30 yılı aşkın bir süredir İstanbul’u bisikletle arşınlıyorum. Şehrin, sadece, çok bilinen, göz önündeki yerlerini değil, kıyıda köşede kalmış köylerini, patikalarını, kırlarını pedallıyorum. Bu hem büyük bir keyif hem de hüzün kaynağı. O güzelim köylerin nasıl yağmalandığına, nasıl betona teslim edildiğine gün be gün tanık olmanın hüznü.
Son zamanlarda yaptığım bir benzetmeyi İstanbul Telgraf okurları için de yapayım: "Mahmut Şevket Paşa 107 yıl evvel (1913) suikaste kurban gitmişti. Onun adını taşıyan köy çeyrek asırdır suikaste kurban gidiyor.
Şehrini bisikletle tanıyan, seven ve kahrolan biri olunca "neden İstanbul'un bisiklet rotalarını yazmıyorsun?" tipinde sorularla sık muhatap olursunuz.
Bu sorulardan biriyle yaklaşık 5 yıl önce muhatap oldum. Bu kez bir soru değil teklifti. Üstelik Kültür Rotaları diye ciddi bir seri yayımlayan Hil Yayıncılık'tan gelmişti teklif. Önce korktum ve kabul etmedim. Topu başka bisikletçilere attım. Ama nedense onlarla olmadı ve yayıncı tekrar bana döndü. Geriye başka çare kalmamış, iş başa düşmüştü.
2015 yılında İstanbul Bisiklet Rehberi'ni yazmaya koyuldum. Madem çeyrek asırdır İstanbul'da bisiklete biniyordum. Elim de iyi kötü kalem tutuyordu. Bir sene içinde toparlar, teslim ederdim.
Kazın ayağının öyle olmadığını anlamam uzun sürmedi. Yaptığım her şeyi bir kenara bıraktım ve kitabı ancak üç yıl içinde toparlayabildim.
Hani Borges'e bir yazar arkadaşı "Niye kitap yayınlıyoruz?" diye sormuş, O da "sonsuza kadar düzeltme yapmamak için" demiş ya, tam o hesap.
Hele bir de mevzubahis İstanbul olunca.
Eray Canberk'le Rüknü Özkök'ün hem kitap hem de belgesellerine koydukları isim gibi: Ömür biter, İstanbul bitmez.
Öyle mi hakikaten? İstanbul bitmez mi?
Her taşın altından çıkan hikâyelerden söz ediyorsak, evet bitmez. Ama şehrin habitatı, tabiatı, nebatatı açısından bakarsak hiç emin değilim.
İSTANBUL BİSİKLET REHBERİ
https://www.pandora.com.tr/kitap/istanbul-bisiklet-rehberi-sana-dun-bir-seleden-baktim-aziz-istanbul/598200
ÇILGIN PROJE
Bu uzun girişten sonra Kanal İstanbul'a gelebiliriz.
Henüz ortada "Çılgın Proje" filan yokken söz konusu bölgede bisiklete binmişliğim vardı. Doğal olarak bunlar bölük pörçük turlardı.
Kanal İstanbul rotasını bir bütün olarak ele alan ilk kişi fotoğraf sanatçısı Serkan Taycan oldu.
2013 İstanbul Bienali'ndeki İki Deniz Arası projesi, çok detaylı bir harita ve değerli bilgiler içeriyordu.
Serkan'ın projesi sadece haritadan ibaret değildi. Aynı zamanda her biri 15 kilometrelik parçalardan oluşan 4 güne yayılmış bir yürüyüş rotası içeriyordu.
Rota, Kanal'ın kuzeyinden Karaburun/Yeniköy'den başlayıp, Küçükçekmece Gölü'nde bitiyordu.
Bu öncü ve değerli çalışmanın açtığı ufukla biz de Kanal İstanbul rotasını birkaç kez bisikletle geçtik.
Şimdi size o rotayı çok kısa özetlemek istiyorum.
https://www.facebook.com/ikidenizarasi/
KÜÇÜKÇEKMECE’DEN KARABURUN’A
Serkan Taycan'ın rotası Karadeniz'den başlayıp Marmara'da bitiyor.
Biz tersi bir rota izliyor, Küçükçekmece Gölü'nden başlayıp kuzeye doğru yol alıyoruz. (Yürüyüş ile bisikletin teknik imkânları farklı olduğu için bazı durumlarda rota da farklılaşıyor.)
Küçükçekmece Gölü'nün yanındaki güzel bisiklet yolundan Galatasaray Kürek Kulübü'ne ve Kanarya Stadına ulaşıyor, Nükleer Araştırma Merkezi'nin yanından devam ediyoruz.
Gölün karşı kıyısında yakın zaman önce başlayan antik Bathonea kazıları bulunuyor. Farmakoloji tarihi açısından çok önemli bulgular elde edildiği biliniyor.
Halkalı Tren İstasyonu'nu geçtikten 3 km sonra bir kavşağa geliyoruz. Burada ilginç bir site var. Adı: Sinpaş Bosphorus City.
Kanal İstanbul, kamuoyuna bir Boğaziçi ikame projesi olarak lanse ediliyor ya. Aslında bu site onun karikatürize ön provası gibi. Bence linke tıklamanızda fayda var.
https://www.sinpas.com.tr/projeler/bosphorus-city
Siteye sırtımızı verip, yolun karşısına geçip, Altınşehir yönüne devam ediyoruz.
TEM otoyolunun altından geçtikten sonra Küçükçekmece Gölü ile Sazlıdere Barajı arasında uzanan Sazlıdere'nin kıyısından sürmek mümkün. Eğer araziye uygun bir bisikletiniz varsa bundan sonrası çok keyiflidir. Bir anda şehrin kaosundan kurtulur, tabiatın kucağına düşersiniz.
Karşınıza ineklerini küçük bir Roma köprüsünden geçirmeye çalışan çobanlar çıkarsa şaşırmayın.
Bu bölgenin adı aslında Resneli Çiftliği.
İkinci Meşrutiyet'in "Hürriyet Kahramanı" Resneli Niyazi'den geliyor.
Rivayet doğru ise, emlakçılar tarafından adı Altın Şehir olarak değiştirilmiş.
Fazlasıyla manidar değil mi?
YARIMBURGAZ MAĞARALARI
Bu yol üstünde olağanüstü bir arkeolojik yerleşim olan Yarımburgaz Mağaraları var. Uzmanlar 600 bin yıl önce burada yerleşim olduğunun altını çiziyorlar. Avrupa'nın en eski insan yerleşiminin yakınında tek bir bilgi tabelası yok. Neden acaba?
1870'lerde keşfedilen bu kültür hazinesi, aynı zamanda defineciler ve kadir kıymet bilmez sinemacıların da "keşfettiği" bir yer olmuş. Mağara Küçükçekmece Köprüsü'ne 12 km mesafede.
Derenin yanındaki patika bizi biraz sonra ünlü Sazlıdere Barajı'nın ulaştırır. Burada İSKİ binasının yanından geçip bendin üstüne çıkabilirsiniz. Çok hoş bir seyir terasıdır. Gözünüz TEM'i görmezden gelirse tabii.
Buradan göl boyunca devam etmeniz mümkün. Gölün kıyısı -haklı olarak- araçlara kapalı ama bisiklete bir şey demiyorlar.
ŞAMLAR KÖYÜ VE BENDİ
Sanki Anadolu'da, mesela Seyfe Gölü kıyılarında pedal çevirir gibi bir neşeyle Şamlar Köyü'ne ulaşıyoruz.
Aslında köy, bir zamanlar baraj gölünün olduğu yerdeymiş. Şimdi daha yukarıda. Eski köyden geriye sadece cami ve kahve kalmış.
Şamlar Köyü'nün sakinleri Kanal İstanbul'dan herhangi bir beklenti içinde değiller. Çünkü onların toprakları 1996'da baraj yapılırken istimlak edilmiş. Bir kısmı kanal taraftarı ama çoğunlukla karşılar.
Sazlıdere Barajı yapılmadan evvel aslında burada köy ile aynı adı taşıyan küçük bir bent varmış. İkinci Mahmud'un 1828'de yaptırdığı Azatlı Baruthanesi için kurulan bendin şimdi iki tarafı da suyun içinde.
Moğlova Kemeri gibi suda kalmış bir kültür hazinesi.
Burası da definecilerin gözdesi.
Bir baraj duvarında hazine ve gelecek arayan insanlar var bu ülkede.
LEYLEKLİ KÖY: SAZLIBOSNA
Şamlar Köyü'nden Sazlıbosna Köyü'ne devam ederken yol kenarında ilginç bir taş ocağı var. Bir kısmı sular altında kalan ocağın Roma'dan bu yana kullanıldığı söyleniyor.
Yine bu yol üstünde göreceğiniz bazı işaretlemeler ünlü Sultanlar Yolu rotasına ait. Viyana'dan başlayıp İstanbul'da biten rotanın Yunanistan-Türkiye arasındaki kısmı Sedat Çakır tarafından işaretlendi ve bir kitaba dönüştü.
Alın size bir kültür hazinesi daha.
https://www.pandora.com.tr/kitap/sultanlar-yolu-turkiye-yunanistan-yuruyus-rotasi/315307
Biraz sonra Kanal İstanbul bahsi açıldığında en çok gündeme gelen köylerden birine, Sazlıbosna'ya ulaşıyoruz.
Eğer bir göç mevsiminde yolunuz düşerse köyün üstündeki direklerde yüzlerce leylek göreceksiniz. Zaten mevsim uygunsa gölün üstünde binlercesini göreceksiniz. Çünkü burası İstanbul'un en önemli kuş göç yollarından bir tanesi.
Sazlıbosna Köyü'nde leyleklerden sonra en çok göreceğiniz şey emlak ofisleri olacak.
Köy halkı, başta muhtar Oktay Teke olmak üzere projeyi kendileri için bir "kurtuluş kapısı" olarak görüyor.
Yaklaşık iki yıl evvel Serkan Ocak ve Sebati Karakurt ve Murat Şaka ile yaptığımız haberde ayrıntıları mevcut.
http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hurriyet-pazar/kanalin-ucundan-tehlike-gorundu-40716225
DURSUNKÖY VE BAKLALI
Serkan Taycan'ın yürüyüş rotası Sazlıbosna ile Dursunköy'ü birbirine bağlayan göl kıyısından devam ediyor.
Ama bu hattı bisikletle almak güç olduğu için asfalta çıkıyor önce Çilingir'e, oradan Dursunköy'e pedallıyoruz.
Dursunköy çok güzel bir köy. Baharın başındaysanız sapsarı kanola tarlaları, ilerleyen mevsimlerde ayçiçeği ya da buğday tarlalarının içine düşersiniz.
Etrafınızdan geçen koyun, keçi, inek sürülerinin sayısına şaşırır kalırsınız.
2012'de değişen Büyükşehir yasasından beri buralar artık mahalle sayılsa da tam bir köy hayatı ile karşılaşırsınız.
Dursunköy'den sonra gelen Baklalı ve Germe de aynı manzaraları gösterir.
Bir insanı gözünü bağlayıp buralara getirin ve bantı çıkartın, İstanbul'da olduğuna ikna etmeniz çok güçtür.
Rotanın 70 kilometresinde Terkos Gölü'nün doğu kıyısına, yeni adıyla Durusu'ya geliyoruz. 1885'te Fransızlar tarafından kurulan işletme epey bir süredir Su Müzesi olarak açılmayı bekliyor. Ama nedense açılmıyor.
Terkos'tan Karaburun'a devam ederken geçtiğimiz yolun manzarası bir Renoir tablosu gibidir. Göl koruma altında. O yüzden manzarasını tam görmek için izin almak gerekiyor. Ama kıyısı bile doyumsuz.
75. kilometrede Karadeniz kıyısındaki Karaburun'a ulaşıyoruz.
Karaburun, mütevazı bir balıkçı köyü. Biraz yazlıkçı istilasına uğramış olsa da küçük feneri ve limanıyla halen şirin.
Kanal İstanbul'un buranın yaklaşık 5 km doğusundaki Yeniköy'den başlaması planlanıyor.
KANAL İSTANBUL STRAVA ROTASI https://www.strava.com/routes/8944335
Bu kısa yazı eğer bu "çılgın proje" yapılırsa neler kaybedileceğine dair küçücük bir parçayı özetlemeye çalıştı. İstanbul'un kalan son kırsalı büyük bir tehdit altında. Sırada Çatalca ve Silivri köyleri var. Allah korusun!
*Kanal İstanbul temalı bu yazı yaklaşık bir yıl evvel, büyük hevesle başlayan fakat hüsranla biten İstanbul Telgraf Gazetesi için kaleme alınmıştı. Kurucularının çoğu efsane Radikal İki ekibindendi. Ne yazık ki "muhtelif" sebeplerle gazete tek sayı çıkmadan kapandı. Dışardan bir baskı filan değil, içeriden çöktü diyeyim siz anlayın. Velhasıl çok yazık oldu. Yazıyı arşivden tesadüfen buldum. Solfasol'e kısmetmiş. Noktasına dokunmadan yollluyorum.
Yorumlar (0)