Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

“Her zaman hayatımın son konserini çalıyormuş gibi çalmaya çalışırım” Zihnimizi Temizleyen Müziği ile Janusz Szprot

Janusz Szprot'la Bilkent'teki evinde buluşuyoruz. Evinin girişinde onsekiz yaşındaki güzel gri kedisi karşılıyor beni, salona kadar eşlik ediyor bana, yanımdan ayrılmıyor. Szprot'un hazırladığı ikramlardan tattıktan sonra, kayıt düğmesine basıyorum. Onu anlatmak kolay olmayacak. Türkiye'de caz müziği için çok önemli bir isim... Yıllardır Ankara'da yaşıyor, öğretiyor, orkestralar kuruyor, yönetiyor, çalıyor, düzenlemeler, besteler yapıyor. Kısacası arı gibi çalışıyor.

“Her zaman hayatımın son konserini çalıyormuş gibi çalmaya çalışırım” Zihnimizi Temizleyen Müziği ile Janusz Szprot

Müzisyen ve koro şefi bir babanın oğlu... Altı- yedi yaşlarındayken piyano ve akordeon çalmaya başlamış. Profesyonel müzik kariyeri ise üniversite eğitimini bitirir bitirmez başlamış. Üniversitede caz değil, Müzikoloji okumuş. Oslo Üniversitesi'nde bitirdiği eğitiminin büyük kısmı müzik teorisi, felsefe, estetik ve müzik tarihinden oluşuyormuş. Okurken kendi oluşturduğu grubun dışında, caz grupları ile çalıyormuş. Genelde kendi memleketi olan Polonya'da çalmış o yıllarda. Ama çaldığı gruplardan biri ile turnelere de gitmişler. Bu dönem ona sadece piyanist olmayı değil, aynı zamanda nasıl bir aranjör
ve besteci olunacağını da öğretmiş. Hepsinin yanı sıra eğitim kısmında, özellikle de caz eğitimi koordinatörü olarak Poland Jazz Society'de yer almaya başlamış. 1946'de başlamış olan Uluslararası Pulawy Caz Atölyesi'ne1 1970 yılında katılımcı olarak başlamış. Sonraki yıllarda eğitmen ve vokal atölyesi koçu olarak devam etmiş ve sonunda da yaklaşık 15 yıldır atölyenin koordinatörlüğünü yaparak bu yıla kadar getirmiş. Toplamda 38 yıldır, benim de bir yıl katılmaktan çok keyif aldığım, bu atölyenin içinde mutlaka bir şekilde yer alıyor Szprot.

Caz Bölümünün Heyecanlı Başlayan Hikâyesi
Ankara’daki hikâyesi nasıl başlamış peki?

“1988'de festivalde çalmam için Polonya Büyükelçiliği tarafından Ankara'ya davet edildim. Konserden sonra İhsan Doğramacı tarafından Bilkent Üniversitesi'ne davet edildim. Konservatuara gittiğimizde fakültenin dekanı Prof. Ersin Onay ile tanıştım. Dekan, konuşmalarında Türk müzisyenlerin caza olan ilgilerinden ama ülke çapında caz eğitimi olmamasından bahsetti. Ben de ona müzisyenler için bir caz atölyesi organize edebileceğini söyledim. Polonya'dan gelen önemli müzisyenlerle birlikte bir atölye organize ettik ve çok ilgi gördü. Gelenler arasında Sibel Köse, Yahya Dai, Sarp Maden, Çağlayan Yıldız, Cengiz Baysal da vardı. Bu ilk atölyeden sonra bir tane daha ve bir tane daha yapmamızı istediler ve aynı ilgiyi yine gördü. Toplam üç atölyeden sonra öğrenciler fakülteye bir caz bölümü açılması için istekte bulundu. Bunun üzerine Bilkent Konservatuarı bünyesinde bir caz bölümü açılmasına karar verildi ve benden de bu oluşumu organize etmem istendi”.

Szprot, Kasım 1990'da gelmiş ve yaklaşık 100 tane öğrencinin başvurduğu ve Tuna Ötenel'in de piyanoda olduğu giriş sınavları ile bahar sömestrinde caz bölümü açılmış. Tüm programı A'dan Z'ye Szprot tasarlamış. "Sadece bir yıllık bir kontratla geldim ama 26 yıldır Türkiye'deyim." diyor Szprot.

Ancak maalesef bu bölümün hikâyesi Szprot'un beklediği gibi olmamış. Atölyelere katılan öğrencilerin hepsi bölüme de büyük bir istekle gelmişler; ancak maalesef biryıl... İşte hikayede burada başlıyor. Bölüm>> "Sadece bir yıllık bir kontratla geldim ama 26 yıldır Türkiye'deyim."
Ersin Onay'a sadece kendisinin eğitmenliğiyle bu işin yürümeyeceğini, başka caz eğitimcileri de olması gerektiğini belirtmiş ve eğitimcilerin alınacağı ile ilgili söz almış. Bunun gerçekleşmesi için bir yıl beklemiş ama hiçbir şey yapılmamış. Bunun üzerine bir gelişme olmayacağını anlayan birçok öğrenci bölümden ayrılmışlar. Bir yılın sonunda sadece on öğrenci kalmış. "Muhtemelen bunun böyle olmasının ana nedeni İhsan Doğramacı'ydı. Bilkent Senfoni Orkestrası'nı desteklemeye karar vermişlerdi. Bunu yapabilmek için de Sovyetler Birliği, Azerbaycan, Kazakistan, Rusya gibi ülkelerden seksen müzisyeni üniversiteye davet ettiler ve işe aldılar.Caz bölümüne sadece dört tane eğitimci almak yerine Bilkent Senfoni Orkestrası’na seksen müzisyen almayı tercih etmişlerdi."

Sonuç olarak kalan on öğrenciden altı tanesi bölümü tamamlamayı başarmış. Bunun üzerine Ankara'da kalmak Szprot için anlamsız hale gelmiş. Ama Doğramacı ailesi onun Türkiye'de kalmasını ve onlar için çalışmaya devam etmesini çok istemişler. Çünkü Bilkent Üniversitesi bünyesinde olmasına rağmen aslında direkt olarak İhsan Doğramacı için çalışıyormuş. Ailenin neredeyse tüm projelerinde öncü olarak

görev almış. Bir de ilginç dip not ekliyor Janusz. "Önce caz diye başladıkları bölüme 'Ritmik Müzik Bölümü' demişler." Nedenini sorduğumda Türk insanının "caz" kelimesinden korktuğunu söylüyor.

Ankara'dan Erzurum'a Uzanan Bilkentli Yıllar

"İhsan Doğramacı her zaman yeni projelere başlamaya açık bir insandı. Bir sonraki projesi Bilkent Koleji'ydi. Anaokulundan liseye kadar tüm okullar Amerikan sistemi ile geliştirilmişti. Başta müziği
çok önemsediler. Müzik sınavından geçemeyenleri okula bile almıyorlardı. Bana yarı zamanlı olarak müzikle ilgili yeni çalışmalara öncülük etmem,
yeni dersler hazırlamam, piyano dersi vermem içinteklifte bulundular. Aynı zamanlarda üniversitede de (konservatuar dışındaki bölümlerde) seçmeli olan “Music TheoryandHistory”(Müzik teorisi ve tarihi) dersi dışında "Music Appreciation" (Müziğe saygı) adlı bir ders açıldı. Bu ders, müziğin nasıl dinlenmesi gerektiği ile ilgili bir dersti. Bana bu dersi tasarlamam için geldiler.Bu dersi 14 yıl verdim ve öğrenciler çok sevdiler bu dersi. Amacım öğrencilerin dinledikleri müzikle ilgili daha fazla bilgiye sahip olmalarını, dinledikleri müzikte neler olduğunun farkında olmalarını, ona saygı duymalarını sağlamaktı."

Sadece caz müziği ya da sadece klasik müzik değildi. Tüm müzikleri kattığı bir ders tasarlamıştı.

"Çünkü her müziğin bir değeri vardır. Örneğin bazı ödevlerde konsere gitmelerini, ardından konserle ilgili yazı yazmalarını istiyordum. Müzikle ilgili nasıl konuşacaklarını, nasıl yazacaklarını öğrenmiş oldular."

Ama kendini sürükleniyormuş gibi hissediyormuş Bilkent'te. Aslında oğlunun Türkiye'de başlayan (Bilkent Koleji'nde) eğitimini tamamlaması için buradan gitmek istememiş. Burada aldığı eğitim kalitesinde bir okul Polonya'da yokmuş. Oğlundan laf açılınca müzisyen olup olmadığını soruyorum. "Neden müzisyen olsun? Neden? Şu günlerde müzisyen olmak delilik..." diyor gülerek.

2008'de İhsan Doğramacı, muhtemelen son projesini, Erzurum'da, Erbil'de -ki doğduğu yerdir- ve iki başka yerde daha başlatmış.

"O sıralarda Bilkent'te rektör değişmişti ve caz bölümü artık yoktu ve sadece Music Appreciation seçmeli dersini veriyordum. Ali ve İhsan Doğramacı benimle görüşmek istediler ve bana Erzurum'a gidip bir müzik programı hazırlamamı, ama özellikle bir orkestra oluşturmamı teklif ettiler. Ya Polonya'ya dönecektim, ya da Erzurum'a gidecektim."

Sonuçta Erzurum'a gitmiş ve iki yılını orada geçirmiş. Tamamen sıfırdan bir orkestra oluşturmuş ve çok da başarılı olmuş. İki yıldan sonra Bilkent'in bünyesindeki okullardan birine geçmiş ve yine orada da bir orkestra oluşturmuş. İki yıldan fazla bir süre orada çalıştıktan sonra 2014 yılında Bilkent Janusz Szprot'la kontratını sona erdirmiş. İhsan Doğramacı’nın vefatı da bunda etkili olmuştur diye düşünüyorum.

Szprot'un Kimlikleri

Başta da söylediğim gibi hala arı gibi çalışıyor Janusz Szprot. Eğitimci kimliği yanında yürüttüğü performans kariyerine, tüm müzik aletleri ve vokaller için verdiği özel derslere devam ediyor. Yazdığı ve yazmaya devam ettiği birçok bestesi var. Bütün bu uğraşlarından hangisini yapmayı daha çok sevdiğini soruyorum. Cevabı hazır:

"Hiçbirini... Bana göre, müziğe ilk adım attığım günden şu ana kadar ki hayatımın tamamı belli bir noktaya ulaşmak için bir yol, bir rota... Kendimi ilk olarak caz piyanisti ya da eğitmen olarak değil, piyanoda caz çalan bir müzisyen, eğitmenlik yapan bir müzisyen ya da müzikolog olan bir müzisyen olarak görüyorum. Her müzisyen eninde sonunda belli bir sanat kademesine gelebilmeli. Öncelikle müzisyen müzik yazabilme yeteneğine sahip olmak zorunda. İkinci olarak müziği sahnede sergileyebilme yeteneğine sahip olmalı. Üçüncü olarak müzisyenin müzik teorisine hakim olması ve eğer eğitmense bunları öğrenciye aktarabilme ve diğer müzikleri kritik etme yeteneğine sahip olması lazım. Dördüncü olarak da müzisyen kesinlikle çok iyi bir müzik dinleyicisi olabilmeli... Benim müzik kariyerimde bu dört yetenek arasında doğru bir uyum var. Bazımüzisyenler sadece biri üzerine daha çok durabilirler ki bu normaldir, kişiden kişiye değişebilir, ancak ben bu dördünde de aktif olmak istiyorum.”

Toplamda on beş tane albümü bulunuyor Szprot'un. Üç yıl önce son albümünü Macaristan’da canlı konser kaydı olarak kaydetmiş. Ama ondan önceki albümü, içinde Sibel Köse'nin de yer aldığı Polonezköy albümü. O albüm için "belgesel bir albüm" tanımlamasını kullanıyor. Başka albüm projesi olup olmadığını sorduğumda ise..."Ben bu kayıt işlerinin içinde olmak istemiyorum. Çünkü bu işlere girdiğiniz zaman normal olarak satışları düşünmeye başlıyorsunuz. Bu bana göre değil."

Caz Eğitimi Üzerine Türkiye'de şu anda caz müziği eğitimi ile ilgili görüşlerini soruyorum Szprot'a.

"Bana göre caz eğitimi ile klasik müzik eğitimi arasında önemli bir fark var. İyi bir klasik müzik sanatçısı olmak için mutlaka okula gitmek zorundasınız. Ancak caz eğitimi için tamam, öncelikle okula gidebilirsiniz ama önemli olan sokaktaki okullar: Atölyelere, jamsessionlara2 katılmak, özel dersler almak, müziği icra etmek... Türkiye'de caz eğitiminin başarılı olduğunu düşünmüyorum."

Neden başarılı olmadığını sorduğumdaysa:, "Bilkent örneğini anlattım size zaten. Bir sonraki Bilgi Üniversitesi idi. Önce caz müziği olarak başladı, sonra tamamen kimliğini değiştirdi. Hacettepe Üniversitesi'nde ise yeterli sayıda caz eğitmeni bulunmuyor. Yaşar Üniversitesi'nde ise sadece Emre Kartarıvar eğitmen olarak. Gerçek bir caz bölümü açabilmek için deli olmak lazım Türkiye'de. Bunu yapabilmek için Türkiye'deki klasik müzik eğitimi otoritelerine karşı gelecek bir şeyler yapmanız lazım. Bu yüzden ben bir kez daha bunu yapabilmek için çalışacağım. Alanya Üniversitesi direktörü Profesör Erol Şahin caz bölümü açmaya karar verdi ve ben de bölüm başkanı olacağım. Şu an çalışmalara başladım ve böyle bir oluşumun gerçekleşmesini umuyorum.”

Janusz Szprot, Bilkent Ünivesitesi’nden ayrıldıktan sonra; Alanya'dan gelen ancak o zaman Bilkent'te çalıştığı için kabul edemediği telifi değerlendirmiş ve kabul etmeye karar vermiş. Yakın zamanda açılması düşünülen Alanya HEP Üniversitesi Caz Bölümü’nde bölüm başkanı olarak çalışmalarına devam edecek.

“Oraya gitsem bile sahnede caz çalmaya devam edeceğim, nerede olursa olsun. Bu benim yaşamamı sağlayan şey... Her zaman hayatımın son konserini çalıyormuş gibi çalmaya çalışırım. Bu benim için etik bir durum. Her zaman çok ciddiye alırım yaptığım işi. Bu yüzden bazen müzisyenlerle çalışırken hatalarını duyup hemen tepki verdiğim için, beni çok sevmezler. Ama gerçekten yanlış giden bir şeyler duyduğum zaman bu benim fiziksel olarak acı çekmeme neden oluyor.”

> Gerçek bir caz bölümü açabilmek için deli olmak lazım Türkiye'de. Bunu yapabilmek için Türkiye'deki klasik müzik eğitimi otoritelerine karşı gelecek bir şeyler yapmanız lazım.

Bunu söylerken karnını tuttuğunu belirtmem lazım. Duyduğu şeyler, konsantrasyonunu kaybetmesine neden oluyormuş. Bu benim de bazı zamanlar Szprot’u sahnede dinlerken tanık olduğum bir durum gerçekten.

Şimdiye kadar yaptığı çok sayıda projenin birkaçından bahsetmek gerekirse: 1993'te Polish-Turkish Jazz Connection’ı kurmuş. Sekiz tanesi Türkiye'den, sekiz tanesi Polonya'dan olan müzisyenler ile İstanbul, Ankara ve Bursa'daki 3 festivalde çalmışlar. Türkiye'den Tuna Ötenel, Neşet Ruacan, Okay Temiz, İmer Demirer, Sibel Köse, Ali Perret, Ergüven Başaran, Meriç Ötenel gibi önemli müzisyenler varmış. Bunun dışında:

“Türkiye'den neredeyse tüm önemli caz müzisyenleri ile çalıştım. Tuna Ötenel'le televizyon programı yaptık, o saksafon ve piyano çalıyordu, ben melodika çalıyordum. Bir yıl Pamukkale Festivali bünyesinde yapılan şarkı yarışması için Figen Çakmak'ın koordinatörlüğünde Melih Kibar, Onno Tunç, Fahir Atakoğlu gibi isimlerin de olduğu bir jürinin içinde bulundum. Yine bir yıl da Eurovision Şarkı Yarışması jürisinde yer aldım.”

Bunlara ek olarak bir süredir zaman zaman birlikte çaldıkları Young@Heart grubu projesi var. Yıllarca onlarla birlikte çalmak uzun vade planları arasında...

İki yıldır Ankara’da birlikte çalıştığı ve tüm düzenlemelerini yazdığı DolceVokal Jazz Trio ile de keyifli vakit geçirdiğini söylüyor:

"Bu benim için hobi gibi. Düzenleme yapmayı öğrendiğim sıralarda üç dört tane koronun müzik direktörlüğünü yapıyordum. Korolar için düzenleme yazmayı çok seviyorum."

Bu sevgisi de koro şefi olan babasından geliyor muhtemelen. Bu arada lafı geçmişken eklemek isterim, Dolce Vokal JazzTrio’ya rastlarsanız mutlaka dinleyin.

Ve tabii sonbahardan yaza kadar süren, her Cuma gecesi farklı bir caz solisti ile çaldıkları Samm’s Bistro’da Janusz Szprot, Murat Ulus (bas) ve Serkan Alagök (davul) ile houseband3 olarak tabiri caizse Ankara’ya caz müziği getiriyorlar.

Müzik Eczanesi

Bu kadar yıl Türkiye’de yaşadıktan sonra, buranın insanları ile ilgili düşüncelerini merak ediyorum...

"Hayatım boyunca birçok ulustan insanlarla çalışma fırsatım oldu. Benim en iyi ve en yakın arkadaşlarım Türkiye'den. Devlet dairelerinde zorlandığım zamanlar oluyor ama genel olarak size karşı iyiler, dürüstler, açıklar, saygılılar ve bunu doğal olarak yapıyorlar. Bazı yönlerden Polonya insanına da benziyorlar. Sadece turistik yerlere gitmeyi sevmiyorum, orada çok az Türkçemle konuşmaya çalışıyorum, çünkü turist gibi davranılmasından hoşlanmıyorum."

Son olarak, benim çok hoşuma giden ve hepimizin işine yarayabilecek bir yöntemden bahsediyor Szprot: "Müziğin birçok fonksiyonu var: Eğlenmek için olabilir, film müziği olabilir, dini amaçlı olabilir, enerji verici olabilir, ama aynı zamanda iyileştirici bir tarafı da vardır. Benim kendi müzik eczanem var örneğin. Sokakta bazen kötü müziklere maruz kalmak durumunda kalıyorum ve bu yüzden hasta hissediyorum kendimi. Çünkü hiçbir zaman müzikleri sadece duymuyorum; dinliyorum, elimde olmadan. Kötü görüntülerden korunmak için gözlerinizi kapatabilirsiniz, ama duymak zorunda kaldığınız müzikler için bir şey yapmanız mümkün değil. Bu müzikleri duyduktan sonra eve geldiğimde, müzik eczaneme gidiyorum ve tüm o duyduklarımı silecek başka müzikler dinliyorum ve zihnimi temizliyorum."

Zihnimizi temizleyecek müzikler yapıyor Janusz Szprot. Kasım 1990’dan beri bunu Ankara’da ve Türkiye’nin birçok şehrinde yapmaya devam ediyor. Uzun yıllar ülkemizde kalıp çalışmalarına devam etmesini umuyorum. Çünkü bu topraklara katacağı çok şey var daha... Bana ve Solfasol Gazetesi’ne vakit ayırdığı için kendisine çok teşekkür ediyorum.

1http://www.jazz-jamboree.pl/workshops 2Müzisyenlerin provasız ve doğaçlama yaparak birlikte çaldıkları müzik olayı.
3Müzik çalınan mekanda her akşam değişmeden çalan orkestra.

Söyleşi Zeynep Ö. Yılmaz

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış