Ekim 2020’de Nota Bene tarafından yayınlanan Kişisel Olan Politiktir-Kadınlara Yönelik Eviçi Şiddet Verisi ve Politika başlıklı kitap üzerine kitabın editörü İlknur Yüksel-Kaptanoğlu ile kadına yönelik şiddetle mücadeleye ve bu mücadelede veriye dayalı çalışmaların önemine dair bir söyleşi yaptık.
Zişan Kürüm: Kitap Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü'nün 2008 ve 2014'te yaptığı iki araştırmasının sonucu olarak ortaya çıkmış. Bu araştırmalardan ve kitabın oluşum sürecinden bahseder misiniz?
İlknur Yüksel-Kaptanoğlu: Öncelikle bizim şiddetle mücadelede görünür olmamızı sağladığınız için teşekkürler... Dediğiniz gibi Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü olarak iki araştırma yürüttük. Bu araştırmaların ikisi de Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü'nün (KSGM) desteği ile yürütülmüş araştırmalar, yani KSGM yararlanıcı kurum konumundaydı ikisinde de. Bu nedenle politika üretme anlamında çok önemli bir katkısı var. Enstitü iki araştırmanın da saha yürütücülüğünü yaptı. Araştırmaların sonuçlarını şu anda resmi istatistik programında görebiliyoruz. Bu çok anlamlı çünkü artık hükümetin de verisi yani resmi olarak kabul edilmiş şiddet yaygınlığı göstergesi. Biz iki araştırma sonucunu da raporlaştırdık, bazı çalışmalar ve makalelerde de kullandık. Ama bu kitap çalışması biraz bunun ötesine geçme istediğinden doğdu diyebilirim. Özellikle araştırmayı üretenler olarak, içinde çok fazla araştırma ekibinde olan yazar arkadaşımız var. Onun dışında başka kurumlardan, başka üniversitelerden, aktivist kadınlardan, farklı disiplinlerden bakış açılarını yansıtmak gibi bir hedefle yola çıktık. 15 kişilik bir yazar ekibimiz var oldukça kalabalık ve bir bölüm hariç hepsinde nicel araştırma verisini kullandık. Aslında şunu söylemek lazım iki araştırmanın da nitel araştırma bileşenleri de vardı. Biz sahaya çıktığımızda kadınlardan maruz kaldıkları şiddet düzeyini anlamak için sorular sorduk, bu yaygınlığı ortaya koymak için sorular sorduk. Hatta şiddetle mücadele yöntemlerine ilişkin sorularımız da var içerisinde. Ama bir de nitel boyutuyla farklı bakış açılarını gündeme getirmek istedik. Kadınlar, erkekler ve bu alanda hizmet sunan meslek profesyonellerinden kişilerin de görüşleri vardı. Nitel çalışmayı sadece İnci Hoca'nın makalesinde görüyoruz. O da şiddetin sağlık açısından nasıl bir halk sağlığı sorunu olduğu üzerineydi.
Başladığımız yazarlarla sonuna kadar gelebildik kitap çalışmasında. Onları anmak istiyorum: Ayça Kurtoğlu, Gülriz Uygur, Gülsen Ülker, Yıldız Ecevit, Fatma Umut Beşpınar, Zeynep Beşpınar, Hilal Arslan, Ayşe Gündüz-Hoşgör, Tuğba Adalı, İnci User, Sevinç Eryılmaz, Özlem Ayata, Alanur Çavlin, Hanife Aliefendioğlu.
"Başladığımız yazarlarla sonuna kadar gelebildik kitap çalışmasında. Onları anmak istiyorum: Ayça Kurtoğlu, Gülriz Uygur, Gülsen Ülker, Yıldız Ecevit, Fatma Umut Beşpınar, Zeynep Beşpınar, Hilal Arslan, Ayşe Gündüz-Hoşgör, Tuğba Adalı, İnci User, Sevinç Eryılmaz, Özlem Ayata, Alanur Çavlin, Hanife Aliefendioğlu."
Zişan Kürüm: Araştırmaya konu olan şiddet ve istismar verileri var. Fiziksel şiddet, cinsel şiddet gibi görece bilinir olan konular dışındaki başlıklardan, örneğin ekonomik istismar, duygusal şiddet, cinsel taciz gibi, nasıl geri bildirim aldınız? Araştırmaya katılanlar bu başlıkları nasıl değerlendirdi? Kendi kişisel deneyimimden de biliyorum ki bu konuların kendine ad bulması bir farkındalık unsuru. Araştırma bu bağlamda katılımcılara bir farkındalık yarattı denilebilir mi?
İlknur Yüksel-Kaptanoğlu: Önce araştırmanın soru kağıdından bahsedeyim, bir parça cevap olacaktır diye düşünüyorum. Biz bu araştırmayı ülke genelinde yürüttük ama uluslararası bir araştırmanın soru kağıdını uyarlayarak yürüttük. Dünya Sağlık Örgütü'nün 10 farklı ülkede yürütmüş olduğu bir çalışması vardı. O soru kağıdını Türkiye'ye uyarladık. Hatta 6284 sayılı kanun çıktıktan sonra 2014 araştırmasına yeni sorular da ekledik. Dünya Sağlık Örgütü'nün soru kağıdının olmasının şöyle bir önemi var, bir uluslararası karşılaştırılabilirlik durumu var, bir de uzman bir grup tarafından oluşturuluyor bu sorular yani dünyanın birçok yerinden bu alanda çalışmış feminist kadınların, akademisyenlerin, sahada çalışan kadınların deneyimlerinin bir araya getirildiği bir soru kâğıdı. Bu çalışma kadınlardan bilgi üreten ama bunu kadınlara doğrudan "şiddete maruz kalıyor musunuz" biçiminde sormayıp -ki bu etik olarak çok uygun bir yaklaşım değil- belirli eylemlere maruz kalıp kalmadıkları noktasından ilerlemeyi hedefleyen bir çalışmaydı. Onun için fiziksel şiddet çok daha bilinen bir şey ama araştırmadan araştırmaya da fark edebilir. Altı tane sorumuz var, saçımı çekti, tokat attı gibi sonuçları itibarıyla daha az zarar göreceği eylemlerden boğazımı sıktı, yaktıdan, bıçakla, silahla tehdit etti gibi ağır şiddet biçimlerine ilişkin... Fiziksel şiddet ve cinsel şiddet için çok daha net, üzerinde uzlaşılmış eylemlerden söz ediyoruz. Ama duygusal şiddet ve ekonomik şiddet gibi durumların tanımlaması biraz daha zor. Bizim ülkemiz gibi, kadınların çok az istihdamda olduğu yerde ekonomik şiddeti nasıl tanımlayacağımız çok da kolay olmuyor. Onun için biz bu çalışmada hem duygusal şiddeti hem ekonomik şiddeti şiddet/istismar diye tanımlamayı tercih ettik, duygusal şiddet için de aynı şey geçerli. "Size küfretti mi, hakaret etti mi", içinde bulunduğunuz koşullara göre çok farklılaşabilir ve siz bunu şiddet olarak algılamayabilirsiniz. Ama en azından uzlaşılan belirli eylemler çerçevesinde bunları öğrenmeye çalıştık ki zaten hem araştırma raporlarında hem kitapta nasıl ölçüldüğünü, hangi sorulara gelen cevaplardan şiddet biçiminin yaygınlığına ilişkin konuştuğumuzu belirttik. Yeni şiddet biçimleri de var. Bunlardan biri de ısrarlı takip. Bu kadınların yıllardır maruz kaldıkları bir şiddet biçimi olmasına rağmen İstanbul Sözleşmesi ile artık daha çok konuşulan bir şiddet biçimi oldu. Feride Acar hocamız çok güzel söylüyor. Aslında o "musallat olma", böyle söyleyince daha iyi anlıyoruz, kadınlar da bunu çok sık kullanıyorlar kendi deneyimlerini aktarırken. Bu konuda ilk kez ülke genelinde bir çalışma yürüttük. Buradan belki verinin zenginliğine de değinmek için bir fırsat olduğunu düşünebiliriz. Çünkü ısrarlı takibin içinde hangi kadınların ısrarlı takibe daha fazla maruz kaldıkları ve biçimlerine bakmak mümkün. Örneğin 100 kadından 27'si ısrarlı takibe maruz kaldığını söylüyor ama genç kadınlar için daha çok sosyal medya üzerinden olduğunu görmek mümkün. Evlenmiş ve çocuklu kadın için eşin tehdit etmesi, yakınların tehdit etmesi gibi değişebiliyor eylem biçimleri. Dijital şiddete de belki bu açıdan bakmak mümkün olabilir, her ne kadar bunu düşünerek bir veri toplanmamış olsa da... Görünür olması bakımından önemli. Mesela çocuk yaştaki evlilikler sonuçta Türkiye'nin önemli sorunlarından birisi olduğu için biz burada yaşla ilişkiyi kurarak bütün kadınlara şiddete maruz kalıp kalmadıklarını soruyoruz. Buradan çocuk yaştaki evliliği de bir şiddet biçimi olarak tanımlayıp bu konuda bir çalışma yapmaya fırsat bulduk.
Zişan Kürüm: Türkiye'de ses getiren kadın cinayeti vakaları genelde saldırganın dışardan olduğu vakalar... Balerin Ceren Özdemir, Özgecan Aslan cinayeti gibi... Oysa kitapta da bahsi geçen araştırmalar kadına yönelik cinayet vakalarında faillerin %39 gibi ciddi bir oranda eş ya da partner olduğunu gösteriyor. Medyada görünürlüğün bu oranda olmadığı açık. "Şiddet dışardan geliyor" algısı aslında çok da doğru değil. Biraz bu algıdan bahsedebilir misiniz?
İlknur Yüksel-Kaptanoğlu: Dünya genelinde araştırmaların da yoğunlaştığı alan aile içindeki şiddet. Bizim çalışmanın da gösterdiği bu. Aile içinde kadınların yaşadıkları şiddet özellikle eş ya da birlikte olduğu erkekten kadına yönelen şiddet çok daha fazla. Ama kadınlar toplumun her alanında şiddete maruz kalıyorlar. Şiddet biçimleri açısından söylediğiniz noktada bir farklılıktan söz etmek mümkün. Cinsel şiddet söz konusu olduğunda dışardan gelen şiddetin konuşulmasının biraz daha rahat olduğunun altının çizilmesi önemli. Evlilik içinde cinsel şiddetin ya da evlilik içinde tecavüzün konuşulması çok da kolay bir konu değil. Bu hem cinselliğin tabu olması ile alakalı hem de zaten kadınların maruz kaldıkları şiddeti dile getirmeleri kendileri için çok kolay değil. Hep değişebileceği, düzelebileceği umuduyla ilişkiyi devam ettirmeye çalışıyorlar. Birçok kadının şiddete maruz kaldığı halde mücadele için kurumsal başvuru yollarını kullanmadıklarını görüyoruz. Bunu kadınların toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri nedeniyle yapamadıklarına bağlamak mümkün. Eğitim imkanları daha sınırlı olabiliyor, istihdam durumu keza öyle, ülke genelinde böyle bir sorun var... O nedenle aile içindeki şiddeti ortaya koymak çok da kolay değil cinsel şiddet bağlamında. Bir de ailenin kutsandığı bir dönemden geçiyoruz. Her zaman aile çok önemliydi politikalar anlamında ama son dönemi değerlendirecek olursak aile odaklı politikaların yaygınlaştığı bir ortamda kadınlar için de bunu dile getirmek çok daha zor oluyor.
Zişan Kürüm: Toplumsal cinsiyet kavramının kullanımının yanlışlığından bahsediyorsunuz. Bunu detaylandırabilir misiniz?
İlknur Yüksel-Kaptanoğlu: Toplumsal cinsiyet kavramı son dönemde hem Türkiye'de hem de diğer pek çok ülkede çok da tercih edilmeyen, muhafazakâr çevrelerce reddedilen bir noktaya geldi. Aslında veri açısından da bunu görüyoruz. Nedir toplumsal cinsiyet? Kadınlarla erkeklerin rolleri, fırsatlara erişimleri, davranışları vs. kalıp yargılar içerisine oturtulmaları... Artık 21. yy.da bu normlara sadece biyolojik olarak kadınlar ve erkekler değil aslında bunların da toplumsal norm olduğu ve kadınlığın da erkekliğin de toplum tarafından yüklendiğine ilişkin kavramlardan bahsetmek mümkün ama veri için özel olarak söyleyebilirim. "Gender" ve "sex" diye tanımlıyoruz ama bu kategorinin altına "gender" deyip "kadın"-"erkek" demek çok doğru bir yaklaşım olmuyor. Toplumsal cinsiyet deyince de farklı kavramlar, algılar gündeme geldiği için belki de bugün tartışılan konulardan birisi haline geliyor. O yüzden hangi kavramı kullandığımız ve neyi kastederek kullandığımızın altını çizmek önemli.
"Aile içinde kadınların yaşadıkları şiddet özellikle eş ya da birlikte olduğu erkekten kadına yönelen şiddet çok daha fazla. Ama kadınlar toplumun her alanında şiddete maruz kalıyorlar."
Zişan Kürüm: Türkiye 1985'te CEDAW ve 2011'de İstanbul Sözleşmesini imzaladı. Bu sözleşmeler gereği attığı adımlar var. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü kuruluyor. Bununla beraber Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi için Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu'nun da eş zamanlı hazırlandığı gözleniyor. Bu ikiliği nasıl yorumluyorsunuz?
İlknur Yüksel-Kaptanoğlu: 2010'ların başından itibaren bunun arttığını görüyoruz özellikle 2008'ten sonra "3 çocuk" söylemiyle feministlere ve bu alandaki çalışmalara ilişkin karşıt görüş, her zaman vardı tabii, biraz daha güçlendi diyebiliriz. Yine de yasal düzenlemelerde olumlu adımlar atıldı. 2011'de ilk imza veren ülke olmasıyla Türkiye'nin önemli bir yeri var. Hatta 6284 sayılı kanun da İstanbul Sözleşmesi'ne dayanarak gündeme geldi. Politik ortamla çok ilişkili tabii. Hangi çevrenin neyi talep ettiği ile çok ilişkili olduğunun altını çizmek lazım. İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmekle ilgili Polonya'da ve Hırvatistan'da da tartışmalar var. Buradan yola çıkarak kadınların güçlenmesine karşı bir görüş birliği olduğunu söylemek lazım. Toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik bu kadar çok adım atılmasının ürküttüğü bazı çevreler var. Araştırmadan örnek olarak verebilirim. Biz çalışma yaptığımız zaman eşini öldürmekten hüküm giymiş ya da cezasının sonuçlanmasını bekleyen, hapis cezası alan erkeklerle de görüşme yapmıştık. Onların söylediği şey "Kadınların arkasında devlet var" şeklinde bir rahatsızlık söylemiydi. Bu söylemlerin daha da arttığına vurgu yapmak gerekiyor. Bir de kutuplaşma üzerinden giden politikalar var. Burada da kadınlarla erkekleri karşı karşıya getiren, "aile mi, kadın mı" noktasına indirgeyen çalışmalar oldu. Bunu destekleyen çevreler var ama bir taraftan da bütün bu olumsuzluklara rağmen yasalarla ilgili kazanımlar var, kadın hareketinin çok önemli bir mücadelesi var: devam eden birçok platformla çocuk istismarına karşı, nafakayla ilgili, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili, şiddetle ilgili... Bu platformlar sayesinde aslında Türkiye'de kadın hareketinin gücü ile bu kadınlar için mücadele alanı devam ediyor ve ben bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bir dalgalanma yaşanıyor tabii farklı grupların talepleri çerçevesinde ama kadın hareketinin buna önemli bir cevap verdiğini söylemek istiyorum. Bütün bu dalgalanmaya rağmen çok dirençli bir kadın hareketi var ve bu da bütün o kazanımların korunması açısından anlamlı ve olumlu bir adım.
Zişan Kürüm: Kitap tam da İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin imzasını çekme tartışmaları üzerine geldi. Verileriniz ışığında değerlendirdiğinizde İstanbul sözleşmesinin ciddiyetle uygulanması halinde kadına yönelik şiddetle mücadeleye katkısı nasıl olur?
"İstanbul Sözleşmesi'nin altın standart olarak tanımlanmasının nedenlerinden birisi de özen yükümlülüğünü getirmesi. Sözleşmenin söylediği; hükümetin yaptığı her şeyi özenli bir şekilde yerine getirmesi gerekiyor."
İlknur Yüksel-Kaptanoğlu: İstanbul Sözleşmesi çok iyi bir yerden yakalıyor şiddetle mücadeleyi. Bütünlüklü bir politikası var. Veri toplanması, şiddete maruz kalanları koruma, şiddetin önlenmesi, şiddet uygulayanların kovuşturulması gibi dört ayak üzerinden ilerleyen bir sözleşme. Bu anlamda bütün bu ayakların birbiri ile etkileşimini sağlam tutmak gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi'nin altın standart olarak tanımlanmasının nedenlerinden birisi de özen yükümlülüğünü getirmesi. Sözleşmenin söylediği; hükümetin yaptığı her şeyi özenli bir şekilde yerine getirmesi gerekiyor. Gerekli özeni gösterme normu çok önemli ve bu normun söylediği aslında kanun da olsa bu kanunu uygulayanların zihniyeti ile ilgili değişiklikler yapılması gerekliliğinin altını çiziyor sözleşme. Tedbir kararı için başvuruda bulunan kadınlar için aslında kanun gereği yapılması gereken koruma kararı çıkarılması gerekirken bu çıkarılmıyor. Uygulama ile ilgili sorunlardan kaynaklı tabii. Eğer sözleşmedeki her şey normlara uygun olarak yerine getirilebilse, uygulamada yaşanan sorunların büyük bir kısmını bertaraf etmek anlamında önemli bir katkısı olacaktır diye düşünüyorum. O yüzden bu özen gösterme normunun altını çizmek istiyorum. Yapılan her şeyin özenli yapılması... Korumanın da kovuşturmanın da bir yeri var kanun çerçevesinde ama bunun çok uygulanmadığını görüyoruz. Bir yandan devreye kültürel-sosyal normlar, kalıp yargılar giriyor ki bunlar çok belirleyici... Çünkü bu kanunu uygulayan kişiler de, hakimler de bu toplumun bir parçası ve zihniyet kadınlara yönelik şiddetin çok da önemli olmadığını düşünüyorsa ya da kadınların "suçuna-hatasına" daha fazla odaklanıyorsa bu zihniyeti değiştirmeden eldeki yasaların kadınların yararına kullanılmasını çok da beceremiyor oluyoruz.
Zişan Kürüm: Kitabın ikinci bölümünde özellikle bahsetmişsiniz ama topladığınız veriler, şiddetle mücadelede eylem planı oluşturma açısından nasıl kullanılabilir? Verilerin politik yansımalarından bahsedebilir misiniz?
İlknur Yüksel-Kaptanoğlu: Kitapta farklı şiddet biçimlerine yer vermeye çalıştık. Ortaya çıkan noktaların politikacılar tarafından farkında olunması lazım. Bu alanda hizmet sunan bütün meslek profesyonellerinin eğitimleri var, kolluk kuvvetlerine, jandarmaya örneğin. Bir çalışma yapılıyor ama bunların arttırılması ve neden önemli olduğu açısından kullanılabileceğini düşünüyoruz. Politikacılar için veri kullanımı çok daha netleştirici oluyor nasıl bir sorun olduğuna dair. Bizim yapmaya çalıştığımız bu verinin görünür olmasını sağlamak. Ama sadece politika yapıcıların kullanması değil istediğimiz. Sonuçta bu alanda kadın örgütlerinin de savunuculuk yapan grupların da hak temelli örgütler de dahil olmak üzere herkesin kullanabileceği veriler sunmak istedik. Politika yapmak isteyen herkesin umuyoruz işine yarayacak bir çalışma olmuştur.
Zişan Kürüm: Araştırma aralıklarına baktığımızda bugünlerde bu araştırmanın yenilenmesi gerekiyor. Doğru mu? Araştırmanın güncel versiyonu olacak mı? Bir sonraki planınız nedir?
İlknur Yüksel-Kaptanoğlu: Araştırmaları tabii enstitü olarak yürüttük ama Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü ile iş birliği içerisinde yürüttüğümüz çalışmalardı. Şu ana kadar enstitüye böyle bir çalışma bilgisi ulaşmadı. KSGM koordinasyon planında 2020-2021 tarihleri içerisinde bir araştırma yapılması vurgusu vardı hedeflerden biri olarak. Ama buna ilişkin bir bilgim yok. Şunun altının çizilmesi gerek: farklı kurumların araştırma yapması tabii ki önemli ama araştırmayı yürütenlerin bu deneyimden faydalanmasının da önemli olduğunu söylemek gerek.
"Bizim yapmaya çalıştığımız bu verinin görünür olmasını sağlamak... Bu alanda kadın örgütlerinin de savunuculuk yapan grupların da hak temelli örgütler de dahil olmak üzere herkesin kullanabileceği veriler sunmak istedik."
Yorumlar (0)