Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Küçük Prens Başkent Semalarında

“Küçük Prens” bir dünya klasiği. Her klasik gibi, farklı mecralarda, farklı biçimlerde yorumlanmaya da açık bir yapıt. Exupery’in bu küçük ve sevimli öyküyü yazarken sevimli kahramanının günün birinde sevgi ve paylaşımın güzelliği, estetik olanın zarafeti konusunda bayraktarlık yapacağını düşündüğünü hiç sanmıyorum; ne ki, günümüzde insanlar yine kendilerine ait değerlere farklı düzlemlerde bir görev yüklemekten nedense geri durmuyorlar. Sözünü ettiğimiz sevgi, acı çekme ötesinde - yine insana çok yakışan kimi duygu ve durumların aktarımıyla ilgili olarak - “Küçük Prens”e böylesi ağır bir yük yüklemiş olmanın bir haksızlık olup olmadığını da zaman zaman düşünmekten geri duramam.

Küçük Prens Başkent Semalarında

Kimi zaman bir sinema filmi, çizgi roman ya da müzikal olarak karşımıza çıkan “Küçük Prens” bu kez benim karşıma bir tiyatro oyunu olarak çıktı. Ankara’nın köklü ve deneyimli sahnelerinden Tiyatro Tempo, Prensimizi bir kukla oyunu olarak sahneye taşımayı uygun görmüş bu kez.

Bilindiği gibi Tiyatro Tempo, bir kukla tiyatrosu olarak sürdürüyor varlığını. Gerek çocuklar, gerekse yetişkinler için gerçekleştirdiği etkileyici performanslarıyla onların her zaman için ayrıksı bir yeri var sanat dünyamızda. Tiyatro Tempo, “Küçük Prens”i sahneleme konusunda bir Rus yönetmenden, Antonina Dobrolyubova’dan yardım almış. Dobrolyubova, Exupery’in kitabından yola çıkarak oyunun metnini de hazırlamış aynı zamanda. Yönetmen bununla da yetinmemiş, Rusya’dan gelirken orada yaptırdığı kuklaları da yanı sıra getirmiş. Sonuçta hoş bir “kara tiyatro” örneği olarak karşımızda duruyor “Küçük Prens”. Onun gezegenler arası yolculuğunu ve masalın belli başlı karakterleriyle karşılaşmasını episodik tablolar halinde keyif ve merakla izliyoruz. Kitaptan alınan ve birbiri ardına akıllıca sıralanan sahneler, oyunun duygusunu aktarma konusunda çok başarılı. Tempo’nun, başta Haluk Yüce olmak üzere, Marina Yüce ve Şirin Ceylan Özen İle sağladığı uyum ise yapıtın şiirsel boyutunu ayakta tutmaya yetiyor. Sahne üstündeki üç kişiyle sağlanan bu zengin ve sonsuz coğrafyada salınan kuklalar aracılığıyla yaşam ve sahip olduğumuz değerlerle ilgili sıkı ve şiirsel bir hesaplaşmayı da sessizce başlatmış oluyoruz. Bir Fransız ozanın söylediği gibi, “tadından ötürü yemeyi arzuladığımız çileğin besinsel yararı da, farkında olmadan vücut fonksiyonlarımızla buluşmuş oluyor”. Oyunun sahne trafiğindeki titizlik ve özen şaşırtıcı düzeyde ustaca. Geçişler ve devinimlerdeki buluşlar ise bir noktadan sonra doğal kabul ediliyor; bu durum ise izlediğimiz oyunu içselleştirme, dahası kendimizi de öykünün bir parçası olarak algılama konusunda biz izleyenlere yardımcı oluyor. Metin için seçilmiş ve belki de yeniden yazılmış olan diyaloglar, öykünün fikriyatını aktarma konusunda yerinde ve dozunda. Yine de, bizde sıklıkla yapılan bir yanlış konusunda peşin uyarcı olmakta yarar görüyorum; bu çalışma bir çocuk tiyatrosu örneği değil. Küçük izleyiciler sahnede olup bitenleri elbette izleyebilirler ama gerek muhteva, gerek öykünün omurgasına yakınlık kurma konusunda elbette zorlanacaklardır. Ancak gençlerin, dahası yetişkinlerin bir şiir resitaline dönüşen bu performanstan etkilenmeden çıkamayacaklarını söylemenin de yararlı olacağına inanıyorum.

“Tiyatro Tempo”nun, özellikle son yıllarda, adeta bir “sosyal sorumluluk” projesiymişçesine ele aldığı ve kimi tematiklerden hareketle sahneye taşıdığı, Beckett Sözsüz Oyun 1 ya da Sokrates’in Son Gecesi gibi oyunlarla hedef büyüttüğünü söylemekte yarar var. Onların fazlasıyla özveri taşıyan bu girişimleri karşısında başkent izleyicilerinin de duyarlı ve ilgili olmalarını beklemek ise hem kültür dünyamız, hem de has sanatın güzide örneklerinden biriyle daha buluşmak adına ciddi bir şansı elden kaçırmama isteğinden başka bir şey değil.

Her düzlemde yaşamakta olduğumuz şu kaotik zaman diliminde “Küçük Prens” aracılığıyla soluk almak isteyenler için Tiyatro Tempo’yu adres göstermekten başka ne gelir ki elimizden. Tiyatronun merdivenlerinden yavaşça inin ve orada, içinde Küçük Prens’in de devindiği o benzersiz gezegenle zaman yitirmeden tanışın. Ufkumuzu genişleten, estetik beğenimizle ilgili çıtamızı yükseğe taşıyan bu soy çalışmalara daha sıklıkla karşılaşmak ise beklentimiz olsun. Teşekkürler Exupery, teşekkürler Dubrolyubova, teşekkürler Haluk Yüce. Evet, güzellikler paylaşmak içindir. Bu cümle de kitabın anımsattıklarından değil miydi zaten?

 

Haber Ahmet Önel

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış