Soma'da meydana gelen ve en az 301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği olay toplumun her kesiminde yaygın tepkilere neden oldu. Öncelikle insancıl yönü vardı bu tepkilerin. Düzenin soyguncu kâr hırsına kendini kaptırmayan ve yüreğinde insancıl duygular taşıyanların katliam diye nitelenecek bu olaya tepki duymamaları olanaksız.
"Cesetlerin üzerinde siyaset yapmayın" diyenler de vardı. Hatta olay karşısında siyasi tavır alanlar "nebbaşlık" (ölü soyuculuğu) ile suçlandı. Kusura bakmasınlar ama Soma kendi siyasetlerinin bir ürünü ve siyaseten tepki gösterilmesini fazlasıyla gerektiriyor.
Soma'ya karşı gösterilen kitlesel tepkilerin yoğunlaştığı önemli bir kesim üniversite gençliğiydi. Tepkiler bazı üniversitelerde boykot, hatta işgale kadar yükseldi. Toplumsal süreçte kitleler, örgütler önemli kavşaklardaki davranışlarıyla sınav verirler. Söylemlerin, ideolojilerin geçerliliği böyle kavşaklarda sınanır. Üniversite gençliği dağınıktır, örgütlenme düzeyi belki yetersizdir ama Soma'da başarılı bir sınav vermiştir.
İşçi sınıfı mücadelesi ile gençliğin siyasal yönelişlerinin kesişmesi, birlikte olması veya aykırı yollara yönelmesi üzerine ayrıntılı görüşler geliştirilebilir. Yakın dönem toplumsal tarihimiz bu açıdan çok öğreticidir.
Toplumsal sol muhalefet içinde gençliğin siyasal hedefleri genel çizgileriyle işçi sınıfı siyasetinin adil, eşitlikçi bir toplum hedefiyle çakışmaktadır. Ama bu ortak hedefe karşın gençlik hareketi ile işçi sınıfı siyaseti arasında bir bütünleşme kolay gerçekleşmemektedir. İşçi sınıfının siyasal yapılanmaları gençliği kendi örgütlenmeleri içine çekmeye çalışırken, gençlik hareketleri çoğu zaman ele avuca gelmez bir ataklık gösterebilmektedir. Toplumsal muhalefetin başarısı bir ölçüde de ayrı yollardan aynı hedeflere yönelen böylesi hareketlerin ustaca birlikteliğinin sağlanmasına bağlıdır diyebiliriz.
Biraz eskilere gidelim. Ülkemizde yarım yüzyıl öncesi kabaran sol dalganın arifesinde, 1965 Martında Ankara Cebeci'de SBF önünde ellerinde dövizlerle toplanarak Sıhhiye'ye doğru yürüyüşe geçen çok sınırlı sayıda üniversiteli de bir ilki gerçekleştiriyordu. Sanırım bu yürüyüş, bizde gençliğin işçi sınıfı ile paydaşlığını gösteren ilklerden biridir.
Yürüyen gençler Kozlu olaylarını protesto ediyordu. Cumhuriyet tarihinde ilk kez Kozlu'da işçiler askerle karşı karşıya getirilmiş ve 12 Mart günü askerlerin açtığı ateş sonucu iki işçi, Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar ölmüştü. Çatışmalarda 30'dan fazla işçi ve 15 dolayında asker yaralanmıştı.
Maden işçileri günde 18 saati bulan ağır çalışma koşullarına, düşük ücretlere karşı çıkıyordu. O koşullarda yöneticilere dağıtılan "liyakat zammı" bardağı taşıran son damla olmuştu. Önce Gelik'teki ocakta başlayan işi bırakma eylemi daha sonra Karadon ve Kilimli bölgelerine yayılmıştır. İşçiler işbaşı yapmalarını isteyen Zonguldak valisini kazma, küreklerle kovalamış, çıkan çatışmada arkadaşlarının askerler tarafından öldürülmesi üzerine Kozlu'ya doğru yürüyüşe geçmişlerdir. İşçilerin Zonguldak'a, hatta Ankara'ya yürüyeceği söylenir. 2-3 gün süren bu kitlesel eylem sırasında iktidar çevrelerinde tam bir panik yaşanmıştır. Hatta işçilerin üzerinde jet uçakları alçaktan uçurulmuş, uçaklardan işbaşı yapmalarını isteyen bildiriler atılmıştır.
TÜRK-İŞ Kozlu direnişine karşı çıkmıştır. Onlara göre işçileri kışkırtanlar vardı. Bölgede komünist bildiriler dağıtılmış, hatta bazı işçiler sarhoş edilerek olaylar kışkırtılmıştı. Yürüyüş öncesi yayınladığı bildiride TÜRK-İŞ Ankara'da yapılacak yürüyüşü uygun görmediğini duyurmuştur.
TİP o günün koşulları altında TCK'nın 141 -142. maddelerinin yürürlükte olduğu bir ortamda legal sınırlar içinde kalmaya önem veriyordu. Mehmet Ali Aybar "her türlü yasadışı hareketin karşısında olduklarını" açıklar ve "devletin ölçüyü aşan bir mukabelede bulunduğu"nu belirtir. TİP'e göre olayların nedeni Anayasanın uygulanmamasıdır. Ankara'da gençlerin düzenlediği protesto yürüyüşü konusunda ise TİP, "Topyekûn millete mal olan bu üzüntünün şu günlerde devamlı olarak yenilenmesi doğru değildir" demiştir. Ancak, daha sonra TİP'e katılacak olan Ankara bağımsız senatörü Niyazi Ağırnaslı 17 Mart günü gençlerle birlikte yürümüştür.
Hükümete göre Kozlu'da olayları komünistler kışkırtmıştır. AP ağırlıklı koalisyon hükümetinin Çalışma Bakanı İhsan Çağlayangil Kozlu direnişini küçümseyerek "amele olayları" demiştir. Gençlerin buna tepki gösteriyordu. Ankara yürüyüşünde taşınan dövizlerden birinde "Amele değil işçi" diye yazıyordu.,
SBF Fikir Kulübü tarafından 17 Mart 1965 günü Ankara'da düzenlenen yürüyüşe 9 kuruluşun katıldığı yazıyor o günün gazete haberlerinde. Sonuçta birkaç bağımsız sendikanın temsilcisi ve 60-70 kadar üniversite öğrencisi katılmıştı yürüyüşe. O tarihte toplum polisi daha kurulmamıştı, TOMA'lar filan da yoktu. Yürüyüş boyunca gençlere 1. Şubenin sivil polisleri eşlik etti. Sivil olmasına sivillerde ama bazıları takım elbiselerini resmi polis üniforması kumaşından yaptırdıkları için kolaylıkla fark ediliyordu. Zaten o tarihte Ankara'da hemen hemen herkes birbirini tanırdı. Yürüyüş dolayısıyla yayınlanan açıklamada şöyle diyordu gençler:
"İnsanca yaşama hakkı hiçbir kişinin, hiçbir sınıfın tekelinde değildir. Çalışan ve üreten herkes mutlu olma hakkına sahiptir. Türk insanı yoksulluğun ve çaresizliğin bunalımıyla kıvramakta, Türkiye iktisadi ve ahlaki bir buhran içinde bulunmaktadır. Haklarını arayan insanları kurşunlamak hiçbir demokratik düşünceyle bağdaşmaz. İkide bir, birtakım esrarengiz tahriklerden bahsetmek, olayların temelinde yatan derin gerçekleri kavramamaktır."
Kozlu direnişinin siyasal sonuçları ne olmuştu? Başta Zonguldak olmak üzere İstanbul ve diğer kentlerdeki sendikalar giderek güçlendiler. TİP ilk kez genel seçimlere katıldı ve ülke genelinde oyların %3'ünü alarak meclise 15 milletvekili soktu. İşçi kesiminde ve üniversitelerde sol hareket giderek yükseliyordu. İki yıl sonra 13 Şubat 1967'de DİSK kuruldu. Üniversitelerdeki gençlik örgütlenmeleri güçlendi, daha sonra DEV-GENÇ adını alacak Fikir Kulüpleri Federasyonu kuruldu. Kuşkusuz Kozlu olaylarının dolaylı da olsa bu gelişmelerde katkısı vardır.
Zonguldak özelinde ve seçim sonuçları itibariyle bakarsak, Zonguldak'ta Demirel liderliğinde kapitalizmin savunuculuğunu yapan Adalet Partisi oylarını artırdı. 1961 seçimlerinde Adalet Partisinin Zonguldak'ta % 55 olan oy oranı 1965 Ekiminde % 65'e yükseldi. Ülke genelinde de durum farklı değildi ve AP oylarını %34'den %52'ye çıkarmıştı. Seçim sonuçları tek başına siyasal gelişmeleri açıklamaya yetmez diyebiliriz ama sonuçta, en azından darbe olmadığı sürece iktidar böyle belirleniyor.
Kozlu olaylarından sonra ilerleyen yıllarda gençlik hareketi ve işçi sınıfı hareketi ayrı düzlemlerde, birbiriyle pek kesişmeden gelişti. DİSK'te örgütlenen işçiler 1970 yılında 15-16 Haziran günleri İstanbul'da gerçekleştirdikleri kitlesel direnişle nasıl bir güç olduklarını gösterdiler. O tarihe kadar işçi sınıfının nesnel gücü konusunda gerçekçi, somut değerlendirmelerden uzak kalan gençlik için de 15-16 Haziran önemli bir olaydır. Ancak böyle bir durum da iki potansiyelin belirli bir güncel siyaset üzerinde bulaşabilmelerini sağlayamamıştır.
Elbette gençler 15-16 Haziran'dan uzak kalmadılar. Örneğin Ankara'da 18 Haziran günü bir destek yürüyüşü düzenlendi. Ankara'da bulunan bütün farklı sol siyaset erbabının katıldığı ve Meclise gitmeyi hedefleyen bu yürüyüş nasıl olduysa ciddi kuramsal bir yanılgı ile küçük esnafın, zanaatkârların bulunduğu Sanayi Çarşısına yöneldi ve toplum polisi tarafından daha başlamadan bastırıldı. Gençlik ve Ankara siyaset tarihinin önemli bir olayıdır bu Sanayi Çarşısı bozgunu ve ayrıca üzerinde ayrıntılı durulmalıdır.
Soma'dan sonra toplumsal muhalefetin, kitlesel direnişlerin nasıl bir gelişme göstereceğini birlikte izleyeceğiz. Ama hemen söyleyelim, eğer önümüzdeki ilk seçimlerden bugünün iktidarı Soma'da oylarını artırarak çıkarsa hiç şaşırmayın. Köklü değişimler hemen olmuyor. Sabırla ve inatla direnişe devam. Başka seçenek yok.
Bu yazı 2014 yılında Gazete Solfasol'un 38. sayısında yayımlanmıştır.
Yorumlar (0)