Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Karagöl’ün Canavarı...

Karagöl’ün Canavarı...

Dolunay, gecenin karanlığında gölü loş bir ışıkla aydınlatıyor. Ortalıkta derin bir sessizlik var. Birden gölün suları dalgalanıyor ve canavar yavaş, yavaş sudan çıkıyor. Sinema salonunun karanlığı, sahnenin etkisini daha da arttırıyor. Seyirci, nefesini tutmuş, perdeye kitlenmiş izliyor. Karagöl’ün Canavarı, bilim insanlarının karavanına yöneliyor...

Taa 50’lerden kalma korku ile karışık bilimkurgu filmi, “Karagöl’ün Canavarı” ya da orijinal adıyla “Creature From The Black Lagoon” da nereden aklıma geldi şimdi, değil mi? Bakın anlatayım: Kısa adı KÜLTÜRÇEV olan, Kültür Turizm ve Çevre Gazetecileri Derneği, Çubuk Belediyesi ile işbirliği yaparak, gazeteciler için Çubuk’un ünlü mesire yerlerinden Karagöl’de bir piknik düzenlemişti. Pikniğe ilişkin duyuruyu okuduğumda beynimin kıvrımları arasından o yarı balık, yarı insan görünümlü yaratığı Karagöl’ün Canavarı’nı biraz heyecan, çokça korkuyla izlediğim çocukluk günlerim fırlayıp çıkıverdi.

Gerçi, benden başka kimsenin pek hatırladığını, hatırlayacağını sanmıyorum. Çünkü pikniğe katılan genç bir gazeteciye başlığı söylediğim de gözlerini açarak, “Karagöl’de canavar mı varmış?” diye sordu. Hani, bir zaman “Longness” den esinlenip, Van Gölü’nde canavar icat etmiştik ya o hesap. 50’lerin teknik olanakları göz önüne alındığında; ağzı, yüzü düzgün korkuyla, bilimkurgu arasında gidip gelen bir filmdi, yönetmen Jack Arnold’un yapıtı (En azından bu filmden yarım yüzyıl sonra çevrilmiş, utançla anımsadığım “Tarkan Vandal Kanı” saçma, sapan filmdeki Yeşilçam imalatı plastik Ahtapottan daha inandırıcıydı o solungaçlı, yüzgeçli Canavar.) “Laf karıştırma da konuya dön” dediğinizi duyar gibiyim. Tamam, dönelim günümüze ve pikniğe. KÜLTÜRÇEV’in etkinliği ile Karagöl’e gittik. Bu benim Karagöl’e ikinci gidişim. Bir münasebetle 20-30 yıl önce de gitmiştim Karagöl’e. Biraz vahşi, azıcık ehli, epey bakımsız bir gölcüktü aklımda kalan. Hani, yıllardır görmediğiniz bir dostunuza rastlarsınız. Saçları ağarmış, yüzü buruşmuş, omuzları çökmüş, yıllar çook şeyler almış götürmüştür dostunuzdan. Siz yine de dostunuzu üzmemek için, “Hiç değişmemişsin” dersiniz. Karşınızdaki de yalan olduğunu bile bile kabullenir hafif bir gülümsemeyle. Ben de Karagöl’e 20 yıl sonra yeniden gittiğimde bu tümceyi, biraz üzülerek söyledim içimden: “Hiç Değişmemişsin Karagöl! Yalnız, biraz yıpranmış, epey hırpalanmış, çokça kirlenmişsin. İnsanlar, seni hor kullanmışlar.” Birilerinin anımsatması gerekir ki; Başka Karagöl yok. Rakı, şarap şişeleri, naylon torbalar, yiyecek artıkları pek hoş durmuyor gölün yüzünde.

Bizi Karagöl’de ağırlayan Çubuk Belediye Başkanı Lokman Özden, basın mensuplarıyla sohbet etti bir süre. Sohbet, birçok soru işareti yarattı beynimde. İlk olarak Karagöl’le ilgilenelim dilerseniz. Biraz bilgisayar ortamından, çokça belediyenin basın danışmanından edindiğim bilgilere göre; Karagöl, bir krater gölüymüş, yüzmek, su sporları yapmak tehlikeliymiş, yüzmeye kalkanlar arasında boğulanlar olmuş, öyle söylüyorlar. Derinliği? Çok derin olduğunu söylüyorlar! Öğrenebildiğimiz bu. El alem dünyanın en derin yeri, 11 bin metrelik Mindanao Çukuru’nun dibine inip, derinliğini ölçerken, biz “Çok derin!” ile yetiniyoruz. Ne diyelim... Hadi biraz da tarihi kurcalayalım; Kavak Dağı ile Yıldırım Dağı eteğindeki bu krater gölünün çevresi 1402’de Moğol Hükümdarı Timurlenk ile Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt arasındaki Ankara Savaşı’nda, Osmanlı ordularını konuk etmiş. Günümüze ve konumuza dönelim. Karagöl dedik, kirlenmiş dedik, bakımsız dedik. Bunlar bizim gördüklerimiz. Ya görmediklerimiz? Ya bilmediklerimiz? Onları da Karagöl’ün kiracısından Çubuk Belediyesi’nden öğreneceğiz. Kiracı(?) Evet, Çubuk Belediyesi, Karagöl’ü tam adı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nden 5 yıl için kiralamış. Hani deyim haline gelmiş bir mısra vardır: “Bir dokun, bin ah işit kase-i fağfurdan” derler ya, işte belediye de aynı durumda: -Size bakımsız göründü değil mi? Bu elden geçirilmiş, eli yüzü düzeltilmiş hali. Siz bir de ilk kiraladığımızda görseydiniz, içiniz acırdı. Bakım yapalım dedik Milli Parklar, “Doğal halini bozamazsın.” dedi. Çevredeki ağaçlarda budama yapmaya kalktık, neredeyse her dal için rapor aldık. - Kirli diyorsunuz ya, bu temizlenmiş hali. Daha geçenlerde 25 kamyon atık çıkarttık gölden. - Göle ve çevresine zarar vermeden, doğal halini bozmadan düzenlemek için projeler hazırlıyoruz. Milli Parklar onaylarsa, yapacağız. - Yıllardır el değmemiş, kimsenin ilgilenmediği, yıkılmaya yüz tutmuş, harabe halinde binalar var. Onları onarabilirsek, onaracağız. Onaramazsak, çevreye zarar vermeden yeniden yapacağız. Tabii, Milli Parklar izin verirse(!) Bekleyeceğiz, göreceğiz, bakalım Çubuk Belediyesi neler yapacak ya da yapabilecek.

 Bence, Karagöl için beklemeye değer, sonunda iyi bir şey çıkacaksa ortaya. Bekleyelim, görelim...

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış