Geçenlerde okuduğum bir haberde Hacettepe Üniversitesi’nin Beytepe kampüsünde bulunan Bey Cafe’de vejetaryen öğrenciler için özel menü çıkarılmaya başlandığı yazıyordu. Bu tür haberler her ne kadar olumlu ve ümit verici olsa da vejetaryenler görülürken – hayvanlara doğrudan ya da dolaylı herhangi bir zarar vermeyi, dolayısıyla hayvansal içeriğe sahip olan ya da hayvanlar üzerinde denenen bütün ürünleri reddeden – veganların hâlâ görülmediğini unutmamak gerek. Elbette burada veganların görmezden gelindiğini söylemek de haksızlık olur, zira insanların çoğunluğunun veganlığın ne olduğunu dahi bilmediğinin farkındayım. 1 Mayıs’tan sonra tutuklanan vegan Yeryüzüne Özgürlük Derneği üyeleri kendilerine verilen yemeği reddettiklerinde polislerden gördükleri tepki şu olmuştu: “Geçmiş olsun. Nasıl yakalandınız bu vegan hastalığına?”. Benzer bir şekilde gittiğim bir esnaf lokantasında pilavın tereyağıyla mı sıvı yağla mı yapıldığını, içinde bulyon olup olmadığını sorduğumda aldığım cevap şöyleydi: “Yoksa günah da biz mi bilmiyoruz hocam?”. Bir vegan olarak en çok karşılaştığım tepkilerden biri “Senin işin de çok zor!” cümlesi. Doğrudur. İşimiz zor. Ancak işimizin zor olmasının sebebini hiç düşündünüz mü? Kapitalist bir düzende yaşıyoruz (maalesef) ve bütün üretim ve tüketim ilişkileri arz talep dengesi üzerine şekilleniyor. Kültürümüzde hayvansal gıdalar(!) diyetin önemli bir bölümünü karşıladığı, tamamen bitkisel bir öğün tahayyül bile edilemediği ve dolayısıyla piyasadan hayvansal ürünler talep edildiği için bitkisel ürünlerin arzı da olmuyor.
Soya fasulyesinden, pirinçten, yulaftan, bademden de süt yapılıyor olmasına rağmen bu sütlerin fiyatı inek sütünün fiyatının 3 ila 5 katı arasında. Tabii fiyatını dert etmeniz için öncelikle bunları bulabiliyor olmanız gerekiyor ki bu da çok büyük bir problem.
Arz talep dengesi dedikten sonra hayvansal ürünlere olan talebin neden bu denli yüksek olduğunu sorgulamadan geçmek olmaz. Kültürümüzde et hep bir zenginlik, bolluk ve dolayısıyla saygınlık simgesi olarak algılanagelmiştir. Örneğin kurban bayramında katledilen hayvanların etleri et yemek için yeterli maddi gücü olmayanlara dağıtılır. Birinin yoksul olduğunu anlatmak için “Evlerinde et pişmiyor.” gibi kalıplar kullanılır. Et ve diğer hayvansal ürünlerin kültürdeki bu saygınlığı burjuva bilimince de hep desteklenmiştir. Zamanında bilim insanları tarafından söylenilen, etin ve diğer hayvansal ürünlerin tüketilmesinin sağlık açısından elzem olduğu argümanı, şimdiki bilimsel çalışmalar tarafından yalanlanıyor olsa dahi halkın zihnine yerleşmiş bir kere. Vegan bir beslenmenin sağlıklı olabileceğini – hatta hepçil bir beslenmeden daha sağlıklı olduğunu – anlatan “Forks Over Knives” belgeselinde insanlara sorulan sorular ve alınan cevaplar durumun vahametini gözler önüne seriyor. İnsanlara “Neden et yiyorsunuz?” diye sorulduğunda “Protein…”, “Neden süt içiyorsunuz?” diye sorulduğunda “Kalsiyum…” cevabı alınıyor. Adeta bir klasik koşullanma örneği... Hâlbuki birçok bitkisel üründe hayvansal ürünlerde olduğu kadar protein ve kalsiyum var. Ancak bunun bilinmemesinin birbiriyle bağlantılı çok büyük iki sebebi var: İlki hayvansal ürünleri tüketmenin beraberinde getirdiği prestij, ikincisi de hayvancılığın endüstriyelleşmiş bir sektör olması ve birçok kapitalistin hayvan sömürüsü üzerinden zenginleşmesi. Hayvansal ürünlerin bu denli saygın olmasını besleyen bir başka açıklamayı da bize antropoloji veriyor. Aslında evrimsel konumu gereği anatomisi otçul olan insan, yerleşik hayata geçmeden önce ağırlıklı olarak toplayıcılıkla yaşıyordu. Toplayıcılığı yapanlar da kadınlar olduğu için toplumsal statüleri erkeklerden daha yüksekti. Doğal afetler sebebiyle göç etmek zorunda kalan, toplayacak bitki bulamayan insanlar çevrelerindeki etçil hayvanları taklit ederek avcılığa başladı. Avcılığıysa erkekler yapıyordu. Otçul anatomiye sahip bir hayvan türü olan insan etçil hayvanlar gibi eti çiğ olarak sindiremediği için, et insanın diyetine ancak ateşin keşfedilmesiyle yerleşebildi. Etin diyete yerleşmesi ile birlikte eti sağlayan erkek kadın üzerinde tahakküm kurmaya başladı. Dolayısıyla ataerki ve türcülük (insanın kendini diğer hayvan türlerinden üstün görmesi ve onları kendi ihtiyaç ve zevkleri uğruna sömürmeyi meşru addetmesi) birbirine paralel olarak gelişti.
Kapitalizmin gelişmesiyle hayvanlara yapılan zulüm tahayyül sınırlarını zorlar hale geldi. Normalde ömrü 20 yıl olan inekler süt endüstrisi için kullanıldığında tecavüz askılarında hamile bırakılıyor, doğumdan hemen sonra buzağılarından ayrılıyor, daha çok süt üretmeleri için hormonlu yemler yiyor, sürekli bağlı bulundukları makineler sebebiyle meme uçları iltihaplanıyor, herhangi bir veteriner hizmeti olmayınca da ortalama 4 yıl yaşıyorlar. Tavukların daha çok yumurtlaması için kümeslere günde iki kez yapay yollarla gece ve gündüz yaşatılıyor, kümeslerin aşırı kalabalığından dolayı saldırganlaşan tavuklar birbirlerini gagalamasın diye gagaları kesiliyor. Kullandığımız şampuanlar tavşanların gözlerine sürülerek deneniyor, diş macunları farelere ölene dek yediriliyor. Hayvanların maruz kaldığı eziyet anlatmakla bitmez. Gıda sektöründen giyim sektörüne, bilimsel(!) deneylerden eğlenceye kadar hepsiyle ilgili kapsamlı bilgiye sahip olmak isteyenlere “Earthlings” belgeselini öneriyorum.
Bu yazıyı yazarken Büyük Ankara Sirki’nin gösterilerine başladığını öğrendim ve Ankara’daki diğer hayvan hakları savunucusu arkadaşlarla bir protesto örgütlemeye başladık. Sirklerde herkese hayvanların ödüllendirme yöntemiyle eğitildiği yalanı söylenir. Hâlbuki bu hayvanlar ödüllerle değil ciddi bir işkenceyle eğitiliyor. Bu işkenceyle tekrar karşılaşmaktan korktukları için sahnede doğalarına aykırı hareketler yapıyor. İnsanların çocuklarını eğlendirmek için gittiği sirklerdeki hayvanların da aileleri, yuvaları olduğunu unutmamak gerek. Daha yavruyken tuzaklara düşürülüp yakalanan, ailelerinden ve doğal ortamlarından koparılıp daracık kafeslerde şehir şehir, ülke ülke taşınırken telef olan hayvanları görmezden gelmemek gerek. Büyük Ankara Sirki’nin esir ettiği 9 ayının kaldıkları barınakta çıkan yangın dolayısıyla ölmesinin üzerinden henüz bir sene bile geçmedi. Herkesi hayvanların acısını insanların eğlencesine çeviren bu sektörü protesto etmeye çağırıyorum. Benimle mehmeteminb@gmail.com adresi üzerinden her konuda iletişime geçebilirsiniz.
Yorumlar (0)