Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

KÜP (The Cube) “Çok Duyusal Sanal Gerçeklik Performansı”

Ankara Film Festivali’nin FestiLab bölümündeki özgün etkinliklerinden biri, 'çok duyusal sanal gerçeklik anlatımı' olan Simon Wilkinson’ın “Küp” (The Cube) performansıydı. Seyirci, sinema salonunun sahnesinde üç boyutlu sanal gerçeklik gözlüğünü takıp, ses ve rüzgar efektleri eşliğinde, 18 Kasım 1959’da kaybolan 9 kişiden birinin bıraktığı mektup üzerinden, o mektubun sahibini canlandırmakta.

KÜP (The Cube) “Çok Duyusal Sanal Gerçeklik Performansı”

Performansta, “üç gün içinde çökmeyecek bir gerçekliği nasıl inşa edersin?” sorusu ana temayı oluşturmuş. CİRCA69 kuruluşunun çok duyusal sanal gerçeklik performanslarının en yenisi olan “Küp” performansının ArGe versiyonu; İngiltere, Sırbistan, Ermenistan, Danimarka, Venezuela ve Hollanda’da yakaladığı başarıların ardından geldiği Ankara gösterimi, performansın tamamlanmış versiyonunun ilk gösterildiği şehir olmasıyla ayrı bir anlam kazandı. “Küp”, Ankara’nın ardından Kanada, İtalya, Yeni Zelanda ve Meksika’yla yolculuğuna devam edecek. Sanatçı Simon Wilkinson’la performans hakkında konuştuk.

Gerçekten çok etkileyici ve özgün bir performanstı. Çocukluğunuzdan gelen bir hikayeyi merak uyandırıcı sanal gerçeklik üretimine dönüştürmüşsünüz. Modern zaman araçlarını kullanarak yapılan bu performans diğer tüm anlatımların ötesinde bir güce sahip, bir yolculuğu birebir deneyimliyoruz ve fazlasıyla içinde hissediyoruz.

Evet çocukluğumdan gelen bir hikaye. Beş yaşına kadar büyükbabamla yaşadım onun bana hediye ettiği mistik hikayelerin yer aldığı bir kitaba dayanıyor performans. 1959’daki 9 kişinin kaybolduğu bir çölde meydana gelen olaydaki mektuplardan birini temel aldım. Bu ve diğer performanslarımın vermeye çalıştığı ortak nokta olan şu soruyu sormak; gerçek nedir, ne değildir? Performanslarımın en önemli ortak noktasının bu olduğunu söyleyebilirim.

Bundan sonraki performanslar diğer mektuplar üzerinden mi ilerleyecek?

Hayır sadece bu mektuplar üzerinden gitmeyecek ama performansta bahsi geçen, konuşmayı bırakan otistik çocuk Manfred’le ilgili olacak. Bir sonraki performansı onun üstünden kurmayı planlıyorum, bir devamlılık niteliğinde. Kendisiyle ilgili araştırma yaptığımda fark ettiğim; bizlerin çocukken 5-6 yaşlarındayken etrafımızda az insan var. Anne, baba yakın akrabalar küçük, basit, güzel ve bizi memnun eden bir çevremiz var genellikle. Sonra dış dünyayla değişiyor bu durum, genişliyor korkutucu haller alabiliyor -büyük olasılıkla sanatçı olmama da sebep olan sebeptir bu-. İşte, o konuşmayı bırakan çocuk aslında dış dünyayı istemediği için bunu yapıyor bence. Çocukluğun bildiğimiz tadının kalıcı olmasını dilemiş.

Sanal gerçeklik araçlarını kullanarak bunu yapmak en etkilisi sanırım. Ne dersin?

Sanal gerçeklik dışında da anlatabilirdim belkidiye düşündüğümde mesela sinema filmi olarak düşündüğüm zamanlar, filmcilerle görüştüm. Fark ettiğim şey, onlar hikayede tam olarak ne olduğu ve neyin meydana geldiğine takılıyorlardı. Ne var ki ben ne verdiğiyle, nasıl bir etki yaptığıyla ilgileniyordum olayın. Bu yüzden sanal gerçeklik performansı olarak sunmaya karar verdim, en etkili yöntem olarak.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış