Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Kürtaj Yasağına Karşı Kadınlar Sokakta!

Kürtaj Yasağına Karşı Kadınlar Sokakta!

Son birkaç haftadır Ankara sokaklarında gözle görülür bir hareketlilik var. Merak etmeyin “şehri baştanbaşa saran” shopping festivalden söz etmeyeceğim, ya da hareketlilik deyince AVM’lere akan aileleri veya reklamlarda görmeye alıştığımız alışveriş çantalarıyla gezen kadınları kastetmiyorum. Evet, Ankara sokakları hareketli ama sağolsun gündemi hiç bitmeyen bir ülkede yaşıyoruz. Hatta sadece son bir ayda yaşadığımız olayları, baskı ve şiddeti hesaba katarsak bu şehrin sokaklarının günlerce gecelerce boşalmaması gerekir. Gelelim bahsettiğim hareketliliğe, son haftalarda kadınlar her fırsatta sokağa çıkıyor ve ülkenin gündemine aniden bomba gibi düşen çok can alıcı bir konuda sesini duyurmaya çalışıyor. Memlekette hangi konuda neye tepki vereceğimizi şaşırmışken ve “artık bu kadar da olmaz!” diye isyan ederken bir de baktık ki bu daha hiçbir şeymiş, bu kadar da olurmuş ve kürtaj da yasaklanabilirmiş! Her ne kadar yasal olsa da bunca zaman hep üstü kapatılan, yok sayılan kürtaj konusunu biz kadınlar, feministler onca zaman dillendirip görünür olsun isterken, başbakan hepimizin akıl ve hayal sınırlarını zorlayacak açıklamalarıyla bir anda bunu başardı. Gerçekten kim hayal edebilirdi ki bir gün herkes kürtajı konuşacak ve kürtaj kelimesi cinayet ve Uludere’yle yan yana anılacak!?

Evet, tartışmanın başlangıcı neydi; çoğu çocuk 34 sivil insan F-16 uçaklarının attığı bombalarla öldürülmüştü. Olayın kaza olduğundan öte bir şey söylenmediği gibi hükümet bir küçük özrü bile çok görüyor, başbakan biz açıklama istedikçe öfkeleniyordu. Olayın üzerinden 150 gün geçti, daha fazla geçti, ne bir özür ne bir açıklama geldi; biz de yatıp kalkıp Uludere diyorduk. Sonra bir gün, yattık kalktık yattık kalktık bir de ne duyalım “her kürtaj bir Uludere”ymiş ve kürtaj da cinayet!.. Sanki hiç uyanmamıştık da bir kâbusun içinde debeleniyorduk, birileri de yan yana gelmeyecek tüm özne ve yüklemleri bir araya getirip üzerimize boca ediyordu. Başbakan öyle bir şey yapmıştı ki, bu sözleriyle hem gündemi ışık hızıyla değiştirmiş hem de herkesin zihnini bulandırmıştı. Öyle ki, kim nasıl tepki vereceğini bilemez hale geldi. Ne diyelim işinde iyiydi, attığı bir taşla vurduğu kuşları saymak mümkün değildi. İşte tam bu sözleri sarf ettiği noktada kadınlar ülkenin çeşitli yerlerinde sokaklara çıktı, hem kürtaj hem Uludere demek için!.. Kadınlar sokaklara çıktıkça, “kürtaj yasaklanamaz” dedikçe ortalıkta “oyuna geliyorsunuz”, “suni gündem bu başka değil” gibi sözler de yükselmedi değil. Memleketin zihni bulanmıştı bir kere!.. Evet, bu sözlerle gündem değiştirilmek istenmişti ama biliyoruz ki bu ülkede suni gündem diye bir şey yoktur; her gündem iliklerimizde hissedecek kadar gerçektir. Bu konuda da bunu, başbakanın bir sözüyle yangından mal kaçırırcasına hazırlanan yasa tasarısıyla görmüş olduk. Gündem değiştiriliyordu ama bu sözde kalmadığı gibi bunun bedelini kadınlar bedenleriyle ödemek durumundaydı.

Şüphesiz başbakanın sözleri sadece bir başlangıçtı, gerisi çorap söküğü gibi gelen açıklamalarda herkes tüm kadınları ilgilendiren ve yasaklanması halinde 60.000 gibi bir sayıda kadın ölümünden bahsedilen bir konuda olur olmaz ahkâm kesti. Her akşam ekran başında uzman, islam bilgini vb. sıfatıyla bir dolu erkeğin kürtaj ve sezaryen konusunda açıklamalarını şaşkınlık ve öfke karışımıyla izledik. Hayatın ne zaman başladığı, ruhun kaçıncı günde üflendiği cümleleri havada uçuştu; evet, öyle de bilimsel, öyle de sekülerdik!.. Tabii durum bununla bitmedi, devlet bakanları, belediye başkanları ve daha birçokları eksik kalamazdı böylesi bir memleket meselesinden. Söz konusu olan kadının bedeniydi ama gel gör ki kadınların dışında herkesin bir sözü vardı. Son bir ayda bu konuda söylenenleri alt alta yazsam, okuyanda bir mide bulantısı ve hatta kusma hissi uyanması çok muhtemel. Öyle korkunç şeyler söylendi ki adeta patlayan irinin içindeki cerahatin akması misali memleketin bilinçdışı üzerimize döküldü. Kürtaj konusunun ne kadar hassas olduğunu ve nasıl algılandığını tabii ki az çok biliyorduk ama bu kadarını biz bile tahmin etmemiştik. Örneğin, “kürtaj yasaklansın” sözüne gelen itirazlar sırasında tartışma öyle bir noktaya geldi ki bir devlet bakanı tecavüze uğrayan kadın da doğursun, çocuğa devlet bakar diyebildi. Öyle ya bu ülkede tecavüzden bol ne vardı, madem bu kadar yaygın bari böyle bir çözüm bulalım diye mi düşünülmüştü? Bu sözü bir nevi itiraf olarak mı almalıydık!? Ama bununla da bitmedi, sonra Ankara büyükşehir belediye başkanı Melih Gökçek şehrin tüm sorunlarını çözmüş, tüm metro hatlarını tamamlamış da bir bu konu kalmış gibi twitter’da kürtaj yasağına karşı çıkan bir kadına “kim bilir senin kaç kürtajın var da böyle konuşuyorsun” diye karşılık verdi. Gökçek, bununla da kalmayıp hızını alamayarak tecavüze uğrayan kadının bebeği değil kendini öldürmesini önerdi. Böylesi bir sözün üzerine ne denebilir ki!? O kadar açıktan bir saldırı ve kadın düşmanlığı var ki bu cümlelerde edilecek sözün bir hükmü yok diye hissediyor insan. Yani her şey o kadar açık, o kadar dolaysız yapılıyor ki artık ne demek istediğiyle falan uğraşmaya gerek yok, baksan derinin altı görünüyor.

İşte tam da bu noktada sokakların hareketlenmesi konusuna dönebiliriz. Tüm bu yukarda bahsettiğim olaylar olurken Ankara’da ve başka şehirlerde kadınlar çözümü sokağa çıkmakta buldu. Özellikle başkentte yapılan kimi eylemler günlerce kendinden söz ettirdi. Dedim ya sözün hükmü kalmadı diye, ilk basın açıklaması ve yürüyüşün ardından Halkevci kadınların aile bakanlığı önünde yaptıkları protesto sırasındaki öfke ve kararlılıkları görülmeye değerdi. Yine çok geçmeden, bir grup kadın Sağlık Bakanlığı önünde pankart açıp kendilerini zincirledi. Sonrasında eylem yapan bu kadınların gözaltına alınmasını protesto eden kadınlar güvenlik güçlerine boyalı suyla doldurulmuş prezervatif attı. Madem konu kürtajdı, suçu kadınlarda bulan erkek ikiyüzlülüğünü prezervatiften daha iyi ne anlatabilirdi!.. Ve son olarak, İzmir caddesinde korumalarıyla yürürken iki genç kadının Gökçek’e yumurta atması günlerce konuşuldu. Bir büyükşehir belediye başkanı düşünün ki sokakta üzerine yumurta atılınca çevreden insanlar alkışlıyor ve eylemi yapan iki kadın mağazada alıkonulunca dışardan itirazlar geliyor ve “baba oğul oldunuz, Ankara’yı soydunuz” tezahüratları yükseliyor. Tüm bu eylemlerde kadınlara yapılan müdahale ve şiddetin ne kadar sert olduğunu söylemeye gerek yok!.. Ama özellikle bir durum var ki, bahsini etmeye değer. Ankara’da kendisini zincirleyen kadınlara karakolda gözaltındayken alkol muayenesi yapılmış!? Anlaşılan o ki kadınların böyle bir eylemi ancak sarhoşken yapacağı düşünülmüş. Oysa ki, bu eylemlerin ardında tek bir şey var, kadınlar çok öfkeli ve artık tahammülleri kalmadı!.. Öyle ki, değil bir sokağı veya meydanı bu şiddet ve saldırı karşısında bütün şehri ayağa kaldırsalar yeridir. Bu ülkede kadına yönelik şiddet yüzde bin dört yüz artmışken, erkekler günde 5 kadını öldürürken, tecavüzcüler serbest bırakılırken ve şimdi de kürtaj yasağıyla yeni kadın ölümlerinin yolunu açılırken sizce de bunlar az bile değil mi?

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış