Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Haziran Direnişinin Tanıklarından Hasan Hüseyin Özkan’la Söyleşi

31 Mayıs gecesi Ankara’ya da sıçrayan Gezi Parkı direnişi prostestolarında çok sayıda kişi yaralanmış ve Ethem Sarısülük de hayatını kaybetmişti. Kayıplarımızın ve direnişimizin ruhunu parklarda yapılan forumlarla devam ettirirken, direniş gazilerimizden bazıları da evlerinde yaralarını sarmaya devam ediyorlar. Bunlardan biri de, 1 Haziran günü gaz bombası kapsülü bacağına isabet etmesiyle bacağı kırılan ve en iyi ihtimalle 6 ay evden dışarıya çıkamayacak olan Hasan Hüseyin Özkan.

Haziran Direnişinin Tanıklarından Hasan Hüseyin Özkan’la Söyleşi

Özkan’dan olayı dinlemeye başlamadan önce hakkında ufak bir bilgilendirme yapalım:

Hasan Hüseyin Özkan, 1974 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrencilik hayatına başlıyor. O dönemde bir yıl öğrenci derneği başkanlığı yapıyor. Fakat 12 Eylül darbesi sonrası arananlar listesinde yer alınca Avusturya’ya gidiyor. 1982 yılında yapılan Galatasaray- Austria Wien karşılaşması sırasında sahaya inerek “Faşist Cunta ve Anayasasına Hayır” pankartı açan grubun içerisinde yer alıyor. Yaşanan olay sonrasında Avusturya hükümetinin baskısıyla buradan ayrılarak İsveç’e yerleşiyor. İsveç’te, hayatını işçi olarak devam ettiren Özkan, emekli olduktan sonra Türkiye’ye dönüyor. Ve yarım kalan eğitimine, aftan yararlanarak geri döndüğü Ankara Siyasal’da “yaşlı öğrenci” sıfatıyla devam ediyor ve 2012 yılında mezun oluyor. Özkan, 1 Haziran günü polisin attığı gaz kapsülünün neden olduğu kırık yüzünden, bacağındaki platinlerle 6 ayını evinde geçirmek zorunda.

Bu olayın nasıl meydana geldiğini sorarak başlıyoruz sohbetimize...

“Çok öncesinden inmiştim ben alana. Meşrutiyet’in oradan Olgunlar’a doğru yöneldik. O sırada akrep geliyordu. Gaz atarak cadde üzerinden gitgel yapıyordu. Kızılay meydanında insanların biriktiğini gördüm. O tarafa doğru gitmeye başladım. Olgunlardan meşrutiyete geçtim. Bir kaç fotoğraf çektim. Polis, bakanlıkları korumak üzere çekilmiş, orada mevzilenmişti. Güvenpark’ın içinden geçerek durmadan insanların üzerine gaz atıyordu. Ethem de tam bu sırada vurulmuş. Fakat ben hastane işlerinden günler sonra öğrendim bunu. Meşrutiyet tarafındayken bir arkadaşımla konuştum. İstanbul’dan aramıştı. Oranın durumunu soruyordum ve Ankara’yı anlatıyordum. İlerlerken iki tane gencin yere düştüğünü gördüm. Birinin göğsüne kapsül gelmiş ve onun etkisiyle yere düşmüştü. Diğeri de kapsülden çıkan gazın suratına gelmesiyle yere yığılmıştı. Göğsüne gaz kapsülü gelen çocuğu hemen götürdüler. Diğerine ise, biz orada müdahalede bulunduk. Sonra refüje doğru geldim. Polis müdahalesi devam ediyordu, çok sık gaz atmaya başlamışlardı. Ve Meşrutiyet caddesine yakın bir yerde, bir elektrik kutusunun -1 metre yüksekliğinde 30 santim genişliğinde- arkasına sığındım. Fakat sol ayağım dışarıda kalmış ve gaz kapsülü isabet etmiş. Bacağım kırılmış. Tıp fakültesi öğrencilerinden yardımıma koşanlar oldu. Bir kaç tahta parçası bulup, bacağımın etrafına sardılar.

Beni kucaklayıp Starbucks kafeye götürdüler. Kafenin panjurlarını indirip revir haline getirmişlerdi.” Revir haline getirilen yerde yapılan ilk müdahalenin ardından ambulansın çağrıldığını fakat beklemedikleri bir yanıtla karşılaştıklarını söylüyor Özkan: “Arkadaşlarım hastaneye götürülmem için, hastaneyi arayarak ambulans istediler. Fakat ambulans istediğimize ‘yaralı olan kişi sivil mi, polis mi?’ diye bir yanıt aldık. Ve yaralananın sivil olduğu söylendiğinde ambulans gönderemeyeceklerini söylediler. Yaralının mesleğine göre ambulanslar çalışıyormuş demek ki! Arkadaşlarım ambulansın gelmeyeceğini anladıktan sonra ve benim ağrım artmaya başlayınca, el üzerinde beni Çağ Hastanesi’ne kadar taşıdılar.”

 Direniş sürecindeki tanıklıklarımızdan ötürü ister istemez hastanenin tutumunu ve orada yaşanan süreci soruyoruz, yardım istenilen yerlerin olumsuz yaklaşımlardan ötürü. Fakat Özkan, hastanenin tutumunun gayet özenli olduğunu ve hastane yetkililerinin gelen yaralıların tedavilerinden bir ücret almayacaklarını açıkladıklarından bahsediyor. Sağlık Bakanlığı’ndan hastanelerin arandığı ile ilgili duyumlar edindiğimizi söylüyoruz: “Bulunduğum hastaneyi de arıyorlarmış Sağlık Bakanlığı’ndan. Yaralıların durumunu soruyorlarmış. Fakat bunların fişleme adına yapıldığını düşünüyorum. Çünkü ben, adli bir vaka kapsamına giriyorum ve bir aydır ifademi almak için gelmesi gereken bir polis yüzü görmedim...” Mağduriyetiyle ilgili başlarda bir şikâyette bulunmayı düşünmediğinden bahsediyor Özkan.

Fakat arkadaşlarının ve avukatının ‘Sen şikâyetini et, en azından hükümetin karnesine girecektir bunlar. Ve sen etmezsen diğeri etmezse ne olacak’ ısrarlarıyla ikna olduğunu söylüyor şikayet etmeye. Fakat sonuçtan bir beklentisinin olmadığını da ekliyor sözlerine. Sona gelirken Gezi süreciyle, Ankaralıların sokaklara dökülmesiyle ilgili düşüncelerini kısaca dinlemek istediğimizi söylüyoruz kendisine: “Geçmişten bugüne birikmiş bir tepki olarak yorumlamak lazım bu süreci. Tüm Türkiye toplumunun kıskaca alınmak istenmesine karşı verilen bir tepki. Ve Gezi olaylarıyla herkesin kucağında bir bebek oldu. Biri getirdi ve bir gezi bebeği bıraktı hepimizin eline. Sosyalistinin, sosyal demokratının, liberalinin, apolitiğinin, ulusalcısının, çevrecisinin kucağına bir bebek bıraktı. Şimdi herkes, bu bebek ne yer, ne içer, nasıl büyür onu düşünecek. Parklardaki forumlar da budur bence. Yani biz bu çocuğu nasıl büyüteceğiz. Bunu tartışıyorlar. Ve o bebeğin büyüyeceğini biliyoruz elbette...

Söyleşi Özge Altınyayla

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış

İlginizi Çekebilir