Görünüşü de güzel. Göz çekici. Kabuğundaki tüylerden dolayı şeftaliye el süremeyenler var. Biri kabuğunu soyarsa afiyetle yiyebilenler.
2016 yılının Nisan ayının tam yarısında, -- 15. gününde süpermarkete turfanda şeftali gelmişti.
Yeni ürün. Kilosunun ederi 40 TL.
Yaz aylarını şeftali bahçeleri ile kaplı bir yörede geçiriyorum. Yıllardır. Ne var ki, her yıl bahçeler azalıyor. Şeftali ağaçları sökülüp topraklarına yazlık evler kuruluyor.
Kuşadası yerleşimi ile Dilek Yarımadası arasında, son 20-30 yıl içinde öylesine çok şeftali bahçesi yok edilip toprağına öylesine çok sayıda cansız yapılar dikildi ki, 20-30 yıldaki değişime yaşayarak tanık olmasaydım, biri anlatsaydı inan(a)mazdım.
Şeftali ile özdeşleşmiş kentimiz Bursa. Ülkenin başka bölgelerinde de şeftali yetişir/yetiştirilir ama şeftali deyince akla Bursa gelir. Ya da Bursa deyince, yoğurtlu İskender kebabıyla birlikte şeftali anımsanır. İskender kebabından önce de Bursa’nın şeftalisi ünlüydü.
Geçen yıl (2015) gazetelerde, Bursalı şeftali üreticileri ve toplayıcıları hakkında yer alan haberlerde, meyvenin tarla ederinin 2-2,5 lira olduğu, çoğunluğu Doğulu ve Güneydoğulu ve ramazan dolayısıyla oruçlu olan işçilerin, çok sıcak olduğu için sabah 4’te işbaşı yaptıkları ve saat 13’te ağaçlara dayadıkları merdivenleri toplayıp çalışmaya son verdikleri, karşılığında 50 lira gündelik aldıkları bilgileri veriliyordu.
İşçiler oruçlu oldukları için zorlandıklarını ama ekmek parası için zorluklara katlandıklarını söylüyorlardı.
Haberler, ne tarla sahibinin, ne de çalıştırdığı işçilerin durumlarından hoşnut olmadıklarını ortaya koyuyordu.
Dediklerimi niye dedim? Geçen Şubat-Mart aylarında Bursa doğumlu
ressamımız İbrahim Balaban (1921 - ) Peker Sanat Galerisinde resimlerini
sergiledi. Balaban doğduğu kentin hapishanesinde yattı. Orada Nazım Hikmet ile tanıştı. Nazım Hikmet’in öğrencisi oldu. Nazım Hikmet’in verdiği fırça ve boyalarla resim yapmaya başladı. Sonraki yıllarda “Şair Baba ve Damdakiler” kitabını yazdı. Nazım Hikmet sâyesinde ressam olduğunu göğsünü gere gere her zaman, her yerde yazılı ve/ya da sözlü olarak söyledi.
Balaban’ın resimlerini ilk kez, tam yılını anımsayamıyorum, 1960’lı yılların birinde, Tuna Caddesindeki Sanatseverler Derneği Lokalinde açtığı
sergide görmüştüm. 1981 yılında Çevre Sokaktaki Takı Sanat Galerisinde düzenlediği “Erenler ve Evliyalar” izlekli sergisi sırasında söyleştim.1
“Ben işe suretli resim yaparak başladım. Anlamlı resmin bir çatısı var. Bu çatı dağılmamalı. Ne çıkarsa bahtına resim olmaz” demişti.
“Sürekli olarak üretim-tüketim ilişkisi içindeki kesimleri resimliyorum. Üretim-tüketim ilişkisi içinde halkı işliyorum, çalışanları işleyegeliyorum” demişti.
Aradan geçen 35 yıl içinde dediğinden sapmadı. Anadolu halkını, Anadolu insanını, Anadolu’daki yaşamı, Anadolu söylencelerini, özetle Anadolu’yu resimledi. Suretli resim yapmayı sürdürdü. Ne çıkarsa bahtına resim hiç yapmadı.
Peker Sanat Galerisi Balaban’ın Şubat-Mart 2016 sergisinin çağrı kartına, ressamın bir şeftali ağacı; ağaçta şeftali toplayan, şapkası başından düşmekte olan ve bir elinde topladıklarını koyduğu hasır örme sepet, bir elinde fener tutan, çarıklarını boynuna asmış yalınayak bir çocuk; ağacın altında hasırdan örülmüş boş selesine şeftali düşmesini bekleyen saçı üç örgülü yalınayak bir kadın; öküz kurukafalı bir korkuluk; küçük bir baykuş; stilize bir dağ; dağdan yükselen bir dolunay ve kır çiçeklerinden oluşmuş resmini koymuştu.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın:
Kulak ver ki havasında bahçemizin,
Gök maviliğinden, dal yeşilliğinden Bir türkü söylenmede kendiliğinden; Nasıl dinlersen öyle, şen veya hazin dizelerini çağrıştıran bir Balaban resmi. Nasıl bakarsan öyle, şen ya da hazin bir duygu salgılayan bir resim. Güzel bir resim. Renkleri; istifi; renk, figür, leke dengeleri; işçiliği kusursuz bir resim.
Kısaca: Usta işi bir resim.
Yukarda tanımladığım resimdeki ögeler başarıyla bir araya getirilmiş. Üstelik kimi tanımlarım yanlış olabilir. Örneğin, dolunay sandığım belki de güneştir. Dolunay olduğu kararına ağaçtaki figürün bir elinde fener
taşımasına bakarak vardım. Mehmed Kemal’in “Akşam olmuş ay yükselmiş tepeye” dizesini anımsayarak. Ve de “gece kuşu” olarak bilinen baykuş figürünü yorumlayarak...
Son kararım ise: Dolunay ya da güneş olsun, ne değişir?! Hiçbir şey değişmez. Dolunay ya da güneş diye tanımlanan o sarı leke yerli yerine bilerek konulmuş bir resim ögesidir ve bütünü tamamlamaktadır.
Ağaç şeftali ağacı olmasa; can erik ağacı, kayısı ağacı, armut ağacı,
yani başka herhangi bir meyvenin ağacı olsa ne değişir?! Hiçbir şey değişmez. Çünkü, esas olan, ağaçtan meyve toplayan gencin coşkusunu algılatmak/o coşkuyu resmi izleyene bulaştırmak. Resim o coşkuyu iletiyor mu, iletmiyor mu? Bence iletiyor. Eksiksiz iletiyor. Resmi sevme nedenlerimden biri de bu.
Saçı üç örgülü kadının elindeki hasır örgü selesi, ressam ne düşünerek boyamıştır bilemem ama bana umudu simgeliyor gibi geldi. Ya da “yakarış”ı anlatıyor. Sanki bir “dilek selesi”!.. “Dilek” simgesi!..
Anadolu’nun birçok yöresinde çiftçiler ürünlerini korumak amacıyla, tarlalarına, bağ ve bahçelerine “korkuluk” yaparlar. Korkuluk, adı üstünde, ekine, meyveye, sebzeye zarar vermesi olası kuşları korkutmak amaçlı. Kimi zaman bir sırığa geçirilmiş bir hayvan, -- at, eşek, öküz, koyun, köpek, vb. kafatası görülür. Hayvan kafataslı sırıklar, hem korkuluğun işlevini yüklenirler, hem de bir tür nazarlıktırlar... Hayvan kafataslarının kem gözün dikkatini kendine çekerek nazarı etkisizleştirdiği düşünülür.
Balaban’ın bu resmi baktıkça düşündürüyor. Bir kez daha Cahit Sıtkı Tarancı’yı anıyorum:
Açtığımız her bahçede baharmış; doğru. Hangi dala el atsak yemiş varmış; doğru. Doğrudur en güzel dünyada olduğumuz; Sanki şeytan türü var dağında taşında.
Sonuç: İletisi zengin, izlemesi keyif veren, özgün/“nevi şahsına münhasır” bir Balaban yapıtı.
1 Söyleşi, o sıralar Ankara’da çıkan aylık sanat dergisi “Boyut” dergisinde yayımlandı. “Benim Sanatçılarım” (SanatYapım Yayıncılık, 1989) adlı kitabımda yer alıyor.
Yorumlar (0)