Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

KLASİK SİNEMA KUŞAĞINDAN: Charlie Chaplin'den

"Askerler! Zorbalara itaat etmeyin. Onlar sizi eziyor; düşüncelerinizi, hislerinizi ve hareketlerinizi planlıyor, sizi koyun yerine koyuyorlar. Sizi aç bırakıp, hayvan terbiye eder gibi şartlandırıp topun ağzına sürüyorlar. İnsanlıktan çıkmış, beyni ve kalbi makineleşmiş kişilere teslim olmayın. Sizde nefret yok, sevilmeyen kişiler nefret eder ancak. Askerler! Esirlik için değil, hürriyet için savaşın..."

KLASİK SİNEMA KUŞAĞINDAN: Charlie Chaplin'den

Film "Yahudi Berber ile Diktatör Hynkel arasındaki benzerlikler tamamen tesadüftür" notuyla başlar.

1940 yapımı film Charlie Chaplin'nin ilk sesli filmidir. Almanya'da yasaklanmıştır ancak rivayet odur ki Hitler filmin bir kopyasını buldurup, iki kere izleyip hiç yorum yapmamıştır.

1944 yılında İtalya'da gösterilirken Hitler'e ait sahnelerde çok gülen askerler Mussolinin karikatürize edildiği sahnelerde ise gülmeye cesaret edememişler ve film bu ülkede de 1961 yılına kadar yasaklanmıştır.

Savaş sırasında Alman işgalinin olduğu Balkanlarda bir gurup direnişçi filmin bir kopyasını ele geçirip o sırada gösterimdeki başka bir filmle değiştirip Alman askerlere izletirler.

Askerler durumu fark edene kadar epey gülerler ama olayı fark edince salonu terk ederler.

Tomanya Ülkesinin 1. Dünya savaşında, cephede kazmış olduğu hendeklerde başlar hikâyemiz. Herkes anlaşmalar yapıp savaşı bitirmenin telaşındayken Tomanya hala yeni silahlar icat edip savaşı kazanmanın yollarını aramaktadır.

Cephede savaşan asker ve hatta kumandanların dahi neyin peşinde olduklarını bilmedikleri bir karargâhta sisler içinde ilerleyen askerler, kendi ordusu yerine düşman ordusunun içine karışan şaşkın kahramanımız, benzer bir şaşkınlıkla ve elbette daha da vahimi, her an, hiç tanımadığı biri tarafından öldürülebileceğinin bilincinde olmasının yarattığı ağır baskının altındaki insanlar.

Kitlelerin kendisi ile birebir hiç bir ilişkisi olmayan ama peşlerinden büyük bir hevesle koştukları bazı çılgınların büyük ihtirasları. Ve tabi ki diplomasinin de aslında tam anlamıyla bir sidik yarışı olduğunu kurgulayan muhteşem bir film.

Derin bir gözlem yeteneği olan Chaplin filmi klasikler arasına sokmakta hiç zorlanmamış. Filmin konusu malum, çok da bilmediğimiz bir şey değil. Ancak şeytan ayrıntılarda gizli.

Hykelin'nin kalabalıkları coşturan bir mitinginin ardından, İçişleri Bakanı ve aynı zamanda en yakın danışmanı ile arabada durum değerlendirmesi yaparlarken; danışmanın şu söyledikleri ilginçtir ancak çok da yabancı olduğumuz bir şey değildir;

"Yahudiler için daha vahşi konuşmalıydın, çünkü ötekilere duydukları büyük öfke halka açlıklarını unutturuyor." der.

Gettolar da hayat; savaş sonrası ekonomik krizle birlikte daha da kötüleşmiştir. Fakat
bundan daha da kötüsü kendilerine Fırtına Birliği adını veren Yahudi karşıtı askeri guruplardır. Yahudi esnafı korkutmak ve dükkânlarına zarar vermek onları için bir eğlence halini almıştır.

Diktatör'ün sarayı kocaman bir savaş makinesi gibidir. Diktatör'ün öncelikli hedefi Avusturya 'yı işgal etmek ve oradan bütün dünyayı ele geçirmekti ama bunun için paraya ihtiyacı vardı. Yabancı sermaye bulun diyordu İçişleri Bakanına. O da bankaların bu borcu vermediğini ama Yahudi zengin iş adamlarının onları finanse edebileceğini ancak borç verecek
bu kişilerin Yahudi düşmanlığı politikalarından hoşlanmayacakları anlatınca Hykele sorunu hemen çözer. Geçici bir yumuşama dönemi para sorununu halletmek için gözleri boyamaya yeterdi.

Gettolardaki Yahudiler umutlanır bu yumuşama döneminden. "Bize duydukları nefret bitse, kendi ülkemizde işimizi yapsak, çalışsak ne kadar zor da olsa ben kendi toprağımdan ayrılmak istemiyorum" diye hayaller kurmaya başlar zavallı insanlar.

Ölüm hep bana, bana mı düşer usta?

Dünyanın İmparatoru olma hayalini kurduğu dans sahnesi muhteşemdir. Koskocaman bir balon şeklindeki dünya küresini parmağının ucunda döndürür, ayaklarının altına alır, evirir çevirir ve koskocaman hayallerin içinde kaybolur, çok mutludur. Heyhat nihayetinde bir balondur bu hayal ve elinde patlar. Hitler'in de gerçekten böyle bir balonu olduğu rivayetler arasındadır.

İzlemeye doyulmaz sahnelerden biri de Brahms'ın Macar Dansı eşliğinde yaptığı sakal tıraşıdır.

Ancak Yahudi İşadamı bekledikleri parayı vermeyince Yahudilere gösterilen geçici yumuşama politikasından aniden vazgeçilir. Fırtına Birliğine Gettolar da yeni gösteriler düzenlemesi emredilir. Ve sokaklarda savaş yeniden başlar. Herkes korkuyla yeniden evlerine kapanır.

Ancak Yahudi İşadamı bekledikleri parayı vermeyince Yahudilere gösterilen geçici yumuşama politikasından aniden vazgeçilir. Fırtına Birliğine Gettolar da yeni gösteriler düzenlemesi emredilir. Ve sokaklarda savaş yeniden başlar. Herkes korkuyla yeniden evlerine kapanır.

En umutsuz anlarda bile hayalleri ayakta tutar yoksulları. Tonlarca yiyeceği çöpe atan varsıllara inat yine de çok çalışmak ve işten artmayacağına göre dişten arttırıp daha da az yiyerek gelecek güzel günlerde mutlu olmanın düşlerini kurarlar hep.

Sarayın havaya uçurulmasını planlar Diktatörün eski komutanı. Bu işi tabi ki Getto da yaşayan Yahudilerden biri yapacaktır. Çünkü Büyük Kumandan böyle soylu bir işi yapan kişinin hiç unutulmayacağını, ölümsüz olacağını söyler. Her ne kadar bedeni paramparça olsa da ruhuna dokunulmayacaktır sonuçta.

Elim sanata düşer usta Dilim küfre, yüreğim acıya Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta? demiş "Çırak Aranıyor" şiirinde, Şair Refik Durbaş. Var mı bu sorunun yanıtı?

Aslında bu yüce onur için hiç kimse istekli değildir. Kura çekme sahnesinde o kadar güzel anlatır ki bunu Sevgili Şarlo.

Bu kadar çarpıcı şeyleri anlatırken bile hep naiftir, hüznü vardır ama öfke yaratmaz. Umuda inanır, öfke ile değil kararlılıkla, vazgeçmeden savaşmak gerektiğine inanır sanki.

Filme dönersek yine; Bakteria Ülkesinin Diktatörü'de Avustralya yı işgal etmek istemektedir. Güç gösterisi yaparak karşı tarafı caydırmak isterler ve ülkeye davet ederler. Diplomasinin gerçek yüzünü izlerken gülmekten bayılabilirsiniz.

Film elbette ki dört dakika süren bitiş konuşması ile de ünlüdür.

"Askerler! Zorbalara itaat etmeyin. Onlar sizi eziyor; düşüncelerinizi, hislerinizi ve hareketlerinizi planlıyor, sizi koyun yerine koyuyorlar. Sizi aç bırakıp, hayvan terbiye eder gibi şartlandırıp topun ağzına sürüyorlar. İnsanlıktan çıkmış, beyni ve kalbi makineleşmiş kişilere teslim olmayın. Sizde nefret yok, sevilmeyen kişiler nefret eder ancak. Askerler! Esirlik için değil, hürriyet için savaşın..."

Makineleşme ile beklenen refahın aksine daha fazla acı kan ve gözyaşının gelmesi, hırsları ve güç kavgaları yüzünden birbirini dil, din, ırk vb. niteliklerle ayıran insanın yarattığı şiddetin korkunçluğunu ve yok ediciliğini anlatan film hem umut hem de umutsuzluk duygusunun tadını bırakıyor damağınızda.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış