İnadına, umuda pedallamak...

İnadına, umuda pedallamak...

12 Eylül 1980 gününün çocuk gözümle, hayatımın en güzel günlerinden biri olduğunu söylesem inanır mıydınız? Daha sabah olmadan, gece üç-dört filan olmalı, bir kaç gündür misafir olduğum Balıkesir’deki teyzemin evinde, babamın Bursa’dan beni almaya geldiğini duyup sevinçle uyandım. Gün doğup kahvaltımızı yaptıktan sonra annem ve kardeşimle buluşmaya Gömeç’e gidecektik. Babam bana bir sürprizi olduğunu gece mi yoksa 12 Eylül sabahında mı söyledi tam hatırlayamıyorum ama bisikletimi, ilk kez, evin balkonuna koşup, arabanın bagajında beni beklerken görmüştüm. Çok güzel bir maviydi. Ne garip geldi yazarken… 12 Eylül sabahı misafiri olduğum bu ev, sadece birkaç ay sonra, 12 Eylül darbesi yüzünden annem ve kardeşimle göç edip, sığındığımız yeni evimiz olacaktı… Ama 12 Eylül 1980 sabahında, balkonuna gidip gidip henüz binmeyi deneyemediğim bisikletim duruyor mu diye kontrol ettiğimde teyzemin eviydi henüz.

Mavi bisikletim Balkan markaydı, babamın Bulgaristan göçmeni iş arkadaşı getirmişti. Aaa unutmadan, bir de Misha’nın broşu vardı yanında. Hatırlar mısınız 80 Moskova Olimpiyatlarının Misha’sını? Bakın yanda. Eee malum bizim eve yakındı o zamanlar Moskova, biz tanırdık kendisini! O sabah yola çıkmadan önce sürmeyi deneyemedim ama daha yakından baktım bisikletime. O kadar çok istemiştim ki o yaz bisikletimin olmasını. Birinci sınıfı bitirmiştim, 7 yaşındaydım… Babam bana bisiklete binmeyi öğretecekti. Başka bisikletlere de bakmıştık önceleri ama bu bisiklet baktıklarımızdan çok daha güzeldi. Gövdesinde ikiye katlanması için bir mandalı vardı, üstelik kontra pedal! Nasıl yeni, pırıl pırıl, hala gözümün önünde lastikleri…

Babam, o sabah uyandığımızda ne çalan marşları fark etti, ne de sokaktaki tekinsiz sessizliği. Olanlardan, olacaklardan habersiz teyzemlerle vedalaşıp bindik arabaya. Balıkesir’in Edremit çıkışında bir asker durdurdu bizi. Babam “nasıl hala anlamamışım” diye yıllar sonra bile şaşkınlıkla hatırlardı o sabahı. Durduğumuzu, babamın sol camı çevirerek açtığını ve askerin “abi ihtilal oldu” dediğini bugün gibi hatırlıyorum. Bu kareyi takip eden birkaç saat ise belirsiz zihnimde. Hatırlayamasam da, bildiğim teyzeme döndük. Ev halkını telaşlı bulduk tabii. Biz girdiğimizde apartmandan birilerini götürüyorlardı, teyzemin yan dairesindeki ‘ülkücü çocuklar’ diye kalmış aklımda.

Babam beni evde bırakıp gitti, sonradan öğrendiğim üzere araba Bursa plakalı diye bize üzerinde transit geçiş iznimiz olduğunu yazan bir kağıt vermişler. Babam beni aldı ve tekrar çıktık yola. Darbe haberini aldığımız aynı noktada durduk, izin yazımızı gösterdik ve bomboş yolda ilerlemeye devam ettik. 

None

Yaşım küçükken yollar çok uzun gelirdi bana, şimdi yaklaşık 120 km olduğunu bildiğim bu yol ne kadar uzundu. Yolda defalarca durdurdular bizi, defalarca belgelerimiz soruldu. Ben ise bu duruşlarımızdan yararlanıp bir ön koltuğa babamın yanına, bir arka koltuğa bisikletimin yanına (araba station vagon olduğundan arka koltuktan rahat rahat seyrediliyordu bisikletim) geçiyordum. İhtilal nedir (öyle demişti bizi ilk durduran asker) diye, yollar niye boş diye konuştuğumuzu hatırlamıyorum hiç babamla. Yolculuk boyunca hatırladıklarım; sürekli izlediğim bisikletim, yolda defalarca durdurulmamız ve mola verdiğimiz bir köy kahvesinde, yanımızdaki Nazım kitabını orada tanıştığımız ben yaşlardaki bir çocuğa hediye etmemiz. Hepsi bu… Annem, kardeşim ve annemin misafir olduğu arkadaşı karşıladı bizi Gömeç’te. Ne kadar telaşla beklediklerini hiç fark etmedim. Tek isteğim bir an önce bisiklete binmeyi öğrenmekti. Gerçekten ilk bisiklet sürme denemelerimi Gömeç’te yaptırdı babam ama bisikleti sürmeyi becerebildiğimi söyleyemem bu denemelerde. Birkaç gün sonra döndük Bursa’ya. Çocuk gözümle herşey normaldi. Muradiye’deki parkta öğretti bisiklete binmeyi babam bana, Muradiye camii’nin önündeki o güzel parkta. İlk sürüşlerimde bir de şarkı söylemeye çalışırdım, düşerdim bol bol tabii. Babam çok gülerdi bana, “önce bir sür sonra söylersin şarkını” derdi. Darbeciler babamı benden alana kadar bisiklete binmeyi de, binerken şarkı söylemeyi de öğrendim.

None

Babamın bana öğrettiği pek çok güzel şeyden biri de, en az diğerleri kadar kıymetli olan, bisiklete binerken yüzüne vuran rüzgarın özgürlüğünü hissedebilmeyi öğretmesiydi. Ne demişler “bisiklete binmek gibi, unutulmaz”… Ne yaşarsak yaşayalım, bisikletimizi de çalsalar, sevdiklerimizi elimizden alıp dünyayı başımıza da yıksalar, umut etmeyi, devam etmeyi, dostlarımıza sarılmayı, doğru bildiğimiz yolda pedallamayı, tıpkı ‘bisiklete binmek gibi’, bir öğrendik mi, unutmayız bir daha.

Darbelere inat, diktalara inat; unutmayalım, unutturmayalım…

Bu yazı Eylül 2016'da Solfasol Gazetesi'nin 65. sayısında yayımlanmıştır

Yazar Alanur Cavlin
  • Paylaş

YAZININ BASILI HALİ

POPÜLER İÇERİK