Efecan Tan - Kadın ve medya ilişkisi hakkında ne düşünüyorsun? Kadınlar medya sektöründe yeterince yer buluyor mu? Bunu iki açıdan soruyorum: Kadınlar medya sektöründe çalışan olarak söz sahibi olabiliyor mu? Hem de kadın, medyada nasıl yer alıyor, bir meta olarak kullanılıyor mu?
İrfan Aktan - Medya sektöründe kadın yönetici çok az ve bunun pek çok sebebi var. Genel olarak hayatın diğer alanlarında da kadınlar yönetici olarak değil, daha ziyade hizmet sektöründe ya da alt tabakalarda istihdam ediliyorlar. Medya alanında bu çok daha bariz. Mesela şu an genel yayın yönetmeninin kadın olduğu bir gazete yok. Genel yayın yönetmeni yardımcısı var, Taraf’ta Yasemin Çongar. Onun dışında genel yayın yönetmeninin kadın olduğu bir TV kanalı da yok sanırım. Genelde kadınların hem yönetici olmadığı hem de karar mekanizmalarında kendilerine yer bulamadığı bir erkek alanı medya. Örneğin bazı web sitelerinde ve gazetelerde tecavüz haberlerinin çoğunda yarı çıplak kadın fotoğrafı gösteriliyor. Diğer taraftan, medyadaki asıl sorun yöneticilerin cinsiyeti değil medyanın yapısı. Tabi kadınlar yönetici olsaydı medyanın yapısı değişir miydi bilemiyorum. Türkiye’de medya patronları hiç olmadığı kadar iktidara angaje durumdalar. Çünkü medya patronları petrol işi yapıyor örneğin, madencilik yapıyor ve medya organı üzerinden hükümetle daha yakın ilişki kuruyor, bu ilişkiye göre de ihale alıyor. Son dönemde medyadaki muhalif gazetecilerin işinden olmasının temel sebeplerinden biri de bu ilişkiler. Medya patronlarına bu insanları istihdam edersen ihale alamazsın deniliyor. Patronlar da buna uydular ve muhalif gazetecileri istihdam etmekten vazgeçtiler.
Gazetenin patronu gazeteci olmalıdır
İA - Özetle, medyadaki temel problem kadın-erkek meselesi değil. Yani cinsiyetçilik, cinsiyetçi dil, kadına bakış açısı problem başlıklarından sadece bir tanesi. Medya alanına genel bakıldığında bu sorunun da medyanın ‘sahiplik yapısı’ ile ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Aslına bakarsan gazeteyi gazeteci çıkarır. Gazetenin patronu gazeteci olmalıdır.
ET - Express Dergisi’nin 2009 Kasım sayısında “Bölgede ve Kandil’de hava durumu/Mücadele olmazsa çözüm olmaz” başlıklı haber analizin nedeniyle örgüt propagandasından hapse mahkum edilmiştin. Biraz o süreci anlatır mısın?
İA - Bizim cezamız 3. yargı paketi kapsamında ertelendi. Beş yıl boyunca “aynı suçu tekrar etmemek kaydıyla”. Ceza alan sadece biz değiliz, özellikle Kürt medyasından yüzü aşkın gazeteci tutuklandı. Diğer sol yayınlar da benzer bir muamele görüyor. Çok bariz bir şey var devletin arzuladığı... Sadece ekonomik bir kıskaç içinde değil muhalif gazeteciler, aynı zamanda hukuki ve siyasi baskı da var.
Muhalif medyanın sesi kısıldıkça yaygın medya daha da tek seslileşiyor!
Muhalif medyanın sesi ne kadar güçlü çıkarsa yaygın medyadaki otosansür de o kadar azalır. Basın özgürlüğünün temel problemlerinden biri de bu, otosansür. Muhalif medya güçlü olduğu sürece yaygın medya içinde bulunan bazı gazeteciler daha cesur davranıyorlar. Şu anda herkesin cesareti kırılmış durumda. Ciddi bir otosansür var çünkü. Hükümet mensupları, biz hiç bir gazeteciyi arayıp tehdit etmeyiz diyor, doğru olabilir bu. Ama uygulamalarıyla gazetecileri otosansüre zorluyorlar zaten. Muhabirlerin sansürlenen haberlerini kimse bilmiyor
ET - Radikal özelinde bakarsak Yıldırım Türker ve Cevdet Aşkın’dan sonra Tarhan Erdem’in yazısına müdahale edilmiş fakat Tarhan Erdem buna göz yummuş sanırım. Buna ne diyeceksin?
İA - Köşe yazarlığıyla haberciliği karıştırmamak lazım. Köşe yazarlarının maruz kaldığı sansür daha görünürdür, muhabirlerinki ise daha görünmez... Bir muhabirin haberinin sansürlenmesi ancak muhabir ve çevresi tarafından bilinebiliyor. Muhabirlere ses kayıt cihazı muamelesi yapılıyor.
ET - Türkiye’de muhabirlik müessesesi nasıl çalışıyor? Muhabirler her gün ofislerine gidip memur gibi orada tıkılıp kalıyorlar mı? Senin çalışma tarzın nasıl?
İA - Gazeteci muhabir dediğin, bir yere gidip araştırma yapar, konuyla ilgili geniş malumata sahip olur ve bunu yayınlayıp kamuoyunu haberdar ederdi. Artık kimse muhabirin getireceği bilgiye bakmıyor. Şimdi artık tek seslilik o düzeye geldi ki muhabire verilen önem de azaldı. Muhabirlere ses kayıt cihazı muamelesi yapılmaya başlandı.
Araştırmacı gazetecilik diye bir şey kalmadı. Gazeteci dediğin olay mahallinde bulunur, bir olay yaşandığında orada zaman geçirir, insanlarla görüşür. Ama artık muhabirler elinde ses kayıt cihazıyla çeşitli etkinliklere gönderilen, olup biteni kaydedip getiren ve “uygun biçimde” haberi yapan insanlar oldu. Koca koca yayın grupları 3,5 muhabirle yayınını sürdürüyor. Türkiye’de hemen herkes köşe yazarı. Çünkü kimse bilgiyi taşıyan olmak istemiyor, herkes bilgiyi yorumlamak istiyor. Öyle bir noktaya gelindi ki bilgiye hakikate erişemiyoruz. Hakikate erişemediğimiz zaman neyin yorumunu yapacağız? Bu durum gazeteciliği öldürür. Gazetecilik köşe yazarlığı değildir, gazetecilik hakikatin peşinde koşmak, onu bulup insanları bundan haberdar etmektir. Mesela Roboski’de, 34 insan öldürüldüğünde, biz bunu Türk medyasında öğleden sonra filan öğrenebildik. Çünkü artık muhabirin aktarımları tehlikeliyse hiç bir şekilde gazetede yer alamıyor. İktidarın işaretine bakılıyor... Gazeteci bağımsız değil, editöryel bağımsızlığı söz konusu değil. Oysa ki her gazeteci için Roboski, olduğu andan itibaren Türkiye’nin ilk haberidir. Şu anda açlık grevi var cezaevinde ve kimse bunun haberini yapmıyor. Bu insanların sağlık durumlarından doğru dürüst haberdar değiliz. Bu insanların durumu ne, yakınları ne diyor, buna dair bir haber okuyabiliyor muyuz? Hayır. Gazetecilik öldürülmek isteniyor...
ET - Roboski demişken, Roboski katliamından sonra Selahattin Demirtaş “Bu ülke artık bölünmüştür. Bundan artık emin oldum” demişti. Kürdistan’da insanlar ne düşünüyor, Türkler ve Kürtler duygusal bir kopuş yaşadılar mı? Kürtler Roboski’den sonra AKP’den uzaklaştılar mı?
İA - Kürtlerin aidiyet duygularını yitirmeleri Roboski ile başlamadı. Diyarbakır özelinde bakacak olursak, aslında 2006’da başladı. O dönem PKK eylemlerine hız vermişti. Mart 2006’da Diyarbakır merkezde bazı eylemler yaşanmış, aralarında çocukların da bulunduğu onu aşkın insan öldürülmüştü. O tarihten itibaren Kürtlerin devletle ve Türklerle ilgili aidiyet bağında zayı' ık yaşanmaya başladı. Tabi bütün Kürtler için geçerli mi? Hayır. Özellikle Kürt hareketi etrafında örgütlenen insanlar için bu geçerli.
Evet AKP’nin Kürtler için ciddi bir alternatif olduğunu görüyoruz...
İA - Kürt bölgesinde AKP’nin hala oy potansiyeli var çünkü Kürtler homojen bir grup değil. Kürtler içinde de sını' ar, inanç farkları var. Özellikle mütedeyyin kesimin orta sınıf mensubu AKP ile birlikte ve Kürt hareketinin muhtemel kazanımlarından kendisi için herhangi bir pay beklemiyor. Bu mücadeleye mesafeli yaklaşıyor. Bu insanlar, 1990’larda DYP’ye öncesinde ANAP’a oy verirdi şimdi AKP’ye oy veriyor. Devlet partilerine yakın duran, ona oy veren Kürtler var ve olacak da. Bence mesele Kürtlerin duygusal olarak ayrışması veya kopması meselesi değil. Mesele, haklarını talep eden Kürtlerin (diyelim ki onlar 2,3 milyon) algısı değişti. Bu kesimin algısının değişmesi önemli. Roboski öncesi ve sonrası diye bakarsak, eskiden Kürt hareketi içinde yer alan Kürtler devletten bazı taleplerde bulunurdu, devlet şunu yapsın, şu hakkımızı versin gibi. Fakat şimdi, devletten herhangi bir talepleri yok. Bu insanlar devleti yok sayıyor, bir karşıt güç olarak görüyor. Yoksa Diyarbakır orta sınıfının önemli bir çoğunluğu hala AKP’ye destek veriyor, verecektir de.
Siyasiler barışsa bile toplumun tabanındaki küslük devam edecek
ET - Peki dediklerine istinaden soruyorum: Kürtler yeni bir Oslo sürecine sıcak bakmıyor mu?
İA - Bakarlar ama ben hep şunu düşünüyorum; siyası aktörler barışsa bile toplumsal tabandaki küslük devam edecek. İmralı’da, Oslo’da görüşmeler yapılabilir, anlaşılabilir. Hatta ve hatta bir barış sürecine girilebilir, ancak duygusal kopukluk kolay kolay giderilemez. Vazo kırıldı parçalarını yapıştırsan bile izleri kalacak. Kürt sorununun temelini AKP atmadı dolayısıyla sorunu AKP tek başına çözemez.
ET - Biraz güncele dönersek BDP Heyeti Cumhurbaşkanı ile görüştü. Siyasette çalkantılı adımlar atılmaya çalışılıyor ama sonuç çıkartılabilecek mi meçhul. AKP söz gelimi demokrat olduğu zamanda bile bu sorun için yeterince adım atmamışken iyice otoriterleştiği şu dönemde bir hamle yapabileceğine inanıyor musun? Yoksa Kürtler kendi haklarını sadece kendi mücadeleleriyle mi elde edecekler?
İA - Şöyle bir laf var: “AKP zaten muhafazakar bir parti, dolayısıyla Kürt sorununu zaten çözemez. Zihniyeti buna müsaade etmez”. Ben bu fikre tam olarak katılmıyorum. Türkiye’de Kürt sorununun çözümüne engel olan sadece AKP değil, çözümünü sağlayacak olan da sadece AKP değil. Kürt sorununu sadece Erdoğan çözer iddiası bana kalırsa çok şişirilmiş bir laf.
Leyla Zana’nın Kürt sorununu Erdoğan çözer yorumuna katılmıyorum.
ET - Leyla Zana’nın bu işi Erdoğan çözer sözlerine katılmıyorsun yani...
İA - Sadece Leyla Zana değil başka mecralarda da bu söz dile getiriliyor. Bu fikre katılmıyorum. Türkiye’de Kürt sorununu AKP yaratmadı. Kürt sorununu ulus devlet yapısı yarattı. Ancak bu devlet yapısı revize edilirse çözülür. AKP devletleşmiştir ama devlet tamamen AKP’lileşmiş değildir. Dolayısıyla bu Türkiye Cumhuriyeti devletinin çözebileceği bir mesele. AKP yarın öbür gün gidebilir. Yerine CHP de gelse MHP de gelse, devletin genel perspektifi Kürt sorununu çözmeye odaklanmazsa bu sorun çözülmez. BDP bile iktidara gelse, bu temel kurumlar ve zihniyet değiştirilmediği sürece Kürt sorunu çözülmez. AKP bu zihniyeti değiştirebilir deniyor, belki ama bunu yapabilmesi için hem BDP ile hem Türkiye’deki sosyal demokratlarla ittifak kurması gerekiyor. AKP bunu yapmıyor.
ET - Sosyal demokratlardan kastın CHP’nin tabanı mı?
İA - Evet CHP ve solun çeperindeki diğer örgütler.
ET - Peki CHP’nin sosyal demokratları Kürt sorununda adım atacak kadar sosyal demokrat mı sence?
İA - CHP şu anda kendine özgü bir siyaset yürütmüyor. CHP AKP’nin çeperinde AKP’nin politikalarına cevap vermekle yetiniyor. CHP eğer kendi milliyetçi tabanına rağmen bir zihni açılıma girerse önemli bir odak olabilir.
Kürt sorunu anadilde eğitimle ve Öcalan’ın hapis koşullarını iyileştirmeyle çözülmez
ET - Bu bir sistem sorunu yani...
İA – Evet. AKP bu sorunda sadece bayrağı devraldı, sorunun taşıyıcılığını üstlendi. Bu önemli. Eğer biz bütün umudu AKP’ye bağlarsak hata yapmış oluruz. Erdoğan’ın bir lafıyla herkes umutsuzluğa gark oluyor. Kürt meselesi bu kadar basit bir mesele değil. Bir kaç kelime üzerinden umut devşirilecek bir mesele değil, çok yapısal bir mesele. Bu yüzyıllık sorunun çözümü de 3,5 adımla olmaz. Çok sık söyleniyor: anadilde eğitim verilirse ve Öcalan’ın hapis koşulları düzeltilirse bu sorun çözülür. Hayır bu sorun çözülmez. 2,3 milyona yakın insan yerinden edildi. Kürtlerin toplumsal yapısı alt üst edildi. Aşiret yapısından tut da sosyo- kültürel tüm alanlarda ciddi bir tahribat yaşandı. Bunu tekrar tesis etmeniz lazım. Çözüm isteniyorsa eğer, bu çözümü kimse tek bir siyasi partiden beklememeli. Çözüm için herkes inisiyatif almalı. Solcusu, İslamcısı bu sorunun çözülmesini isteyen herkes hükümeti değişmeye zorlamaktan ziyade sistemi değiştirmeye odaklanmalı.
ET - Sistemi değiştirmekten bahsederken kastın demokratik özerklik mi?
İA - Şimdi Kürt hareketi onu öneriyor. Çünkü merkezi yönetim şeklinin değiştirilmesinin çözüm olabileceğini düşünüyor. Bunu denediler. Sokaklarına kendi isimlerini verdiklerinde kaymakam bunu veto etti, savcı soruşturma başlattı. Kürtler kendi sokağına kendi isim vermek istiyor. Çocuğu kendi dilini öğrenebilsin, Kürtçe konuşarak istihdam edilebilsin istiyor. Ama mahkemeye gittiğinde de Türkçe bilmek zorunda olmak istemiyor.
ET - Kürtçe seçmeli ders desem ne dersin?
İA - İsmail Beşikçi’nin dediği çok doğru; Türkler için seçmeli Kürtçe dersi olabilir. Yani şimdi Türkiye de, Bulgaristan’daki, Kıbrıs’taki ya da Almanya’daki Türkler için ne istiyorsa aynılarını Kürtlere versin. Ne deniliyor Almanya’ya karşı: “Asimilasyon soykırımdır”. Peki Türkiye’de ne oluyor?
Yorumlar (0)