KIZILIRMAK SİNEMASI BELLEKLERİMİZDEN SİLİNİYOR (MU?)
1974 yılından beri Ankara’da faaliyet gösteren, Ankara’nın kültür ve sanat hayatına pek çok katkısı olan Kızılırmak Sineması yakınlarda kapandı. Binası da yıkılma yolunda. Yarım asırdır pek çok Ankaralının uğrak yeri olan Kızılırmak Sineması’nın artık olmamasına ilişkin Ankaralı sinemaseverlerin duygu ve düşüncelerini, Sinemanın kent belleğindeki yerini sorduk.
AYNUR ÇIRAY: 1980’lerin sonu ve 1990’ların ilk yarısında üniversite öğrencisi olduğum ve çalışma yaşamına henüz tam zamanlı olarak katılmadığım için sık sık sinemaya gidebiliyordum. 12 Eylül darbesinden sonra hayatın her alanına yerleşen o ‘sıkıyönetim’ ve ‘olağanüstü zamanlar’ hissi azalmaya, yasaklar kalkmaya başlamıştı. Bu liberal atmosferin sinemalar üzerinde olumlu bir etkisi olmuştu: Çok sayıda izlemeye değer yerli ve yabancı film peş peşe vizyona giriyordu.
O yıllarda Ankara’da AVM yoktu, hayatımızda AVM Sineması kavramı yoktu. Aksine, tüm sinema salonlarının kapısı sokağa açılırdı. Vizyon takvimini ve seans bilgilerini günlük gazetelerdeki ilanlardan takip eder, haftada 2-3 kez sinemaya giderdik. “Giderdik” diyorum; çünkü 30-35 yıl önce, üniversitede öğrenciyken, sinemaya yalnız gitmezdik. Bireysel hareket etmeyi tercih etmez, paylaşmayı severdik. Okul ve okul dışındaki zamanını beraber geçiren, arkadaşlarıyla ortak tutkuları ve hobileri çok olan, birbirini besleyen ve büyüten bir nesildik.
İnternet olmadığı için sinema gündemini nitelikli gazetelerden, gazetelerin haftalık eklerinden, kültür-sanat dergilerinden, sinema dergilerinden ve TRT2’nin sinema kuşağındaki enfes programlardan takip ediyorduk. Vizyona girecek filmleri not alır ve her hafta vizyonda hangi filmlerin olduğuna bakarak izleyeceğimiz filmleri ve salonları seçerdik. Ankara’da çok sayıda sinema salonu vardı. Bu salonların hepsine mutlaka yolumuz düşerdi. Ama en çok Kızılırmak, Akün ve Metropol Sinemalarında film izlemeyi severdik. Sinemanın büyüsünü keşfettiğim, büyük perdede ve karanlık salonda film izlemenin hazzını doya doya yaşadığım ve sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen birkaç sinema arasında Kızılırmak Sineması’nın yeri hep başka olmuştur.
1980’lerin ikinci yarısından itibaren Amerika’da ve Avrupa’da vizyona giren, festivallerde yarışan, ödül alan filmler 1-2 yıl içinde Türkiye’de vizyona girmeye başlamıştı. Artık filmleri bu kadar ‘çabuk’ izleyebildiğimiz için mutluyduk. Oscar ödülü almış bir filmi sinemada seyretmenin yeni ve heyecan verici bir deneyim olduğu yıllardı. “Yağmur Adam”, “Kurtlarla Dans Eden Adam”, “Kuzuların Sessizliği” “Cinema Paradiso” ve “Mediterraneo” gibi Oscar ödüllü filmleri Kızılırmak Sineması’nda izledim.
Kızılırmak Sokak o yıllarda daha sakindi: Ağaçları daha çok, araç trafiği daha azdı. Sinemanın yanından Mithatpaşa’ya doğru devam eden kaldırımda tezgâh açan sahaflar olurdu. Sinemanın karşısına şimdiki kapalı otopark binası henüz inşa edilmemişti. Onun yerine, apartmanlar, dükkanlar ve sinemanın tam karşısında yan yana sıralanmış 3-4 tane şirin kafe vardı. Kızılırmak Sineması’nda film izlemeden önce veya sonra mutlaka o sahaflarda kitap karıştırır, o kafelerden birinde oturup çay ve tost eşliğinde sinemadan, kitaplardan konuşurduk. Sokaktaki bu güzel atmosferin de Kızılırmak Sineması’nı cazip kıldığını düşünürüm.
Kızılırmak Sineması gösterim takvimiyle ve orada düzenlenen sinema etkinlikleriyle diğer salonlardan farklılaşırdı. Bugün sinefillerin severek takip ettiği Başka Sinema etkinliği gibi ana akım sinemanın dışındaki filmlere de yer verdiği için, hangi filme gideceğimizi seçerken önce “Kızılırmak’ta ne var?” diye sorardık. Bana göre Kızılırmak Sineması’nı farklılaştıran ve ona kimlik kazandıran şey burada saklıdır: Amerikan ana akım sineması dışında, Amerikan bağımsız sinemasından örnekleri, festivallerde yarışan “arthouse” filmleri, Avrupa’nın Cannes ve Berlin gibi büyük festivallerinden ödül alan filmleri, Latin Amerika ve İskandinav Sineması gibi farklı ülke ve coğrafyaların filmlerini, farklı temalardaki sinema etkinliklerini seyirciyle buluşturan sinema dediğinizde, akla Kızılırmak Sineması gelirdi.
Buraya kadar nostaljik bir tonla anlatmış olsam da “Kızılırmak Sineması benim için ne ifade ediyor?” sorusunun cevabı aslında nostaljik değil: Kızılırmak Sineması benim için bir sinema okuluydu. Sinemanın kendisi de bir okuldur diye düşünürüm. Kızılırmak Sineması’nda izlediğim her film beni beslemiş, merak etmemi ve öğrenmemi sağlamış, zihnimde yeni pencereler açmıştır.
Kızılırmak Sineması’nın kapanmasına üzüldüm, ancak şaşırmadım. Artık aynı evde yaşayan her bireyin farklı ekranları izlediği bir dünyadayız. Hepimiz muazzam bir görüntü ve seçenek bombardımanı altındayız. Uzun süre odaklanmayı neredeyse imkânsız hale getiren, sürekli değişen, hızla akan, uçucu görüntülerle kuşatılmış durumdayız. Sosyal medya hayatımızda giderek daha çok yer tutuyor. Bir filme veya bir kitaba zaman ayırmamız ve odaklanmamız giderek zorlaşıyor.
Bireysel koşullarımızın ötesindeki faktörler de var: Ekonomik nedenlerle sinemaya gitmenin giderek daha pahalı bir aktivite haline gelmesi, AVM sinemalarının tercih edilmesi, sinema sektöründeki yapım ve dağıtım koşulları da düşünülünce Kızılırmak Sineması’nın kapanmasına şaşırmamak gerekiyor.
AYŞE ÇIĞ: Ankara'nın en eski sinemaları olan Büyük Sinema ve Ulus Sineması’nda filmler izleyerek sinema sevdamız başladı. Daha sonra Kızılırmak Sineması yaşamımıza girdi. Genellikle tek salon ve balkonlu sinemalardı. Kızılırmak sinemasında konserler de yapılıyordu. Timur Selçuk konserini orada izlemiştim. Sonradan 3 salon olarak hizmet vermeye başladı. Uçan Süpürge ve Ankara Film Festivalinin filmlerini orada izledik. Düzeyli filmler gösteren sıcacık, evimiz gibi bir sinemaydı. Film öncesi ve sonrası sohbetlerimizi hep o girişteki lobide yapardık. Belki konforu yakalayamamıştı ama sinefillerin en çok gittiği bir mekân olmuştu. Sinema sahibi Can beyin (Bekir Can Köksal) bu düzeyi yakalamamızda büyük katkısı olmuştur. Unutamayacağımız filmler izledik. Büyük salonda nerede oturduğunuz hiç önemli değildi, çok rahatlıkla filmi izleyebilirdiniz. Hepimizin çok anıları olan bir mekandı. Keşke korunabilseydi. Sadece belleklerimizde kalacak olması insana acı veriyor. Bu türden sinemaların bir bir yok olmaları çok üzücü.
MİTHAT SANCAR: Ankara’ya 1980 yılının sonlarına doğru üniversite öğrencisi olarak geldim. O puslu zamanlarda şehirle içsel bir bağ kurmam kolay olmayacaktı. Şehre tutunmak için çıpalar aramaya başladım. Cebeci’deki Fakülteden Kızılay’a uzanan ve orada süren yürüyüşlerde yolum kısa süre sonra sinemalarla buluştu. Yürürken girebileceğimiz sinemalardı bunlar, ‘cadde sinemaları’ydı. Kızılırmak’la da böyle tanıştım. Her gidişimde sinemanın büyüsünün mekanla bütünleştiği hissi daha fazla yerleşti bende. Pek çok büyüleyici film izledim Kızılırmak’ta. Sinemanın büyüsüne kapılmamda, burada izlediğim filmler kadar, bu filmleri burada izlememin rolü olduğuna inanıyorum.
Tek başıma film izlemeyi en çok Kızılırmak’ta sevdim. Sinemadan çıkınca filmin üzerimdeki etkisini korumak için uzun yürüyüşler yapardım. İç sohbetin ve muhasebenin kıymetini yeniden ve yenileyerek idrak etmemde bu tecrübenin epey faydasını gördüğüme inanıyorum.
Kalabalık bir toplulukla sinema ziyaretlerimin çoğunu da yine Kızılırmak’a yaptım. Üniversite hocalığı yıllarımda, sinema, derslerimin ayrılmaz bir unsuruydu; tabir caizse ‘müfredat’ımın mütemmim cüzüydü. İşlediğimiz konularla ilgili olduğunu düşündüğüm filmleri genellikle fakültedeki küçük amfilerden birinde sınıfça izlerdik.
Sinemayı sınıfa taşımak iyiydi, işlevseldi. Ama neden tersi de olmasındı? Nitekim, bir vesileyle “sınıfı sinemaya taşımak” fikri ortaya çıkıverdi. Lakin heyecan veren, güzellikler çağıran bu fikri lisans sınıflarıyla hayata geçirmek pek gerçekçi görünmüyordu. Hatırladığım kadarıyla bunu bir ya da iki kere denedik ama öğrenci sayısının çokluğundan kaynaklanan çeşitli sebeplerle sürdüremedik. Yüksek lisans ve doktora öğrencileriyle sinemaya taşınmak daha mümkündü. Denedik ve oldu; hem de pek güzel oldu. Uygun film bulduğumuzda ve zamanı denkleştirdiğimizde, 15-20 kişilik öğrenci grubuyla, ders saatinde bir sinemada buluşuyorduk. Bu ‘dersler’in çok büyük bir kısmını Kızılırmak Sineması’nda gerçekleştirdik. Filmden sonra çevredeki mekanlardan birinde ‘ders’e devam ederdik. Film üzerinden başlayan konuşmalar giderek başka mecralara akar, renkli ve zevkli sohbetlere dönüşürdü. Filmi başka duygularla algılamaya vesile olmanın yanında ve ötesinde, hayatla temasın kendine has boyutlarını yaşatan bu tecrübenin beni zenginleştirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Kızılırmak Sineması kapandı, ama mekân ve bina duruyor. Nihai son gelmeden Kızılırmak’ı bir kez daha görmek istedim. Geçen hafta yaptım bu ziyareti. Sinemanın sahibi sevgili Can Köksal oradaydı. Birlikte salonları gezdik; her köşeye ayrı bir seans ayırdık. Sonra girişteki fuayede oturduk. O arada çay da demlenmişti. Eski filmlerin özel çerçeveli afişlerinden yayılan gizemli havada keyifli bir sohbete daldık. Can Bey hikayenin köşe taşlarını anlattı; sinemanın kapanmasının sebeplerini aktardı ve geleceğe dair planları hakkında bilgiler verdi. Bunların hepsi elbette değerliydi, önemliydi. Ama bir gerçek vardı ve de çıplak bir şekilde orta yerde duruyordu. Kızılırmak Sineması kapanmıştı, o bina yok olacaktı. Bu hem sinemaseverler hem de şehrin kendisi için bir kayıptı. Zira şehrin hikayesinden bir dal daha koptu, şehrin benlik ve kişilik kurgusunda bir delik daha oluştu. Hüzün verici...
GÜLDAN AKINAY: Ankara’nın kapısı sokağa açılan bir sineması daha bize veda ediyor. Bir hafıza mekânı daha bulunduğu bina ile birlikte yıkılıyor. Bu Metropol, Megapol, Ankapol sinemalarının gidişinden farklı benim için; onlar nispeten daha geç açılan sinema salonları. Kızılay için söylüyorum bunu. Söz konusu olan Kızılırmak Sineması olduğu için; yoksa daha önceleri pek çok sinema salonu kapandı.
Salonlu, balkonlu bir sinemaydı Kızılırmak. 2. ve 3. Salon bir zamanlar o büyük salona dahildi. 1.salon balkondu. 3.salon nasıl oluşturuldu bilmiyorum.
Kızılırmak Sineması Gizli Yüz, Yağmur Adam, The Doors, Amen ve daha pek çok iyi vizyon filmini izlediğim sinema.
Yağmur Adam, yağmurlu 25 Eylül 1989 akşamı bilet kalmadığı için dönmek üzere iken bir delikanlının “arkadaşlarım yetişemedi; fazla iki biletim var” demesiyle annemle birlikte izlediğim ve hiç unutamadığım film.
Gizli Yüz, bir 1990 Mayıs’ı öğlen seansında tek başıma salonda izlediğim film. Akşam görevli olarak Ankara dışına çıkacağım ve dönüşte film vizyonda kalmayabilir. Annemin “gelince görsen ne olur” itirazları arasında salondayım.
Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali, Ankara Film Festivali, Gezici film Festivali ya da o tarihlerdeki adıyla Avrupa Filmleri Festivali ve İşçi Filmleri Festivalinin mekânı.
Ankara Film Festivalinin ilk yılları Bergman’la tanışıyorum; film Persona ve yanımdaki koltukta Mahmut Tali Öngören hoca. Nefessiz izliyorum filmi. Hoca soruyor: “çok etkilendiniz sanırım nasıl buldunuz?”. “Hocam tekrar izlemem gerek” diyorum ve farklı zamanlarda pek çok defa izliyorum. Mesela Sinetek gösterimlerinden birinde, Bergman haftasında. Çünkü Kızılırmak Sineması artık uzun yıllar perşembe akşamları Sinetek gösterimlerinin yapıldığı mekan.
Başka bir film izlemek için iş çıkışı koşarak gittim, içeri girdiğimde kalabalığı görünce “eyvah bilet yok” dedim. Sordum sonra, “niye bu kadar kalabalık?” diye; Sinetek gösterisi olduğunu söylediler. Arkadaşı gelmeyen bir genç kız fazla biletini verdi bana; Pedro Almadovar Çıplak Ten izlediğim ilk film.
Sordum: “filmin adı nedeniyle mi bu kalabalık?”; “hayır” dedi genç kız, “hep böyle oluyor perşembe akşamları”. Sonraki perşembe akşamları hep sinemadayım; pek çok sinefille tanışıyorum, bugün artık yakın arkadaşım pek çoğu. Ve sıra dışı yönetmenlerin sıra dışı pek çok filmini izliyorum.
Kızılırmak Sineması’nın kapanmasına o yüzden çok üzgünüm. Ankara’nın kapısı sokağa açılan tek sineması Büyülü Fener daha uzun yıllar bizimle kalsın diyorum.
NEŞE ÜREL: Kızılırmak Sineması’nın kentte doğup büyüyen bizlerin belleğinde önemli bir yeri vardır. Benim ilk anılarım ise ortaokul-lise yıllarıma denk gelir. Sinemanın bulunduğu binanın üst katlarında Orman Genel Müdürlüğü’nün bir birimi vardı. Ablam orada çalışıyordu. Öğle arasında memurlar sinemada film izlerdi. Ziyarete gittiğim günlerde onunla aşağıya inerdik ve hep birlikte film izlerdik. Ablam ve arkadaşlarının geç kalarak arada bir müdürlerine yakalandıkları olurdu. Hatırladığım filmlerinin en önemlisi Love Story idi.
2. Ankara Film Festivali'nde alt kattan yapılan simultane tercüme ile film izleyen kuşaktan gelen bizler için Kızılırmak Sineması’nın salonlara bölünmesi bile üzücü olmuştu. Bugün ise tamamen yıkılıyor ve bina ile birlikte pek çok anımız ve kentimizin belleği yıkıntıların altında kalacak.
SEMA ALPAN ATAMER: Kızılırmak Sineması benim için iyi filmlerin ve festivallerin mekanıydı. Ayrıca bir sosyalleşme ortamıydı da. Hem girişteki hem alt kattaki fuayesi karşılaşmalara, buluşmalara, görüşmelere, tanışmalara vesile oluştururdu. Bu görüşmeler bazen film öncesinde, bazen film sonrasında sürerdi.
Unutamadığım bir anımı paylaşmak istiyorum. Kızılırmak Sineması’nda her perşembe akşamı kaliteli bir film, tek gösterimlik olarak seyirci ile buluşurdu. “Başka Sinema” yıllarından önce, 2004 yılıydı sanırım; o ara uluslararası bir projede çalışıyordum. Birlikte çalışacağımız Danimarkalı bir kadın uzman birkaç günlüğüne Ankara’ya gelmişti. Mesai bitince kendisi ile ilgilenmek bana düşmüştü. Yine bir perşembe akşamıydı ve ben Sinetek Gösterimine gitmek istiyordum. Danimarkalı uzmanı da davet ettim. O da kabul etti. O akşam bir İsveç filmi gösteriliyordu: Yönetmen Lukas Moodysson’un 1998 yılı yapımı Fucking Åmål. Biletlerimizi alıp, yerlerimize oturduk. Gösterim, Kızılırmak Sineması’nın giriş katındaki en büyük 1. Salonundaydı. Danimarkalı arkadaşım, salonun neredeyse tamamen dolduğunu görünce hayretle baktı ve “Danimarka’da bile zor izleyici bulabilecek böyle sert bir filmin Türkiye’de bu kadar seyirci bulması beni çok şaşırttı” dedi. Bilmiyordu ki, Ankara’da hep böyle bağımsız, sanatsal, gişe-dışı filmleri izlemek için heyecanla bekleyen bir izleyici kitlesi vardır.
Şimdi internet üzerinden yayın yapan birçok sinema platformu var. Bu özellikli ve değerli filmleri evinizin konforunda izleyebiliyorsunuz. Ben de izliyorum. Ama ne tuhaftır ki, o karanlık ve sessiz salonda, büyük beyaz perdede izlediğim filmler aklımda kalıyor; evde televizyon ekranından izlediğim filmler çok kısa bir sürede hafızamdan çıkıp gidiyor.
Ankara Film Festivallerine, Uçan Süpürge Film Festivallerine ev sahipliği yapmış, koşa koşa gittiğimiz Kızılırmak Sineması da ne yazık ki; bir zamanlar devasa perdesiyle, 2 katlı balkonuyla ve gösterdiği şahane filmlerle hatırladığımız Arı Sineması gibi; çocukluğumdan hatırladığım, suareye insanların baloya gider gibi özenli ve şık giyinerek gittikleri, locaları olan Büyük Sinema gibi, belleğimizde, Ankaralıların belliğinde solup gidecek.
Yorumlar (0)