(Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz, geçicidir, endişe etmeyin. Bitmek bilmez sandığım bir aşkın başından sonuna gözümün önünden geçişidir omuzlarımdaki çökme hissinin sebebi herhalde, sadece dönüşüyor belki de, ama hangi tipide neyi kaçırdığımı bilemediğimden, dirseklerime kadar çöküyor işte.)
Ne çok tipi olurdu o zamanlar, baş şehrimize hoş geldiniz, ayazımızla meşhuruz, âşık liseli gençlerimizin susup kalışıyla güzel yüzlü kızların karşısında, topukları kıçlarına vura vura kaçışıyla sebepsiz yere, yokuş yukarı, Dikmen Sırtları; çam ormanlarına aşkını ağlayan avazıyla. Okuldan eve on küsur kilometre, kara kamu(e beyaz arabalara bakmak için uzatsan da yolu, aynı süre, yol boyu çam ağaçları, buzdan beyaz milyonlarca iğneleri, sayılarla bozmazdan önce kafayı yeşildi bütün bunlar, umurumda değildi plakalardaki har(erle numaralar, sonra sonra fark ettim; hepsinin söylediği bir şeyler var. İçi pis bir gri-bej şu kırmızı otobüs, kırk yıllık tiryaki olsa gerek, zor anlaşılıyor tabelasının sesi, Yenimahalle’ye giderim dedi sanki, ve çam iğnelerinin yerlere yığılmış bembeyaz birlikteliği, ya düğün davetiyesi, ya kolejli kızların buz pateni neşesi, aynı parktır ikisinin adresi: Kurtuluş, Kolej, “az yokarsı” Cebeci. Kolej ya da Anadolu Lisesi, parlak zekâlı çocuklarımızın bu şehirde hep aynıdır hede): Orta Doğu Teknik Üniversitesi. Konya Yolu’ndan demir köprüye kadar, kaçır hatta demir köprüyü, tabela Fen Lisesi, bu vesileyle işte biçimsiz yollar arasında birden peydah olmuş yeni yetme uzun apartmanlara göz atarsın, 100. Yıl, Karakusunlar, Çiğdem Mahallesi, vaktin varsa dolan biraz, beyaz asfalt üzerinde beyaz arabalara bakarsın, biri benim olsaydı, sen bilemezsin nerede olduğunu, kim nereden bilecek, sadece biri!
Baş şehrimize hoş geldiniz, okumaya mı geldiniz, kale gibidir üniversitelerimiz sağda solda, sağa ya da sola. Bakın bu koskoca alanın, ormanların, göllerin sahibi en şöhretli, en havalı üniversitemiz, içine iki tane daha sığdırmışlar zamanla, eksik kalmazlar, onlarda da bir isim, bir hava. Yine de bunu gezin siz, bu kapıdan anayola, dümdüz Oran Sitesi’ne, diğerinden Yenimahalle’ye gidersiniz, gerçi birbirine gitmişliği pek yoktur bunların, ortalama bir seyahatle Tunalı’da buluşurlar, bilemedin Kızılay, Zafer Çarşısı, Sıhhiye.
Güzel huyları vardır bu çocukların, çokçasının, otostop yapan arkadaşlarını arabalarıyla bırakırlar gideceği yere kadar mesela, kız-erkek ayırt etmezler, eden de vardır elbet, genelleme yapıyorum doğru değilse de, kimi alıp kimi alamayacağını ayırt edemeyebilirler, arabasına kimi aldığında başına ne gelebileceğini. On dakika sürecek yolu onlarca yıla uzatan çocuklar var, memnun, kimi değildir elbet, araba kullanmak için erkendir belki yasaların yaşları, güvenli seyahatlerin tek kişilik olduğunu bilemediklerinden. Oysa her nereye gideceksen, bir başını almalı yanına, başını belaya sokmamalı, yine de, durma kasisin yanında, bin hadi yine, üşüme.
Pek gidilecek yerimiz yoktur aslında, Gençlik Parkı’nın çocukluk aşklarımızı küçücük renkli balıklara çeviren uçsuz bucaksız denizi, köyümüzün çeşmesidir İstanbullu yırtık akranlarımıza, çektiğimiz kürekler taşrada tarlada ırgatların elindekiler, o kadar cahiliz, o kadar görmemiş. Yoğurt yemeye Kanlıca’mız, huzur almaya Kalamış’ımız yoktur, boğazımızdan sürekli akan çay, Boğaz’daki gibi )yakalı değildir, kardeşi simidimizin lezzeti fakat, öylesine eşsizdir, vapurdan atamayız martılara, yarısını böleriz sadece, sadece kendi martımıza! İki üç çamlıktan başka seçeneğimiz, Eymir, Mogan göllerimiz, bir iki barajımız, göletimiz; Kurtboğazı, Çubuk, turşusu ile şöhreti, onu da bilen, senle ben.
Pek numaramız yoktur aslında, ama olanı birçok anımızı yemyeşil ağaçlar gibi dikmiş bozkırın ortasına, yüzümüzü ekşiten her şey o turşunun suyunda saklı yani, Sakarya’da, tatlı günlerimiz Ayaş’ın dutunda, ayyaş gibi içmek isteyip korkudan yarılayamadığımız her büyük şarap kadehinin içinde dört ayrı Kalecik Karası, Beypazarı kurusu, yıllarca ağzını kuruttu annemin, benim gözlerimi; Ankara Keçisi gibi inatla ağlıyorum hala!
Baş şehrimize hoş geldiniz, ne olur biraz kalın, görün, tanıyın, nasıl olsa gideceksiniz...Sonra bana anlatın; başka yolu yok muydu gerçekten, çocuktum elbet, çocukluk mu ettim, ne çok sevdim, ben, neden gittim...?
Yorumlar (0)