Son zamanlarda, gittikçe popülerlilik kazanan, sürdürülebilirlik kavramının tahtına göz koyan bir kavram var: Kentsel Dirençlilik. Güncel planlama konularını tema olarak ele alan bu yıl düzenlenecek Avrupa Planlama Okulları Birliği (AESOP) uluslararası konferansının da teması ‘Dirençli Kentler ve Bölgeler için Planlama’. Bu kavram özellikle çevre ve ekoloji konuları ile ilişkili birçok ortamda tartışıldı. Bölge ile ilişkili konularda tartışılması da 1990’lara kadar gidiyor. Mevcut yapıyı bozacak bir dış etken gerekiyor dirençliliğin tartışılması için. Bu dış etken sonrasında sistemin yeniden denge sağlayabilmesi için kendini yenilemesinden, yeniden keşfetmesinden bahsediliyor. Son yıllarda, bu dış etkenin 2008 ekonomik krizi olarak atfedilmesiyle, bu kavram sosyal ve ekonomik konular ile de ilişkili olarak konuşuluyor, tartışılıyor. Aslında sürdürülebilirlikten daha farklı bir içeriği var. Sürdürülebilirlik hakkında döngüsel süreçlerden bahsedilebilirken, dirençlilik kendini yenileme alternati&eriyle karşımıza çıkıyor. Öte yandan, plancı kendisiyle çatışmak zorunda. Çünkü kentsel dirençlilik adaptasyon ve kendini yeniden keşfetmeyi gerektiriyor. Belirsizliği, insanları ve kenti yönlendirmenin zorluğunu kabul ediyor. Gittikçe karmaşıklaşan kent yapısında, aslında her şey belirsiz olarak atfediliyor. Her aktör bir tarafından tutmaya çalışıyor. Politikacı, kentli, müteahhit, kiracı.
Bazı aktörler rant, oy, popülarite, bazı aktörler ise hayatta kalma peşinde. Oysa planlama bir disiplin olarak en baştan beri, belirsizliği yok etmek ve kendini organize edebilen yapıyı yönlendirmek üzere güçlü bir konumda durmak hedefinde. Kapsamlı planlama eski popülaritesini yitiriyor; her yapılanma planın delinmesiyle ortaya çıkıyor. Bu durumda, planlamanın araçları gittikçe kısıtlanıyor. Plancı da baştaki hedefinin arkasında durmakta zorlanıyor.
Bugün yapılı çevremizde de farklı bir kendini yenileme süreci görüyoruz. Ekonomik kriz, tela)uz edilmese de maddi yararın önemini iyice ortaya çıkardı. Aslında birçok sektör sıkıntı içinde. İnşaat sektöründe, büyüme ve kentsel dönüşüm gibi cazip süreçlerle ekonominin çarkları döndürülmeye çalışılıyor. Bu da en çok korumasız kalan kamu mülkiyetindeki taşınmazları etkiliyor. Ankara’nın en keyi&i, ‘Bu hafta sonu nereye gidelim?’ denildiğinde cevap olabilecek yerlerinden biri olan Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) de bu taşınmazlardan birisi. Oysa ilk plan/ tasarım aşamasında Bahçe Kent, Güzel Kent gibi kamu yararı gözeten akımların prensiplerinin izlerini görebildiğimiz yegane yer(di) AOÇ. Batılılar bu tip güzel örnekleri korumak için strateji geliştiriyor. Bugün Güzel Kent akımı prensipleri taşıyan Washington D.C.’nin orijinal planını bozmamak için her türlü taviz veriliyor. Bahçe Kent örneklerinden İngiltere’deki Welvyn, Letchworth korunuyor. AOÇ ise değişiyor, değiştirilmek isteniyor, savunuluyor, yeniliyor, kaybediliyor. Bu süreç gerçekten çok moral bozucu oluyor. Bilinçli vatandaş ve plancı durumun farkında. Tarihin ve geleceğin önemli bir değeri ekonomik taleplerle yok ediliyor. Sonuçta, kimin elinde ne kalacak belli değil.
Belki bir on-yirmi yıl sonra anlaşılacak ne olduğu. Bugün değişimi isteyen, rantı isteyen tüm politikacılar, müteahhitler bile şaşıracak. Yeni yapılan, ölçeği kaçmış yol/viyadük çevresi gökdelenler ile dolacak. Tekel binası uzaktan görülüp, yanına gidilemeyen bir yer olacak; belki de yıkılacak. Eskiden sımılınca ferah bahçesine gidebildiğimiz, soluk alabildiğimiz Merkez Lokantası yerine güzel, büyük bir yapı yapılacak. En çok da her Ankaralı’nın geçmişinin bir parçası olan hayvanat bahçesine üzüleceğiz gibi geliyor. Bugün 32 hektar olan hayvanat bahçesi önerilen 200 hektar için yer bulamadığından, sonra da gökdelenlerin arasında hayvanat bahçesi olur mu denilip, kent dışında yeniden konumlandırılacak.
Yorumlar (0)