Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Kente ve Yaşama Katkı İçin Bir Olanak: Kent Konseyleri

Kente ve Yaşama Katkı İçin Bir Olanak: Kent Konseyleri

‟Biliyorum, bir dağ büyüyor

Bir nehir bana doğru geliyor, biliyorum”

Kent Konseyleri konusu, ana kaynağı kent ve tarihsel gelişimi olan; yerel yönetim, belediyecilik, demokrasi ve katılım sacayakları üzerine konuştuğumuz, deneyim yaratmaya çalıştığımız bir modeldir.

Kent denilince tarihlemeyi kuşkusuz site devletleri gibi çok öncelere alabiliriz ancak ben sanayi devriminden itibaren tarihleme yapacağım. Çünkü özellikle 31 Mart 2019 yerel yönetim seçimleriyle hepimize görev olan, günceli ve geleceği konuşacağımız belediyeciliğin öyküsü ve olanakları aynı zamanda sanayi devrimi, modern toplumlar ve sınıfsal ayrışmaların öyküsüdür.

Sanayi devrimi sonrası sınıflı toplumların "iş bölümü", kentin yeniden inşasında açığa çıkan gaz, elektrik, barınma, ulaşım, su vb. kentsel ihtiyaçların karşılanma mecburiyeti, hizmetin sürekliliği bugünkü belediyeciliğin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Artık emekçilerin ve ailelerinin de yığınsal olarak yaşadığı kentlerde, bu hizmetlerin özel şirketler tarafından paralı olarak karşılanması, başka taleplerin açığa çıkmasına ve bu taleplerin de politik olarak örgütlenmesine neden olmaya başlamıştır. Bu ise kentsel hizmetlerin şirketler aracılığıyla değil belediye tarafından kolektif olarak üretilen kamu olanaklarıyla karşılanma talebidir.

Bahsettiğimiz öykünün ilk somut deneyimi 18. yüzyılın son çeyreğinde İngiltere'de filizlendi. Şirket çıkarlarının dayattığı ve karşılanamayan maliyet, kent olanaklarının başka türlü paylaşılması talebi "yeni bir belediyecilik" olarak somutlaştı. Birmingham kenti yeni belediyecilik anlayışının kazandığı ilk yer olmuş, yarattığı sonuçların etkisi kıta Avrupasını da sarsmış, Fransa'da alternatif belediyecilik ve yönetim anlayışı 300'e yakın belediyede iktidara gelmiştir. Devamında başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa'da yerel iktidarlar hatırı sayılır oranda kamucu yaklaşımla yönetilmeye başlamıştır.

Belediyecilikten Merkezi İktidara

Belediyede oluşan yerel iktidarlar ve kamucu-halkçı deneyimler çok daha büyük bir iddianın merkezi iktidara yürüme cesaretinin, başarabilme gücünün de oluşmasına neden olmuştur.

Yerel yönetimlerde kentsel hizmetlerin kamu eliyle karşılanma talebi, aşağıdan yukarıya doğru iktidar olmanın yolunu açmış, yerel yönetimlerdeki uygulamalar siyasi programlara dönüşmüştür. 1900'lü yıllarda başlayan yeni dalga ve program önce merkezi hükümetlerde ortaklık kapısını açmış, daha sonra ise örneğin yine Fransa'da merkeziyetçi yapının yerine reform süreçleri sonucunda yerinden yönetimi (ademi merkeziyetçi) esas alan sisteme dönüşmüştür.

Yerel Yönetim Süreçlerinin Türkiye’ye Etkisi

Türkiye'de 1930 yılında çıkarılan Belediye Yasası (1580 Sayılı Yasa) yukarıda bahsettiğimiz halkçı/toplumcu belediyeciliğin rüzgârlarının her tarafta etkili olduğu dönemde hazırlanmıştır. Kent hizmetlerinin kamu eliyle yapılmasının bir tezahürü olarak İstanbul'da İSKİ, İETT; Ankara'da ASKİ, EGO gibi belediye şirketleri kurularak kentsel hizmetler verilmiştir. Yine 1970'li yılların tanzim satış mağazaları yoksul halkın günlük ihtiyaçları için kurulmuştur. 1970'li yıllar, Türkiye'nin göç ve hızlı kentleşmenin avantaj ve dezavantajını yaşadığı yıllardır. Bu çarpık kentleşmenin olumsuz sonuçlarına toplumcu-halkçı çözüm üreten Ankara'da Vedat Dalokay, İstanbul'da Ahmet İsvan, İzmit'te Erol Köse, Fatsa'da Fikri Sönmez, halen belediyecilik önderlerimizden önemli isimler olarak anılırlar.

Belediyecilik tarihçesi çokça bahsettiğim gibi sadece demokratik-halkçı deneyimler olarak yaşanmamıştır. Örneğin, yine Türkiye'de Refah Partisi ile başlayan ve AKP ile merkezi iktidarını pekiştiren 25 yıllık bir başka yapısal dönüşüme de tanıklık ettik.

Özetle söylersek, yuvarlak hesap 150 yıllık bir dönemde iki temel yaklaşım (içinde kimi nüanslar olsa da) insanlığın gidişatına önermede bulunmuş ve yön vermiştir. Birincisi, piyasacılık, güncel adıyla söylersek neo-liberal yaklaşım. İkincisi, kamucu, halkçı yaklaşım.

Neoliberalizmin temel ideolojik-ekonomik karakteristiği, halk egemenliğini eşitlikçi, özgürlükçü ve dayanışmacı tüm toplumsal kurum ve birikimleri hedef almak, dağıtmaktır. Yarattığı sonuçlara kısaca baktığımızda sosyolojik olarak ve savaşlar da dahil her türlü araçlarla mümkün olduğu kadar çok nüfusu işgücü haline getirmektedir. Dünyada ücretli çalışan sayısı 1990'da 1,46 milyardan 2005'te 2,93 milyara çıkmıştır. 2017 verilerine göre çalışan nüfusun %10'luk kesimi toplam ücretlerin %48,9'unu almakta; çok daha vahimi, 26 kişi, küresel nüfusun yarısından fazla kazanmaktadır.

31 Mart 2019 Yerel Yönetim Seçimleri: Yeni Bir Tarihsel Sınav

Belediyeler, kaynak yaratıcılık, üretici-dayanışmacı belediyecilik, göç, kent, altyapı hizmetleri, istihdam, katılım vb. devasa sorunlar karşısında yeni bir deneyim yaratma umudunu temsil etmektedirler. Kent Konseyleri, bu sürecin tüm aşamalarında yerel yönetimle birlikte sorumluluk taşımalıdır. Kent Konseyleri alanına önerim, bu genel sorumlulukta öncelikli tartışma, öneri, hareket planını oluşturmalarıdır. Bunun için;

Yeni bir demokratik-dayanışmacı kültürün fikri-toplumsal temellerini kurmak

Uzunca bir süredir demokratik zeminin daralması, bir arada yaşama kültürünün iyice geriye doğru itilmesinden kaynaklanmaktadır.
Şeffaflık, hesap verebilirlik, kadının sosyal yaşamdaki rolü, LGBTİ+ bireylerin karşı karşıya olduğu sorunlar gibi sayabileceğimiz başlıklar üzerinde konuşabileceğimiz konulardan çok siyasal iktidar tarafından yönetme kolaycılığının araçları olarak kullanılmaktadırlar. Toplumsal yapıyı ayrıştırma söylemleri, diğerlerinden bir oy fazla almanın tüm uygulamaları meşru kıldığı, geri kalanın yanlış, tümüyle dışarıda tutulması gereken olumsuzlar kümesi olarak ilan edilmesine olanak sağlamaktadır.

Kazanan-kaybeden dayatmasının dışında müzakere edebilme yaklaşımını önceleyen, her konuda mutlak karar alma zorunluluğu yerine ikna etme, olma (ya da olamama) süreçlerini kullanan yeni toplumsal kültürün oluşmasına katkı sunmalıdırlar.

İktidarın demokratik, katılımcı ve aşağıdan yukarıya doğru inşasında görev almak

Bu yaklaşım içinde bulunduğumuz yapılarda da (dernek, sendika, meslek odası, siyasi parti, belediye) yerleşik hale gelen iktidar olma, iktidarı ele geçirme gibi araçsallaşmış fikri ve pratik süreçlere de eleştirel tutum almayı kolaylaştırabilir. Bunun için Kent Konseyleri bir tartışma düzlemi olarak görülebilir. Kent Konseyleri herkesin fikrini söyleyebileceği, kazanan ya da kaybeden geriliminin mümkün olduğunca azaltılabileceği demokratik-dayanışmacı kültürün inşasını en azından kendi mecrasında mümkün kılabilir. Bir iktidar illa gerekli ise aşağıdan ve birlikte inşa edilen bir süreç olarak deneyime dönüşmesine, çabalanmasına öncülük etmelidir.

Çankaya, 123 mahalle ve 1 milyon nüfusuyla büyük olanaklarının yanı sıra örgütlenme ve bir araya gelmenin zorluklarını da yaşamaktadır. Çankaya Kent Konseyi kadın, engelli, gençlik meclislerinin yanı sıra kendine özgü bir deneyim olarak Semt Meclisleri ile katılım ve yaygın örgütlenme çabasını önüne koymuştur. Şimdiye kadar kurulan yedi Semt Meclisi ile 49 mahalle bir araya gelmiştir. Toplamda 16 Semt Meclisi kurularak 123 mahallenin tümünde örgütlenmenin tamamlanması hedeflenmektedir. Önümüzdeki dönemde sadece şekil şartlarının gerçekleştirilmesi ile yetinilmeden eşitlikçi, gerçek bir yatay örgütlenme modelinin kurucuları olabiliriz.

Kamusal alanın yeniden talep edilmesi, proje ve etkinlikler

AKP iktidarının 25 yıllık yerel yönetimi hangi makyajla farklı gösterilmeye çalışılırsa çalışılsın, tipik neoliberal belediyecilik uygulamasıdır. Kent rantına ilişkin söylenecek onlarca şeyin yanı sıra bu sürecin asıl tahribatının kentin meydanlarının, caddelerinin, sokaklarının otobanlara çevrilerek kentlilerden koparılması olduğu kanaatindeyim.

Kentin sanatçılarına, kadınlarına, gençlerine, tüm yurttaşlarına kapatılmış meydanlar, caddeler ve sokaklarında; her türden etkinlik,festival, şarkılar ve şiirlerle, yaşamak istediğimiz kenti yeniden talep etmeliyiz.

Salgınla birlikte başta sağlık olmak üzere eğitim ve çalışma yaşamının sadece piyasa kurallarına bağlı olarak belirlenmesinin yıkıcı sonuçları küresel ölçekte açığa çıkmış, halk sağlığının kamu olanaklarıyla ele alınması ve çözülmesi talebine dönüşmüştür.

İnsan türü olarak yeryüzü tahribatının sorumluluğunu taşıyoruz. Kent Konseyleri olarak iklim, enerji, gıda, su, çevre, göç, kentleşme vb. stratejik konularda konferans, sempozyum, çalıştay, araştırmalar yapıp raporlar hazırlayarak kamuoyuna, merkezi ve yerel yönetimlere sunmalı, doğru politikalar geliştirilmesine katkı koymalıyız.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış