Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Kızılay’daki Akman

Kızılay’daki Akman

Akman’da boza içip, dibini parmağımla yalayıp yutmak çocukluğumun acayip anılarından biridir. Sahil kasabalarının mahalle ağzıyla “piyasa”ları çokluk sahil boylarıdır. Akşam evin büyüğü gelince, çoklukla yemek sonrası, takıp takıştırılır, ailecek sıra sıra renkli ampullerle süslenmiş çay bahçelerinin de olduğu o sahil boyuna inilirdi. Sonra boydan boya birkaç kez yürünür, sürekli birileriyle karşılaşılır, selamlaşılırdı. Bazen bu selamlaşma fasılları 3-5 dakikayı da geçer, dedikoduların paylaşılmasına dönüşürdü.  Sonra yorulunur,  o ışıklı ampullerin altında tahta ve üstü örtülü masalardan biri seçilir, tahta sandalyelere oturulurdu. Büyüklere çay ya da kahve, küçüklere renksiz gazoz ısmarlanırdı. Şanslıysak bir külah çekirdek alınır, çakıl taşlarıyla döşenmiş yerlere kabuklarını püskürte püskürte o çekirdekleri yer, içeceklerimizi içerdik.

Ankara’nın sahil boyu da, Ulus’la Kızılay arasıydı. O açıktan akan “boklu çay” boyunca ya Kızılay tarafından Ulus’a ya da Gençlik Parkı önünden Kızılay’a doğru yürünür de yürünürdü. Yürüme faslını sevmezdim. Her seferinde radyo evinin önünden geçerken, babam “bak burası radyo evi” derdi. “İşte burayı muhasara edip de duyurmuşlardı ‘devrimi’” diye anlatırdı. Sonra nasıl da altın yüzüğünü “devrim”e hediye ettiğini, sonra da yine devrimi desteklemek için üstü Atatürk kabartmalı yüzüğünü nasıl aldığını falan anlatırdı, bir cumhuriyet öğretmeni olarak. Annem kızardı, kendi alyansını da askerlere veren babama. Ardından Etnografya Müzesi, “bak derdi Atatürk, bir süre orada yatmıştı” diye anlatmaya devam ederdi. Türk Kuşu falan filan... Sonra karşıdan Ziraat ve Merkez Bankası’nın binalarını görürdüm de rahatlardım. “Oh yaa” derdim, “şükür bitiyor”.  Akman’da içeceğim bozanın hayalini kurardım. Yürümek, yorucu ve sıkıcı gelirdi.  Ama Kızılay’a boynuzlu ile gelmesi ya da Ulus’tan dolmuş ya da yine boynuzlu ile dönmesi pek hoştu. Tabi bir de şanslıysak Gençlik Parkı’na gidilir ve lunaparkta çarpışanlara binme faslı eklenirse... “Ooof deyme keyfimize”...

“Haa nereden çıktı şimdi bu” diyeceksiniz, “parkların kenarlarındaki banklarda değneklerine abanan yaşlı sakallı dedeler misali ne anlatıyorsun?” kent bu değişiyor, uzun zamandır  “Akman” akşam müşterilerini kaybetmişti, sabahları poğaça, öğlenleri salata ve sandviç satan diğer pastanelerden biri olmuştu zaten. Geçenlerde Ulus’taki yerini kapatmışlardı. Eee artık orası iyi para eder. Genç Akman kuşağı artık müteahhitlikle uğraşıyor, değer nedir bilirler elbet! Şaşırmadım, Kızılay’daki yerlerinin de kapanmasına... Bu arada bu sohbetler, yaşlanma belirtisidir efendim; sanırım siz de yaşlanmış ve alışkanlıklarınızın esiri olmuşsunuz…

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış