Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Hacıbayram’da Bir Karşılaşma: Semerkant Çay Evi

Hacıbayram’da Bir Karşılaşma: Semerkant Çay Evi

Üzerinden fotoğraf makineleri, bilgisayarlar sarkan, giyinişi, duruşu, saçının-sakalının uzunluğu, hali-tavrı ve yaşama biçimi, hayatta nelere değer verdiği çok açık bir grup insan olarak, Hacıbayram’daki küçük çarşının o kare meydancığından geçerek, Eti Zafer Sokak üzerindeki o çok minicik kahveye ulaştığımızda neler oldu? Öncelikle biz, o sokağın, o çarşını, o kahvenin insanı değiliz; bu çok açık. Biz bunu gizlemiyoruz ve kendimiz gibi olarak, bir yandan da, gördüklerimizi anlamaya çalışarak ve orada karşılaştıklarımızla arkadaş olmaya çalışarak, yeni dostlar edinmeyi isteyen bakışlarla dolaşıyoruz. Ama bunu belki sadece biz biliyoruz. Bizi karşıdan görenin, bizi tanımayanların bunu böyle görüp değerlendirmesini ne kadar zor olduğunu da biliyoruz.

Saçımız-sakalımız, alışılmışın dışında görüntümüzle kahveye gittiğimizde ve onun küçücük oturma terasına yerleşmeye çalıştığımızda, orada oturmakta olanlar hemen, olmayan bir yeri bizim için yarattılar ve geniş bir yer açtılar.

Hacıbayram Kebapçısı’nda yemeğimizi yedikten sonra, çayımızı içmek için, arka sokaktaki kahveye gitmeye karar verdik. Çünkü Onur’la daha önce de gitmiş ve oradaki insanların bizi ne kadar dostça karşıladığını görmüş ve bundan çok hoşlanmıştık. Saçımız-sakalımız, alışılmışın dışında görüntümüzle kahveye gittiğimizde ve onun küçücük oturma terasına yerleşmeye çalıştığımızda, orada oturmakta olanlar hemen, olmayan bir yeri bizim için yarattılar ve geniş bir yer açtılar. Birçok insan ayağa kalktı ve kendi değerlerine göre karşı uçta olan bu insanların görünüşüne, haline-tavrına hiç aldırış etmeden, kendi küçük sekilerini, son derece dostane bir tavırla bize ikram ettiler. Hepimiz, bu küçücük yerde oturacak geniş bir yer bulduk ve oturduğumuzda, hemen yanımızda oturan diğer kahve müdavimleri, sırayla “hoş geldin” demeye başladılar. Bu hoşgeldinlerdeki içtenlik, gerçekten çıplak gözle görülecek kadar açıktı, ama asıl gönül gözüyle çok daha derinini görebiliyordunuz. Bizi buyur ettiler ve gerçekten hoş karşıladılar. Bu selamlaşama faslından sonra, biz kendi aramızdaki konuşmalar döndük ve neredeyse tamamlanmış olan Hacıbayram restorasyonun iyi ve kötü yanları, ama genellikle mimari detayların, ne kadar başarılı veya başarısız olduğu üzerinde konuşmaya başladık. Upuzun ve ince telli sakalı rüzgarda dalgalanan kahve sahibi geldi ve bize ne içeceğimizi sordu. Hepimiz çay istedik ve gerçekten çok güzel, kokulu ve demli tavşankanı birer çay geldi önümüze tertemiz bardaklarda. Yine kendi aramızda konuşarak çaylarımızı içtik. Daha sonra çevremizdekilerle çok fazla alış-verişimiz olmadı sayılır. Kalkmak zamanı geldiğinde parayı ödemek için içeri girdim. Kahvenin sahibi, dipte, kahve ocağının yanında oturuyordu. Borcumuzu sordum. “borcunuz yok” dedi. Belli ki bu çayları bize ikram etmeye karar vermişti. Artık ne söylediysem fayda etmedi. Para almadı bizden. Bize tam olarak itibarlı bir misafir muamelesi yapmışlardı. Üstelik sadece kahvenin sahibi değil, kahvedeki herkes böyle davranmıştı. Bizi çok mahcup etiklerini, çok müteşekkir kaldığımızı, parayı ödeyememekten dolayı rahatsızlık da duyduğumuzu defalarca söyledik. Ama çok az sözle, bunun böyle olacağını ifade etmişlerdi zaten. Teşekkür edip ayrıldık. Ayrılırken, kahvedeki herkese, bize yer açanlara ve sekilerini bize ikram edenlere tekrar teşekkür ettik.

Eğer cübbeli, takkeli, tespihli bir grup erkek, kentin bizim yaşadığımız güney cenahına, diyelim ki, şimdi oturmakta olduğumuz Kızılırmak sokaktaki bir kafeye gelse ve o kalabalığın içinde kendine bir yer bulmaya çalışsaydı, hem kafe sahibi, hem de diğer müşteriler, bu kadar içten bir ağırlama yapabilir miydi, yapmak mister miydi acaba?

Dönüş yolunda aramızda konuşmaya devam ettik. Eğer bizim karşıtımız dış görünümü olan, yani cübbeli, takkeli, tespihli bir grup erkek, kentin bizim yaşadığımız güney cenahına, diyelim ki, şimdi oturmakta olduğumuz Kızılırmak sokaktaki bir kafeye gelse ve o kalabalığın içinde kendine bir yer bulmaya çalışsaydı, hem kafe sahibi, hem de diğer müşteriler, bu kadar içten bir ağırlama yapabilir miydi, yapmak mister miydi acaba? Bütün bu olanlar, kentteki temel yarılma, hemşeriler olarak bizlerin önyargılar, dış görünüşün manifestolarına verilen değerleri önemseme içgüdüsünü yenmekteki engellerimiz ve insandan önce ideolojik simgelerin söylediklerini önemsemekte (ya da önemsememekteki) tutumumuz bakımından, son derece düşündürücüydü. Oradaki hiç kimsenin bizi, yani orada oturmakta olanlara hiç uymayan ve dışarıdan bir kuyruklu yıldız çarpması gibi gelmiş bir grubu, bu kadar insanca ve rahat ettiren ve ona değer veren bir yaklaşımla karşılamasının, şöyle bir açıklaması olabilir: O kahvede oturanların değer yargılarının, ya da bilgeliklerinin, diğer insanlara karşı ayrımcı bir yaklaşımla ilişki kurmayı ya da kesmeyi söylemiyor olması… Yani, her haliyle farklı olduğu aşikar olan insanlara karşı bile, bir önyargıyla yaklaşmadan, o insandaki insanı görmek isteyen ve buna değer verebilen geniş bir yürekliliğin, nerdeyse şaşamaz bir tutum olarak benimsenebilmiş olması… Belki bunun da bir sınırı vardır ve her türlü farklılık, bu kadar kolay kabul edilmiyordur. Öyle olsa bile, bu, olağanüstü bir bilgelik. Bana, yani farklı olduğu belli, ama bilinmedik bir insan olarak bana, öncesiz ve koşulsuz, insani bir el uzatılıyor. Bana bir insan olarak, öncesiz bir saygı gösteriliyor. Beni hiçbir tanışıklık olmadan da, hoş tutmaya çalışıyor. Beni, konuşsak belki birçok konuda aynı düşünmediği ortaya çıkabileceği biri olarak değil de, önce bir insan olarak değerlendiriyor ve bendeki insanın, içimde gizli olan insanca yönün varlığından hiç kuşku duymaksızın, sadece bu nedenle, hatırımı sayıyor ve gönlümü okşuyor ve bana ikramda bulunarak beni el üstünde tutuyor. Bir insan Hacıbayram Mahallesi’nde gezerken, bundan daha çok ne isteyebilir ki zaten?

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış