kaçtı itikatlı arkadaşlarını. Ankara, imamına da, imanına da her daim uyacağına söz verip dumanına şükürler etse de; Salih ne hayırlı olabildi, ne dinine uyabildi, ne iyi iş oldu, ne işe yaradı. Hatta bazı sözlüklere göre: ne uygun, ne de elverişliydi. Mahalle arkadaşlarıyla, bazen akşama kadar, bazen akşamdan sonra, hayali bir Gençlerbirliği futbolcusunun ruhunu içine, formasını üstüne giyinerek atacağı gollerin hayalini kurar, bazen üzerinde kırmızı/siyah renklerin olduğunu unutup attıkları gollere Messi, atamadıklarına Ronaldo olurdu Salih.
Apartmanın giriş katında hem apartman toplantısı yapılsın, orada insanlar sohbet etsin çay içsin diye ayarlanan “Sosyal Tesis”in önünden geçerken Gençlerbirliği Salih, cemaati rükûda görünce; camdan içeriyi kolaçan edip, usulca kendisini arayan gözlerin olup olmadığına baktı. İçeriden gelen “Semi’allahu” sesini duyar duymaz ortadan kayboldu. Cemaat topluca doğrulunca, Salih de apartmanın önündeki topu menziline doğrultup aşağı mahalleden arkadaşlarıyla yapacağı maç yerine gidiyordu. Gidene kadar paslaşmadığı duvar, ayaklarının mutluluktan topla yapmadığı hareket kalmadı. Coşkuyla koşulan herşeyde olduğu gibi yorulmadı, Salih. Bir nefeste vardı sözleştikleri yere: “Burada mı oynuyoruz...Haydi o zaman.”
Salih maça öyle bir başladı ki, sanki keyifli bir fıkra anlatır gibi ya da iştahla çok sevdiği bir yemeği yer gibi oynuyordu. Rakip takımın oyuncularını öyle bir geçiyordu ki, önüne
bisiklet çıksa iki tekerinin arasından, araba çıksa sanki üzerinden geçecek gibiydi. Güle oynaya gidiyordu. Okulda, evde, mahallede, ekran başında, buralarda, tek sevinçle yaptığı şeyi yapıyordu şimdi. Kalbindeki sevinci, bilmem kaç sefer top değmiş yüzünde görebilirdin Salih’in; bir tarafı mutluluğun kırmızısı, öte yanı muzip bir sevincin karasıyla kaplıydı.
Ankara’nın yorgun pazartesi akşamı, ligin 1. haftası, akşam haberleri, aile içi telefon görüşmeleri bitti de; evin önünden gizli gizli araba kaçıran ehliyetsiz, ‘sakız satmaya gidiyorum ben’ deyip koca Ankara’da kaybolan çocuk, bisiklet üzerinde akrobatik hareketlerle kendinden geçen artist Gençlerbirliği Salih’in maçı bitmedi o gün. Kimin aklına gelirdi ki maçın içinden usul usul beyaz bir toros geçecek. Kimin aklına gelirdi ki: Salih, gıdım gıdım köşe bucak saklanacak. Sonrasında kestirmeden site içine sıvışıp arabadan önce hanesine varmaya çalışacak. Üstü başı sırılsıklam, yüzü gözü toz toprak, dizleri yırtık okul pantolonuyla. Varamadı Salih “Biz adalet istiyoruz değerli arkadaşlarım. Gadre uğramış insanlar, zulme maruz kalmış milletler, yoksulluğa itilmiş topluluklar, masum siviller ve çocuklar için adalet istiyoruz.” Sosyal Tesis’in üst katındaki evlerinden duyulan haberlerde Büyüğ-ü Devlet, Neslin-i Altın ant içiyordu ekranlarda. Salih’in ise bir bardak su içmeye ihtiyacı olduğunu gören olmadı. Site imamı dönüp arkasına gençlerdeki birliği kontrol etti. Tamamdı. ‘Ey iman edenler, iman ediniz’ buyruğuyla bir kısım erkek, vitr namazına geçti. Yandaki apartmanın bodrumuna doğru, ikinci kattaki evlerinin penceresinden sitenin içerisine televizyondan gelen haber sesine eşlik eder vaziyette yaka paça sürüklenen Salih’i hiç gören olmadı.
Demir kapı kocaman kapanınca üzerine “gümb!” diye öylece kalakaldı Salih. Beklemedi böyle bir şey. Nice uyarılardan, sözlü ikazlardan, arkadaş kavgalarından, gözleri ateş topu suratlardan, yumuk parmaklarına inen cetvellerden, yaramazlığından illallah etmiş çevresinden geçti de; lambasız bir bodruma konulup kendisinden kurtulmak isteyen hayata küsmekten geçemedi. Bir kaç dakika sessiz kaldı. ‘Şaka’ diye düşündü. Kapının sürgü sesinin bodrumda bıraktığı sessizlik, on onbeş saniye sonra derin bir yalnızlığa dönüşmüştü bile. Dayanamadı daha fazla, bastı çığlığı Salih. Feryatlarının peşi sıra, kapının açılacağını sandı.
Çocukluğun mutlu golleri eve gecikince, bazen yüzünde bir bir iptal ediliyor, o özgür yaramazlıklar, işten eve dönen bir ‘şey’e çarpınca; gizli bir bilgiyi biriktiriyor olsa da; zaman, Kırmızı Siyah okşuyordu şu hayatta başını. 19 Mayıs’a gidip gol beklerken, gerçekten güzel bir şey bekliyor; cesaret, topçularına tıraş olun da maça çıkın diyen efendi iktidarlara nanik yapıyor, Alkaralar’ı sevince, insanın içi, ılık bir Ankara Rüzgarı gibi güvenle doluyor. Kendini ispatladığın o çocukluk ruhuna taşın üstünde oturup seni izleyen bir kız çocuğu, alkış tutuyor. Bazen geçmiş nasıl dilleniyorsa, gelecek olan Salih de öyle dilleniyordu: Vicdanınla açtığın o demir kapıdan çıkıp sığındığım mahallede yıllar önce attığım goller için şimdi sarılacağım boyun nerede?
Baba.
Yorumlar (0)